Anlaşılan, AKP de bu konuda MHP formülüne dümen kırıyor. Hatırlanacağı gibi, Merve Kavakçı’nın seçildiği halde sokulmadığı Mecliste, yine Antalya’dan, başındaki örtüyle oy alıp seçilen ve hemen ardından başını açarak yemin törenine katılan bir MHP’li milletvekili vardı.
Başörtüsü meselesindeki “çözüm” formülünü bu şekilde ortaya koymuş olan MHP, aynı tavrı 12 Haziran seçimi öncesinde de devam ettiriyor.
Bunun yeni bir örneği, Uşak ikinci sıra adayının, Bahçeli tarafından yöneltilen “Seçildiğinizde başınızı açmayı kabul eder misiniz?” sualine olumlu cevap vermiş olması (Milliyet, 13.4.11).
Başörtüsünü, “dinin emrettiği tesettürü tamamlayıcı bir unsur” olmaktan çıkararak, girişte vestiyere bırakılan bir “aksesuar” konumuna indirgeyen bu “çözüm”e kimsenin ihtiyacı yok.
MHP de, AKP de alsınlar, başlarına çalsınlar.
“Başörtülü aday yoksa oy da yok” kampanyası açanların ve sekiz buçuk yıllık AKP iktidarında da devam eden acımasız yasağın mağdurlarının, söz konusu partilerce sergilenen bu gayri samimî tavra verecekleri bir karşılık olmalı, değil mi?
Hele Erdoğan’ın Strasbourg’daki “one minute”lerinden birine de muhatap olduktan sonra!
Orada ne diyor Başbakan: “Başörtüsünü parlamentoya girmek için pazarlık konusu yapmak da, bu yüzden seçimi boykot etmek de yanlış.”
Ama bu tepkilerin dayanakları çürük. Bir defa o kampanya, sekiz buçuk yıl önce bazı AKP önde gelenlerinin meydanlarda “Çözmek namus borcumuzdur” deyip, sonradan “Canım, o kadar da büyük bir sorun değil, ancak yüzde bir buçuğun meselesi, çözümü için de söz vermemiştik zaten” diye çark ettikleri, ama yakıcı bir şekilde devam eden başörtüsü yasağı probleminin aşılmasına belki katkısı olur ümidiyle yapılan bir çalışma. Pazarlık için değil. Ve seçimi boykotla AKP’ye oy vermemek farklı şeyler. AKP’ye oy verilmeyince seçim boykot mu edilmiş oluyor?
***
“Öz gitti, Ergenekon bitti” mi?
Özel yetkili Ergenekon savcısı iken, bu yetkileri alınarak “düz’ başsavcı vekilliğine getirilen Zekeriya Öz’ün görev değişikliğini, “terfî yoluyla kızak” şeklinde değerlendirenler olmuştu. Buna karşı, “Öz gitti, Ergenekon bitti diye birşey söz konusu değil” gibi açıklamalar yapıldı.
Bilâhare, tartışmaların odağındaki isim olarak, görevini devrederken yaptığı konuşmada “Ben tek başıma birşey yapmadım. Askerî makamların da emeği var, merkez komutanlığının da. Askerler de kanunlara saygı duyarak bu işlerin yapılmasına müsaade ettiler” diyen Öz’ün, özel konuşmalarında “Ordu da, hükümet de benden rahatsızdı” dediği öne sürüldü (Taraf, 13.4.11).
Ama Öz bu iddiayı gazeteye aynı gün gönderdiği ve ertesi gün yayınlanan açıklaması ile yalanladı. Konumu gereği öyle de yapması icap ediyordu.
Şimdi önemli olan, sürecin bundan sonra nasıl yürüyeceği. Bakalım, “Her yiğidin bir yoğurt yeme tarzı var” (Milliyet, 12.4.11) diyerek işbaşı yapan özel yetkili Savcı Cihan Cansız başta olmak üzere, görev ve yetkilerin devredildiği yeni ekibin döneminde gidişat nasıl şekillenecek?
***
Bu ne sivil irade, bu ne açıklama…
Peki, Erdoğan’ın Strasbourg’da “Sivil iradenin yönetimi altında” dediği TSK’nın Balyoz açıklamasını “yanlış” olarak nitelemesini nasıl yorumlamalı? ABD Büyükelçisinin diline düşen “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” sözü uyar mı?!
Benzer konuda makaleler:
- Başörtülü aday samimiyetsizliği
- Sistem dikiş tutmuyor
- Almanya´da örtü yasağına red
- İnternet andıcına tepki
- BAŞÖRTÜSÜ aksesuar değil
- Hiçbir siyasî parti başörtülü kadın aday istemiyor, neden?
- Yasaklanan reklâm filmi
- “Özel yetkili mahkemeler”
- TSK Said Nursî ile barışmalı
- Demokrat formül
1959 Kütahya doğumlu. İlk ve ortaöğrenimini burada tamamladıktan sonra İstanbul Hukuk Fakültesini bitirdi. Fakülteye girdiği yıl Yeni Asya Yayınlarında çalışmaya başladı. Yayınevinin çıkardığı çok sayıda kitabın editörlüğünü yaptı. Bu görevini sürdürürken, 1984-92 yılları arasında, aylık Köprü dergisinin sorumluluğunu üstlendi. 1988 yılı başından itibaren yayına başlayan Bizim Aile dergisinin kurucu editörü oldu. 1992 yılından bu yana Yeni Asya Gazetesinin Genel Yayın Yönetmenliği ve Başyazarlığı görevlerini yürütüyor.
İlk yorum yapan olun