Barla’da bir misafir, bir müftü ve bir öğretmen…

altÜlkemizde yakın tarih denilen süreç içinde, kudsî iman dâvâsına yönelik öylesine acı ve olumsuz hadiseler cereyan etmiş ki, saymakla bitiremezsiniz.

Bu dehşetli hadiselerden birisi de, Bediüzzaman’ın Barla’da bulunduğu 1930’lu yıllarda cereyan etmiştir.

Anadolu’dan Barla’ya teşrif eden Said Nursî Hazretleri, burada kaldığı müddet içinde insanların imanlarını kurtarma yönündeki gayretlerini, kitap yazarak, okuyarak ve yayarak şekillendirmeye çalışmıştır.

Bediüzzaman’ın bu kudsî faaliyetlerine engel teşkil eden, iman ve İslâm düşmanı güçler, onun herkesi kucaklayan anlayışına yakın görülen kimseleri kullanmak yoluyla engelleme gayretlerini sürdürmüşlerdir.

Bediüzzamanın ‘’gizli’’, ‘’tahribatçı’’ ve ‘’zındıka’’ ifadeleri ile şekillendirdiği bir takım komite ve komiteler, o yıllarda Barla’ya yakın bir ilçedeki Eğirdir Müftüsü’nü ve bir öğretmen olan oğlunu bu kutsî hareketi güya söndürmeye ve Bediüzzaman’ı da rahatsız etmede kullanmışlardır.

Bediüzzaman Hazretleri, bu elim vaziyet karşısında, ilçe müftüsüne uyarı mahiyetli mektup yazar.

Yazdığı mektupta kısaca şu uyarılarda bulunur:

Bu eksende, Barla’da başöğretmenlik vazifesi ile mükâfatlandırılan oğlu Tevfik Tığlı ise, hasmane tutum ve davranışlarını sürdürmekten vazgeçmez.

Bediüzzaman ve talebelerine karşı yaptığı marifetlerinin yanı sıra, birçok özellikleri de taşıyan Tevfik Tığlı:

“Barla nahiyesinde başöğretmen iken (1931) Üstad Bediüzzaman’a en büyük kötülüğü ve en katı düşmanlığı yapmış hatta zındıkaya alet olma derecesine kadar düşmüş olan Tığlı 1957 seçimlerinde Demokrat Parti’den milletvekili adayı olunca, gariptir ki, yine Üstadın tavsiyesi ile Nur Talebeleri tarafından desteklenmiş bir şahsiyettir. (L. Salihoğlu, Yeni Asya, 5.6 2016)

Tevfik Tığlı’nın babası olan Eğirdir Müftüsü Hüseyin Tığlı’ya yazdığı mektupta şu uyarılar da bulunur:

“İkimize taalluk eden mühim bir mesele-i diniyeyi size haber veriyorum. Zâtınız, herkesten ziyade hizmetimize taraftar ve hararetle himayetkâr olmak lâzım gelirken, maatteessüf meçhul sebeblerle aksimize tarafgirane ve bize karşı soğukça rakibane baktığınızdan, oğlunuzu bu köyde yerleştirip ona dost-ahbab buldurmak için çalıştınız. Neticesinde burada öyle bir vaziyet hasıl olmuş ki, mahiyetini düşündükçe senin bedeline ruhum titriyor. Çünki; (sebep olan yapan gibidir) kaidesince bu vaziyetten gelen günahlardan, seyyiattan siz mes’ulsünüz.

Zehire tiryak namı vermekle, tiryak olmadığı gibi; zındıka hissiyatını veren ve dinsizliğe zemin ihzar eden bir heyetin vaziyetine, ne nam verilirse verilsin, yalnız hakaik-i diniye ile meşgulüz

Elbette bu köyde bize karşı muannidane bir heyetin takib edeceği esas, imansızlığa ve cereyan-ı imanî merkezi olan bu köyde, bize karşı muhalefetkârane ve mütecavizane vaziyet alan, ne nam verilirse verilsin, muhalefeti zındıka hesabına ve imansızlık namına kaydedilecek. Her şeyden evvel bu vaziyeti ıslâh etmelisiniz veyahut oğlunu buradan çek. O daimî senin manevî zararına günah işleyecek tezgâhı tebdil etmeye çalış. Hakikatlı bir kardeşimin neseben kardeşi olduğunuzdan haşinane değil, mülâyimane bir surette olan bu dertleşmekten gücenmeyiniz.”

Tarihin ayinedarlığında şu mezkûr hadiseye bakıldığında insanın dehşet almaması mümkün görülmemektedir.

Cereyan eden bu olumsuz hadise karşısında Bediüzzaman’ın tavrı ise kendisine yakışan bir çok ölçüye havi olan durum içinde olmuştur.

Halen bir çok entrikalarla Bediüzzaman’ın bu ulvî hareket ve hizmetine mukabil, hayatın bir çok safhasında oynanan oyunlar mevcuttur diyoruz.

Bütün bu olumsuzluklara mukabil ölçü, Bediüzzaman Hazretleri’nin tutum ve davranışlarıyla ortaya koyduğu tesbitlerle, eserlerine yansıyan kaide ve kurallarına uymaktır. Bu sebeplerden dolayı, Bediüzzaman’ı doğru anlamak zorundayız.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*