Başkasına duada hassasiyet

evrad-ı kudsiye

Üstad Bediüzzaman (ra), hediye kabul etmeyişinin “en mühim sebebini” İkinci Mektub’un sonuna koymuş, biraz da müphem bırakmıştı.

Mezarının gizli kalmasını da çok tekrar ile ihbar ve niyaz ediyordu. Neredeyse bütün hatıratında, kendisinden duâ isteyenlere namazı şart koşuyor, hatta ayrıca onların da kendisine duâ etmelerini istiyordu.

Ondaki, zahiren aşırı gibi gözüken bu hassasiyetlerin perde arkasında -önceki yazıya ilâveten- başka neler olabilirdi?

TASARRUF KİMSENİN KENDİ ELİNDE DEĞİL

Hallâc-ı Mansur’un idam edilmesinin zahirî sebebi, hapsedildiği halde “Ene’l-Hak” demekten vazgeçmemesi ise de, Hz. Mevlânâ’ya (ra) göre, idamının asıl sebebi ve kadere bakan ciheti başkadır.

Mansur bir gün ileri gidip: “Rasûlullah ile buluşsaydım, mi’raçta bağışlanmayı neden yalnız ümmeti için istediğini, kâfir ve fasıklara da merhamet dileseydi elbette esirgenmezdi, diye sorardım” demiştir.

Bunun üzerine ruhaniyetiyle Mansûr’a görünen Efendimiz (asm) kızgın bir şekilde ona: “Allah’ın dilediğinden başka bir şey istememizin imkânı var mıdır!?” deyince Mansûr hatasını anlayıp affını niyaz etmiştir. Ancak onun bu niyazı kabul edilmemiş, başını feda etmedikçe sulh olunmayacağı kendisine ihtar edilmiştir.

O andan itibaren Hallac’ın sanki dili tutulur ve “Ene’l-Hak!” demeye başlar. Bu yüzden zindana atılır. Şirkle, zındıklıkla itham edilir. Zindanda kendisine derler ki: “Ben Allah’ın kuluyum de, kurtul!” O: “Ya ben ne diyorum?” der ve yine “Ene’l-Hak” demeye devam eder. Nihayet idam edilir. 1

Demek bir kul, ne kadar mukarreb olursa olsun, aklı başında olduğu halde “rıza-i İlâhî dışında bir tasarrufa” kendini yetkili zannederse gazab-ı İlâhîyi celb eder ve şiddetli mes’ul olur. (Haşiye) Cenab-ı Hakk’ın sevdiği bir kuluna dünyada “makbul bir duâ” bir başka tabirle himmet ve tasarruf izni vermesi asla yetki aşımını kaldırmaz.

O yüzden “Tasarruf Sahibi” denilen veliler: “Ben kendi irademle hareket etmiyorum” derler. 2 Yani onlar aslında O’nun murad ettiği şeyi O’ndan isterler. Razı olmayacağı bir şeyi isteyiveririz diye çekinirler. Sultan-ı Zülcelâl’in hoşlanmayacağı bir duâyı yapmaktan, yani “kabul olunmayacak duâdan” Allah’a sığınırlar. 3

Aynı şekilde, kendilerine şefaat yetkisi verilenler de: “Onlar Allah’ın rızasına ulaşmış olanlardan başkasına şefaat etmezler. Onlar (lâyık olmayan birine şefaat ediveririz diye) Allah korkusundan titrerler.” 4

Anlaşılan o ki, Bediüzzaman Hazretleri’nin, kendisinden duâ isteyenlere namazı kılmaları kaydıyla duâ etmesi; inşallah ehl-i necat olacaklarına dair büyük müjdeler verdiği talebelerine ise, yedi kebâiri terk ve tesbîhata devam etmelerini şart koşması boşuna değildir.

Bunun sanki “kabul olunmayacak duâyı yapma konumuna düşme” korkusuyla ilgili gizli ve mahrem sebepleri vardır.

“MAKBUL DU” ÇİFT TARAFLI OLANDIR

Böyle büyük velilerin himmet ve duâsından istifade edebilmek, tabiri caiz ise ellerini tutabilmek için evvelâ kendi elimizi onlara uzatmak gerekir. Çukurdaki kişi, kendi elini uzatmayınca yukarıdaki onun elini tutamaz! Tesbihata devam o yüzden çok mühimdir. Kendisinden duâ isteyenlere Üstad Nursî’nin (ra) sözü budur: “Bize duâ eden, duâmıza dahil olur.” 5

İKİ TARAF DA TAM HÂLİS İSE DUÂ MAKBUL OLUR

“Karşılıklı olması” makbul bir duâ için nasıl önemliyse bu duânın sırf Allah’a minnet duygusu içinde yapılmış olması da bir o kadar önemlidir. Kula minnet işin içine girmişse iş karışır, halis duâ bulanır.

Sözgelimi zekât verilirken zekât olduğu (Allah namına verildiği) hissettirilmediğinde -meselâ kendi malından ‘bir hediye gibi’ verildiğinde- alan fakir duâ etse bile, bu malı tam “Allah namına” alamayacağı, bir cihette verene de manen borçlu kalacağı için yapacağı duâ tam hâlis ve makbul olamaz. 6

O halde minnet yükleyen bir hediye sebebiyle edilecek duâ ne kadar makbul olabilir? Peki ya, salâhatı sebebiyle duâsı makbul olur diye verilen bir hediye, bu durumda nasıl alınabilir!?

TASARRUF SAHİBİ OLMAK ÇOK DİKKAT İSTER

“Rüyada Bir Hitabe” bir yönüyle tasarruf sahiplerinin bu makbul duâ iznini kullanırken, olaylara nereden bakmaları gerektiğinin bir testi veya eğitimidir.

Üstad’ın (ra) hayatta iken izn-i İlâhî ile tasarruf sahibi olduğuna dair çok sayıda kerameti bilinmektedir.

Bu tasarrufunun vefatından sonra da devam edip etmediğine gelince: Merhum Ali İhsan Tola (rh), ziyaretine gittiği bir gün Üstad Bediüzzaman’ı (ra) çok sevinçli görmüş ve sebebini sormuştur.

Aldığı cevap şudur: “Kardeşim! Ben tasarrufumun hayattan sonra da devam etmesini Cenab-ı Hak’tan istiyordum. O duâm kabul edildi.” 7

Beyne’l-evliya meşhurdur ki, “Memattan sonra hayat-ı Hızırî’ye yakın bir hayata mazhar olan evliyalar vardır.” 8

Üstad Nursî’nin (ra) tasarrufunun vefatından sonra devam ettiğine bazı vukuat da delâlet etmektedir. 9

İşte nasıl ki, hayatta iken ziyaretine gelen bazılarının bu hürmetlerine mukabil yol paralarını vererek, hediye hükmündeki bu ziyaretlerin bedelini ödemek istiyordu. (Bu tavrıyla onların niyetlerini de tashih ediyordu.)

Keza öldükten sonra dahî, bir nevi hediye sayılan ziyaretlerin minneti altında, lüzumsuz taleplerin kendisini rahatsız edeceği için olsa gerek, kabrinin bilinmesini istemiyordu. “Hayatta rahat yüzü görmedim. Mezarımda rahatsız edilmemek için mezarımın gizli kalmasını niyaz ediyorum” diyordu. 10

Eğitici bir menkîbe olarak nakledilir ki, bir zaman âmî bir sûfî, büyük bir velinin türbesini ziyarete gider. Eşeğini dışarıda bırakıp içeri girer. Duâsını yapıp çıktığında eşeğin kaybolduğunu görür.

Telâşla tekrar türbeye koşup bu veliyi vesile yapar ve Allah’tan yardım diler. O anda kabirden çıkan bir silüet, biraz sonra yular elinde eşeği getirmiştir. Sitemle: “Bir daha ziyaretime geldiğinde beni uğraştırma! Eşeğini iyi bağla!” der.

Açıkçası Üstad Bediüzzaman (ra), adabına uygun ve hâlisane ziyaret edemeyenlere ne dünyada, ne de berzahta borçlu kalmak istemiyor, onların, kaderin sahibi olan Sultan-ı Zülcelâl’in razı olmayacağı şekildeki duâlarına vasıta olmaktan da çok çekiniyordu.

HAŞİYE: Ancak Cibali Baba gibi “zahiren âkıl görünürken meczup” ise o her halde mes’ul olmaz. (bk. 26. Mektup, 4. Mebhas, 9. Mesele; 29. Mektup, 9. Kısım, 7. Telvih.)

DİPNOTLAR:

1) bk. Tasavvuf Tarihi, M. Ali Aynî, 202, Kitabevi Yay, İst. 1992.
2) N. ŞAHİNER, S. Şahitler, III/292.
3) bk. Müslim, Zikir, 73; Nesâî, İstiâze, 21.
4) Enbiya 21/28; ayrıca bk. Tâhâ 20/109; Necm 53/26.
5) N. ŞAHİNER, age, III/251.
6) bk. 22. Mektup, 2. Mebhas.
7) İhsan ATASOY, A. İhsan Tola, 87, Nesil Yay.
8) Barla L. 3. Kısım, 337.
9) Numune nevinden bk. N. ŞAHİNER, age, I/247-250; III/401
10) N. ŞAHİNER, age, II/166; ayrıca bk. age. II/435; III/206.

Abdurrahman AYDIN

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*