Balkan Coğrafyası da Bediüzzaman’ı Bekliyor

Risâle-i Nur Enstitüsü, Bediüzzaman hazretlerinin Rumeli seyahati vesiyesiyle Balkanları şereflendirmesinin ve hayatının gayesi edindiği üniversitenin temelini atmasının yüzüncü yılında Saraybosna’da düzenlediği kongre ile gönüllerin fethinin ve manevî cihadın öne çıktığı bu zamanda bu mânâlara önemli bir katkıda bulundu.

Balkan Coğrafyası Da Bediüzzaman’ı Bekliyor

Balkanlar bizim için, önce fetih sonra hüzün coğrafyasıdır. Evlâd-ı Fatihan diyarıdır. İstanbul’un fethinden önce Batıya doğru başlayan bu akınlar ilâ-yı Kelimetullah aşkıyla Viyana kapılarına kadar dayanır. Üsküp doğumlu olan ve doğduğu toprakların tahassürünü mısralarına yansıtan Yahya Kemal, “akıncı cedlerinin ihtirasını” anlatırken bizi aynı ruh ve mânâ ikliminde yaşatır. “Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik/ Bin adlı o gün dev gibi bir orduyu yendik” derken fetih neslinin coşkusunu resmeder. Şair,  ilerleyen mısralarında şehitlik mertebesine yükselen cedlerimizin bizi arş-ı âlâdan seyretmekte olduğunu da belirtir.
Fetihler yalnızca kılıçla yapılmamıştır elbette. Belki daha fazla zaman gönüllerin fethi için harcanmıştır. Akıncılardan önce Horasan erenleri gelmiş bu topraklara. Tekkelerini kurmuşlar, medreseler açmışlar, İslâmın güzelliklerini bu toprakların insanlarına hal dilleriyle anlatmışlardı. Gönülleri kazanmışlar, bulundukları coğrafyanın huzur kaynağı olmuşlar. İman hakikatlerini anlatırken zorlamada bulunmamışlar, yaratılanı Yaratıcı hesabına sevdiklerinden her dilden, her dinden, her ırktan insana aynı nazarla bakmışlar.
Sarı Saltuk bunlardan biri. Kalkıp gelmiş Horasan’dan dergâhını yalçın bir kayanın dibine coşkun bir nehrin kaynağının başına kurmuş. Saraybosna yakınlarındaki Blagey denilen yerde bir nehir kenarında kurulan bu tekkeden gönüllerin fethine çalışmış. Rivayet olunur ki, okunan evrad, ezkâr ve duâlar Avrupa’daki pekçok nehri besleyen Buna Nehri vasıtasıyla bütün kıt’aya yayılmış.
ELVEDA Rumeli’den MERHABA Rumeli’ye
Bu saadet yılları 500 sene devam etti. Osmanlı devletinin zayıflaması, milliyetçilik cereyanlarının kuvvet bulması ile hüzün yılları başladı. Ve nihayet 1912’de bütün Balkan kavimleri bir meçhule doğru Osmanlı’dan koptular. O yıllar tam bir felâket ve Müslüman kıyımı yaşandı. Yıllarca dinlerine, dillerine dokunulmamış milletler, ırkçılık illetiyle kararmış vicdanlarıyla Müslüman komşularının hayatlarına kast ettiler. On binlercesini öldürdüler, yüz binlercesini yerlerinden yurtlarından sürdüler. Tarihte görülmemiş bir göç yaşandı Rumeli’den Anadolu topraklarına doğru. Katliâmdan kurtulabilenler aç susuz, perişan bir halde Balkanları terk ettiler. Bir kısmı yolda telef oldu, bir kısmı bitkin bir halde ulaşabildi ana yurda.
Osmanlı çekildi, huzur bitti. Bitmek bilmeyen dahili çatışmalar, mezhep kavgaları, iki dünya savaşının ardından hemen bütün Balkanları istilâ eden komünizm afeti insanlığı barış ve huzura hasret bıraktı. Akrabalar arasına demirden bir perde çekilmişti. Göçlerle Anadolu’ya gelenlerden bize yansıyanlar ise hep gözyaşı, acı, hüzün ve hasretten ibaretti. Oralar da dindaşlarımız ve soydaşlarımızın yaşadığını, Sarajevo’nun Saraybosna, Skopje’nin Üsküp, Plovdiv’in Filibe olduğunu öğrenebilmemiz için on yıllar geçmesi gerekecekti.
Balkanlar da Üstadı bekliyor
Bu çalkanış ve hercümercin ardından yüz yıl geçti. Bediüzzaman’ın ifadesiyle kılıçlar kınına girdi, maddî cihadın yerini manevî cihad aldı. Kalp ve gönüllerin fethi daha bir önem kazandı. Dinsizlik rejiminin pençesinden 20. yüzyılın son yıllarında kendisini kurtarabilen Balkan milletleri Üstadın “Rus da dinsiz kalamaz. Geri dönüp Hıristiyan da olamaz” hakikatını doğrularcasına Bu küçük Balkan Devletleri bağımsızlıklarının 20. yılında kendilerine gönül kapılarını açacak muhabbet fedailerini bekledi.
İşte Risâle-i Nur Enstitüsü, Bediüzzaman Hazretlerinin Rumeli seyahati vesiyesiyle Balkanları şereflendirmesinin ve hayatının gayesi edindiği üniversitenin temelini atmasının yüzüncü yılında Saraybosna’da  düzenlediği kongre ile bu mânâlara önemli bir katkıda bulundu. Uluslararası Saraybosna Üniversitesinin ev sahipliğinde tertiplenen kongrenin sonuç bildirileri medeniyetlerin buluşma noktalarına parmak basıyordu. Manevî âlemde tesir icra edeceğine inandığımız bu kongre sonuçlarının dalga dalga bütün âleme yayılacağından ve “sulh-u umumi”nin tesisine katkıda bulunacağına inanıyoruz.
Her yerde ecdad mührü var
Kur’ân Medeniyeti konulu kongre ve panelin yeri olarak seçilen Saraybosna’nın medeniyetlerin hem buluşma, hem de çatışma yeri olması bakımından sembolik bir değeri var. Fatih Sultan Mehmed tarafından fethedilen bu topraklarda, yaklaşık 500 yıllık bir İslâm mührü var. Savaş ve çatışmaların verdiği onca tahribata rağmen ayakta durmayı başarmış. Saraybosna ve civarında camiler, medreseler, sebiller, hanlar ve hamamları ile zaten Osmanlının izlerini ilk günkü tazeliğiyle üzerinde taşıyor. Özellikle bir yer var ki, minyatür bir Osmanlı köyü dense yeridir. Camisi, hanları, hamamları ve tipik Türk evleriyle hiç bozulmamış bir şekilde korunuyor. Yalnız camisi ve minaresi Sırpların saldırılarından nasibini almış. Tahrip olan yerler de son yıllarda Türkiye’nin verdiği destekle onarılmış. İbadete açılmış.
Sadece Bosna’da değil, Üsküp’ten Kosova’ya Rumeli’nin her karış toprağında Osmanlı’nın izi var. Gezebildiğimiz yerlerden Üsküp, Kalkandelen, Ohri, Manastır, İşkodra, bir kısmı Sırp bölgesinden kalan Sancak bunlardan bazıları. Sırp ve Hırvat bölgelerinden yol boyu karşımıza çıkan cami ve minareler bize İslâmdan haber veriyor. Uzaktan bir cami görüldüğünde heyecanla herkes birbirine gösteriyor. Kameralar çalışıyor, fotoğraflar çekiliyor.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*