Başbakanın bilemediği

Herşeyi bilmek “Allâmü’l-Guyûb”a mahsustur. Fakat millete çobanlık edenler veya iddiasında olanlar, milleti belâdan, acı ve sıkıntılardan kurtaracak mevcut ilimlerden, bilgi ve metodlardan haberdar olmalı değiller mi?

Gazetelerden takip ettim. Başbakanımız da, İtalya başbakanı gibi AB anayasasında Hıristiyanlıktan bahsedilmemesini istemiş. Sebep olarak da, bu dindeki dogmatik düşüncelerin medeniyetin önünü tıkama endişesi. Berlusconi Hıristiyan bir ülkeyi, Erdoğan ise Türkiye’yi temsil ediyor. Başbakanımız itirazını da “laiklik” adına yapıyor. Bizdeki—dahildeki—laikçi çevrelerin bu itirazla birlikte başbakanımıza bakış açıları değişir mi, onu zaman gösterecek. Bizi meselenin AB boyutu ve Hıristiyanlık arkaplanı şimdilik ilgilendiriyor. Şâyet Avrupa büyük dinî değişimler yapamamış ve skolastik dönemini yaşamakta olsaydı, mutlaka Erdoğan’a hak verecektik. Gel gör ki, Luther’den günümüze köprülerin altından çok sular akmış. Hıristiyanlığın, insanlığın temel değerlerini seslendirme ve muhafazada “İslâm”ı takip ettiğini müşahhas hâdiselerle gördüğümüz halde, “sefih, dinsiz ve ahlâksız” Avrupalıların propagandalarıyla onlarla aynı mecraya akmak, ancak bilgi eksikliğinden kaynaklanabilir.

11 Eylül’den bu yana İslâm coğrafyasını alenî talan eden ve on binlerce masumu vahşîce katleden “dinsiz, sefih, tahribatçı ve menfaatperest Avrupa’ya” karşı Müslümanlara en büyük desteğin Papa’dan geldiğini gördük. Bu kirli savaşın en ateşîn karşıtlarının başında bulunan Papa’yı Avrupa ve Amerika’da binlerce ilahiyatçı ve papaz takip ediyor. İşte böyle bir zamanda Başbakanımız Avrupa değerlerine ve Hıristiyanlığa karşı, vurguyu laikliğe yapıyor. Her Avrupa ülkesinde farklı bir elbise ile karşımıza çıkan ve henüz müşahhas ölçülerle tarifi yapılmamış laikliğin bekçisi elbette Erdoğan olamaz.

Kilisenin “insanî değerleri” öne çıkardığını ve bunu uygulamalarıyla isbat ettiğini de müşahede ettik. İsrail vahşetinden kaçanlara kapılarını açan ve hatta bu yolda bir mensubunu kaybeden “Doğuş kilisesi” ile AB’nin Filistin politikaları bu uygulamaların güzel örnekleriydi. İşin en vahim tarafı; Erdoğan ve düşüncesindekilerin, karşı karşıya bulunduğumuz “global dehşetin” farkına varmamaları ihtimalidir. Elinde bulundurdukları “dünya kapitali”nin yardımıyla medyanın yüzde seksenini kontrol eden “tahribatçıların”, Uzakdoğu’dan Latin Amerika’ya, Ortadoğu’ya kadar, insanları hangi kalıplara soktuğunu görememek, insanlık adına bir ayıp olsa gerek. Besleyip Anadolu Müslümanlarının üzerine saldığı “dinozorcuklar’dan da sayın Erdoğan bazı dersler çıkarabilirdi. Bir ayağı Newyork’ta, bir ayağı Londra’daki bu dehşetli canavarın Anadolu’daki yavrucuklarını korumadaki hassasiyetini, Sayın Demirel’den de öğrenebilir. Hıristiyan âlemin içerisinde doğan ve cemiyette büyümüş ve semizlemiş bu vahşilerin mahiyetini, zaaf noktalarını ve stratejilerini, Hıristiyan ruhaniler, elbette bizden iyi bilirler. Onlarla aynı toplumu, mahfilleri ve kültürü paylaşanlar, dünyayı ateşe verenleri mağlup edemezlerse, değil bir AKP iktidarı, on tane AKP iktidarı dahi karşı koyamaz. Sözkonusu komitelerin “Tahrip Enstitülerinin” mahiyetlerinden bizim bilgimiz olmaz, ama Hıristiyan, insaniyetperver ve ilim adamlarından oluşan ittifağın bilgileri olur. Zira onlar bazan dirsek dirseğe, bazan kucak kucağa mücadele veriyorlar. Şimdi bu ittifaklardan habersizce, “geçmiş zaman kafasıyla” Berlusconi’yle aynı potaya düşmek ya cehaletimizdendir veyahut bilemediğimiz başka hikmetlerdendir.

Birçok kilise çevrelerinin giderek “Tevhid İnancı”nın Hz. İsa’nın (a.s) asıl inancı olduğu düşüncesini yaymaya başlaması, Müslüman-Hıristiyan ittifakına giden yolu açıyor. AB ve ABD’de bu yola girerek dünya barışına hizmete çalışan her iki dine mensup yüzlerce araştırmacı, bilim ve din adamı var. Başbakanımız bu mahfillerden de bilgi alabilirdi. Hadiselere dışardan bakış bizi yanıltabilir. Evvelâ AB’yi asıl kimliğiyle Berlusconi çizgisi temsil edemez. Zira AB Hıristiyan’dır. ABD’yi bugün kapıyı-bacayı tutmuş Haramiler temsil edebilirler mi? 12 Eylül’den bu yana dümenini ABD’deki “Yahudi Lobisine” kaptırmış Türkiye’nin, bu lobiyi aşıp asıl Amerikalılara ulaşması gerekiyor. Özal’dan bu yana dış ve iç politikalarda yaşadığımız belâların çoğu, ipimizi buradaki ŞAHİNLER’den kurtaramayışımız değil mi?

Papa yalnızca Hıristiyanlığı savunmuyor, diğer semavî dinleri de savunuyor. AB’nin içindeki otuz milyon Müslümandan hareketle AB anayasasında Müslümanlıktan da bahsedilmesini isteyebiliriz. Bu rakamın yarın yüz milyona çıkacağını bilen AB yetkilileri isteğimizi kabul etmezlerse bile, kendimizi rahatlıkla içinde bulabileceği tarife tanımları getirirler. Berlusconi gibi dinin anayasaya girmesini istemeyenler, tüm semavî dinlere karşı olanlardır. Onlarla AB’de ittifak bana bir zamanların CHP-MSP ittifakını tedâi ettiriyor. Bu düşünce yapısı maalesef hem Türkiye’ye, hem de âlem-i İslâma büyük zararlar getirdi. Zirâ bu tarz ittifaklarda inisiyatif daima “din düşmanlarında” kaldı.

Yenilikçi başbakanımıza acizane bir teklifimiz olacak: Avrupa değerleri, Avrupa medeniyeti, hakîkî Hıristiyanlık ve Müslümanlık ile laiklik gibi henüz kamuoyunun mutabık kaldığı tariflere ulaşamamış “tabirler” için bilimsel çalışmaların yapılmasını istiyoruz. AB kıstasları çerçevesinde yapılacak bu çalışmaların, Avrupalı mahfillerden büyük destek göreceklerine inanıyorum. AB kapısındaki Müslüman Türkiye, muğlak ve meçhul mânâlara bürünmüş sloganlarla boğuşmamalı… Bu çalışma aynı zamanda Hıristiyan AB’nin de arzuladığı bir çalışmadır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*