“Bandrol” emr-i vakisi ve Risaleleri tağyir ve tahrif…

Bediüzzaman eserlerinde açık açık, “Evet, çok emârelerle bildik ki, bana hücum edenleri tahrik eden, Mustafa Kemal’e İtirazımdır ve ona dost olmadığımdır. Başka sebepler bahanedir” diyerek M. Kemal’e olan bakışını belirtir.

BEDİÜZZAMAN’IN “M. KEMAL’E MUVAFFAKİYET DUÂSI” İSNADI

En dehşetlisi, Şuâlar kitabının sonundaki “uydurma hatıra”daki yakıştırmanın Risalelerde yer alan bütün hakikatlerin tersine konulmasıdır. İlk dönem milletvekillerinden olan Hüseyin Aksu’ya atfedilen ve Bediüzzaman’ın hiçbir eserinde, Bediüzzaman’ın hizmetkârlarının ve hiçbir “son şahid”in ve Nur Talebelerinin hâtıratında rastlanmayan bir ucube hâdisenin nakledilmesidir. Sonradan çıkarılsa da ilk baskılarda yer almıştır. (Söz Basım Yayın, İstanbul: 2006, Şuâlar sh: 1049)

“Söz”ü edilen Şuâlar’da, Bediüzzaman’ın “Beş yüz seneden beri kahramanlığıyla ve hakperestliğiyle dünyaya meydan okuyan kahraman bir ordunun şerefini ve zaferini hilâf-ı hakikat (gerçeğe aykırı) olarak M. Kemal’e vermediğim için, garazkâr dostları, beni yirmi senedir bahanelerle tazip ediyorlar (işkence ve sıkıntı veriyorlar)” ibâresine aykırı olarak, “M. Kemal’e muvaffakiyet duâsı”nda bulunduğu hezeyânı savrulur…

Oysa Bediüzzaman eserlerinde açık açık, “Evet, çok emârelerle bildik ki, bana hücum edenleri tahrik eden, Mustafa Kemal’e itirazımdır ve ona dost olmadığımdır. Başka sebepler bahanedir” cümlesiyle M. Kemal’e olan bakışı belirtilir.

M. Kemal’in kendisini taltif etmek ve bütün vilayât-ı şarkiyeye vâiz-i umûmî yapmak için Ankara’ya istediğini ve Ankara’ya gittiğini, ancak kendisini “onun dostluğundan vazgeçiren ve yirmi sene inzivada azap çekip dünyalarına karışmama” sebeplerinin başında, “Bir hadis-i şerifin, ahir zamanda an’anât-ı İslâmiyenin zararına çalışacak diye haber verdiği adam bu olduğunu ef’aliyle göstermesidir. Ben, otuz altı sene evvel o hadisi tefsir etmiştim. Aynen bu adama mânâsı çıkmış” diye açıkça kaydedilir. (Emirdağ Lâhikası, 248-9)

Ki kitabın “bilgiler” bölümündeki ‘Ankara’  ve ‘Ankara Kalesi’ maddeleri”nde en evvel nakzedilir. Kitabın 977. sayfasındaki “Ankara” maddesinde, “Ankara’ya gittiğinde alkışlarla karşılandı. Ne var ki, dine karşı duyduğu duyarsızlık yüzünden burada kalamayacağını anladı ve kendisine teklif edilen milletvekilliği, Diyanet âzâlığı ve Doğu Vilayetlerinin genel vâizliği tekliflerini kabul etmedi…” diye devam eden cümlelerle tekzib edilir.

Peşinden 978. sayfadaki “Ankara” maddesinde de “Bediüzzaman, 1922 yılında Ankara’ya dâvet edildi. Osmanlı Devletinin sona erdiği, İslâm topraklarının düşmanlarca istilâsının söz konusu olduğu, Müslümanların maddî ve mânevî değerlerinin tehlike altıda olduğu bir dönemde Ankara’dan gelen bu dâveti kabul etti” ifâdelerinden sonra yukarıdaki ibâre aynen tekrarlanır…

“ANKARA REİSLERİ”Nİ İKAZ VE İTİRAZA KARŞI…

Şu hale bakın, Şuâlar’da, “Reisicumhura gönderilen istidânın zeylidir ki, mecbur oldum yazmaya” başlıklı mektupta Bediüzzaman, “Bana hücum eden garazkârların en esaslı sebebi, Mustafa Kemal’in dostluğu ve tarafgirliği vesilesiyle beni eziyorlar” diye açıkça beyân etmiş.

Ardından “Ben de o garazkârlara derim ki: Ölmüş gitmiş ve dünyadan ve hükûmetten alâkası kesilmiş bir adam hakkında otuz sene evvel bir hadis-i şerifin ihbarıyla Kur’ân’a zararlı öyle bir adam çıkacak” deyip, “Beşinci Şuâ aslının verdiği haberin bir kısmını orada bir adamda gördüm. Mecburiyetle o çok ehemmiyetli vazifeleri bıraktım. Ve ‘bu adamla başa çıkılmaz, mukabele edilmez’ diye dünyayı ve siyaseti ve hayat-ı içtimâiyeyi terk edip, yalnız imanı kurtarmak yolunda vaktimi sarfettim’ dediğimi ve sonra M. Kemal o adam olduğunu zaman gösterdi” ibâresiyle mahiyetini özetlemiş. (Şuâlar, On Dördüncü Şuâ, 314)

Bediüzzaman, “Evet, mahkemede ispat ettiğim gibi, ‘şerefler, müsbet hayırlar, maddî-mânevî ganimetler orduya, cemaate verilir, tevzi edilir (dağıtılır); kusurlar, menfi icraatlar başa, reise verilir’ diye bir kaide-i hakikatle, ‘Kahraman ordunun ve bilfiil asker ve asker başında çalışan cesur zabitlerin zaferleri ve şerefleri Mustafa Kemal’e verilmez; belki (bilâkis) kusurlar, hatalar yalnız ona verilir’ diye, beni onu sevmemekle itham edenleri, kahraman orduyu sevmemekle ve şereflerini kırmakla itham edip, onlara hain-i millet nazarıyla bakıyorum. Bu hakikati mahkemede ispat ettiğim gibi, onun muannid dostlarına da ispat etmeye hazırım” müdafaasında bulunmuş. Ancak mâlûm yayınevinin bastığı kitabın sonuna Bediüzzaman’ın M. Kemal’i takdir edip övdüğü yazılmış!

Keza “Afyon Müddeiumûmîsi ve Mahkeme Reisi ve âzâlarına” hukukunu müdafaa için yazdığı istidada, mahkemede müddeiumûmînin (savcının) yanlış bir mânâ ile Beşinci Şuâ’ya dair suallerine, “kanun hesâbına değil, belki bir ölmüş şahsın dostluğu taassubu hesabına mânâsız ve lüzumsuz itirazları sebebiyle olduğunu” belirtmiş (Şuâlar, 312-3).

“BU ADAMLARLA HAKİKÎ VE CİDDÎ İŞ GÖRÜLMEZ!” BEYÂNIYLA…

Hakikat şu ki, Bediüzzaman “1338’de (1922) Ankara’ya gittim. Yunan’a galebesinden neş’e alan ehl-i imanın kuvvetli efkârı içinde bir zındıka fikri, içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için dessasâne çalıştığını gördüm. ‘Eyvâh!’ dedim. ‘Bu ejderha imanın erkânına ilişecek” ibâresiyle, Ankara’dan ayrılma sebebini izâh eder. (Lem’âlar, 239)

Birinci Meclis’te İkinci Grubun başında yer alan dostlarından Ali Şükrü Bey’in suikastla katledilmesinden birkaç hafta sonra Ankara’dan ayrılmaya karar veren Bediüzzaman, o günkü “Ankara reisleri” ve hükûmetiyle birlikte çalışmasının mümkün olmadığını, aslında en evvel “beyannâme”de bildirir.

Bunun “Sırr-ı tevâtür ve icma’ı tazammun eden hadsiz ihbaratı ve delâili (İslâm âlimlerinin ittifakı, tevâtürü ve ortak kanaatiyle gelen İslâm’ın ve esaslarına, şeâirlerine dair delilleri) dinlemeyen ve safsata-i nefis (nefsin safsatası) ve vesvese-i şeytandan (şeytanın vesvesesinden) gelen vehmi kabul eden adamlarla hakikî ve ciddî iş görülmez” beyânıyla ilân eder.

Bediüzzaman, Ankara’da bulunduğu dönemi ve Meclis’teki karşılaşma ve görüşmelerin neticesini ve Ankara ziyaretinin hulâsasını Risalelerde “Ankara’da en kara bir hâlet-i ruhîye hissettim” cümlesinde derceder. (Lemalar, İhtiyarlar Risalesi, 287) Bilâhare 1950’lerde bu ifâde okunurken, meselenin mâhiyetini, “Ankara’da en kara bir vaziyet ve durumu hissetmek değil, bizatihi görmüştüm. Ben Ankara’daki Hacı Bayram Veli Hazretlerinin hatırı için ‘hissettim’ diye ifâde ettim. Yoksa o karanlık durumlar his değil, bizatihi gördüğüm işlerdi” diye vuzuha kavuşturur. (Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursî, 262)

Özetle, Siverek mebusu Abdûlgani Ensari’nin, “Üstâd Hazretleri’nin Ankara’dan ayrılacağı zamana yakın günlerde, bir gece rüyamda gördüm ki Peygamber Efendimiz (asm) sahabe ve yârânı ile birlikte, tam Meclis’in üstünden göğe doğru uçarak yükselip tâ kayboluncaya kadar gittiler. Ben sabahleyin bu rüyamı Üstâd Hazretleri’ne hikâye ettim. Çok üzüldü, müteessir oldu. Epey düşündü, sonra bana dedi, ‘Ey Ensari! Bu rüya işâret ediyor ki; artık sizin Meclisinizde iman nuru, mâneviyat ve ruhaniyyat tesiri uçtu, gitti…” hâtırası, Bediüzzaman’ın Ankara’dan ayrılışının perde arkasını açıklar. (Abdülkadir Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat, c.1, 572-573)

SON MÜNÂKAŞA “HEYKELİNİ DİKME” HAKKINDA

Bediüzzaman’ın M. Kemal’le “son görüşmesi”, trenle Ankara’dan Van’a gitmek üzere istasyona geldiği ve dostları tarafından uğurlandığı esnada M. Kemal’in yanına gelerek ayaküstü yaptıkları heykel tartışmasıdır.

Afyon Mahkemesi’nde Bediüzzaman’ın avukatlığını yapan Av. Hulusî Bitlisî Aktürk’ün 11 Ocak I949’da Yargıtay Birinci Ceza Dairesi’nde yaptığı temyiz müdafaasında; “Cumhuriyetimizin iptidalarında (başlarında), müvekkilim (Said Nursî) Ankara’da bulunurken; Atatürk, müvekkilimin heykel hakkındaki kanaatlarını sormasına karşı, müvekkilim ona karşı şiddetli bir sûrette cevap verir” diye nakleder. “Bediüzzaman, ‘Büyük Kur’ânımızın bütün hücumu heykelleredir. Müslümanların heykelleri ise hastaneler, mektepler, yetimleri koruyan yurtlar, mâbedler, yollar gibi âbideler olmalıdır” cevabını verdiğini; “Paşa, biz sana heykel dikmen için yardım etmedik…” dediğini duyup şâhid olduğunu nakleder.

Bediüzzaman’la birlikte İstanbul’da İngilizlere karşı Hutûvât-ı Sitte’yi neşreden ve ardından Bediüzzaman’ın destek için önceden Ankara’ya gönderdiği Van mebusu Tevfik Demiroğlu, “Üstâd’ı Ankara’da son olarak, istasyonda M.Kemal’le konuşurken gördüm. Ben yanlarındaydım. O zaman M. Kemal’in Sarayburnu’na heykelinin yapılması düşünülüyordu. Buna karşılık ilk olarak Sokulluların adamı olan, sarıklı avukatlardan Abdünnafi Efendi karşı çıktı. İstanbul’dan Ankara’ya telgraflar çekti. ‘Hilâfet merkezine heykeller dikilmez’ diye…” şahadeti bir diğer delildir.

Kısacası, Bediüzzaman’ın M. Kemal’le münâkaşası, ikazı ve ihtarları vardır; lâkin hiçbir şekilde M. Kemal’e bir övgüsü ve duâsı yoktur…

(Necmeddin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursî, 264-265; Şahiner, Son Şâhitler, c.1, 226; Afyon Mahkemesi Müdafaası, -Teksir-  16; Abdülkadir Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat, c.1, 572-573)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*