Rabbimizin emirlerinden tesettürün bir parçası olan başörtüsü konusu hâlâ hassasiyetini koruyor. Bu konuya değişik yaklaşımlarla getirilen yorumlar kamuya çokça arz edildi. Herkesin hareketinin ana noktası olan “tesettürün Allah’ın emri olması” hususundan ziyade bu emrin anlaşılması, yorumlanması ve uygulanmasındaki farklılıklar maalesef konuya daha farklı ve sarsıcı, hatta tehlikeli hassasiyetler de getirmekte. Diğer taraftan ise statükonun ve mevcut âmir olan kanunların ve tatbikcilerin durumu ise en sıkıntılı nokta.
Düne kadar, okullarda okuyan kızlarımız, öğretimin bir kısmında bu sıkıntıyla karşılaşınca, iki tavırdan birini segilemek durumunda bırakıldılar. Birisi başörtüsünden kesinlikle taviz vermeyerek tavrını netleştirip, olabildiği kadar demokratik yollarla direnip, tahsil hakkını alıncaya kadar beklemek. Diğeri ise kapıdan içeriye başını açarak girip, kapıdan çıkarken tekrar kapatarak ve öğrenime bu vicdânî sıkıntılarla, kişilik problemleriyle vs. devam etmek.
Başörtülü olarak okuluna devam edemeyen kızlarımız çözüm yolu aradılar. Bir kısmı, kendilerine özel sektörde yer aradı, buldu. Kimisi, iman hizmetlerinin bizzat içinde kalarak istihdam edildiler. Evine dönenler ise, ayrı ve farklı muamelelerle karşılaştılar. Evlenenler ise, yarım kalan tahsilinin özlemiyle evlâtlarını büyüttüler.
Okuluna başını açarak devam edenlerin bir kısmı ise, farklı ve öncesinden yaşamadıkları, çok da zorlarına giden bir tepki ile karşılaştılar kimi yakınlarından: İhanet. Yani kalede delik açmakla suçlandılar. Bu haller, onlara acı bir hatıra olarak kaldı. Taş gömdüler içlerine. Bu kızlarımızın zoruna giden bir diğer husus, okul arkadaşlarının ve idarenin şüpheli ve bir o kadar da rahatsız edici yaklaşımları idi. Bu belki öteki sıkıntıdan daha baskın idi. Ne İsa’ya, ne de Musa’ya yaranamamışlardı. Bütün bunların daha baskın olanı ise; içlerindeki, kalblerindeki sonuçlanmayan muhasebe, gizliden gizliye içlerini kemiriyordu… Bir kısmı ise, nefsine ve çevresine kapılarak açık hayatına dışarıda da devam ederken, esasında vicdanı sürekli sıkıntılar içerisinde kaldı.
Başını açmayan kızların aileleri… Açarak devam edenlerin aileleri… Ehl-i iman siyasetçilerin ve idarecilerin hâlleri… Başörtülü tahsili istemeyenlerin, kimbilir vicdanlarındaki sıkıntıları…
Ve bir dönem böylece gidiyor işte…
Biz bunlarla meşgul iken kimi kızlarımız bir şekilde okulundan mezun olup hayata atılarak, okuldaki gibi ‘içeride açık, dışarıda kapalı’ olarak hizmet ve hayatlarına devam ediyorlar. Toplumun herhangi bir noktasında hizmetlerini “yaralı bir şekilde” sürdürüyorlar. Bu taraftaki kızlarımız ise, yukarıda anlatıldığı gibi devam ediyorlar.
Kaç sene geçti geride? Ve kaç seneyi alacak bu konu? Kızlarımızı “İnşâallah bu konu hallolacak”larla artık nasıl tesellî edeceğimizi şaşırır olduk. Kalbimizde, dudağımızda buruk duâlarla bakakalıyoruz…
Eyvah! Bunları düşünürken küçük kızım büyümüş, yüksek tahsilin kapısına gelmiş. Ne yapacağım şimdi? Bu filmi başından itibaren tekrar oynamak mı? Acaba elimizi açsak, “Ve hüve alâ külli şey’in Kadîr” (Allah herşeye kadirdir) desek sabırsızlık mı gösteririz?
Ama herkes kendi hesabını verecek. “Velâ tezirû”yu derslerde okurken, uygulamada nasıl yapacağımızı bilemiyor veya yanlış uyguluyorsak epey işimiz var demektir.
Başörtülü tahsile çözüm oluncaya kadar hep bunlarla mı meşgul olarak oyalanacağız? Bunları “imtihanın bir çeşidi” diyerek mi cevaplayacağız? Bir yerlerde birşeyler eksik gibi geliyor bana…
Bu yazıyı okumanın değil de yazmanın ne kadar zor olduğunun farkında mısınız? Nice sorgulayıcı düşüncelerin ardından cesaretlenerek kaleme aldım.
Münâzarât’tan aldığım “meşrûtiyet dersi” ile müşaverenize arz ettiğim bu mülâhazamdaki hatalarımdan dolayı Rabbimin affına sığınıyorum.
Başörtülü olarak okuluna devam edemeyen kızlarımız çözüm yolu aradılar. Bir kısmı, kendilerine özel sektörde yer aradı, buldu. Kimisi, iman hizmetlerinin bizzat içinde kalarak istihdam edildiler. Evine dönenler ise, ayrı ve farklı muamelelerle karşılaştılar. Evlenenler ise, yarım kalan tahsilinin özlemiyle evlâtlarını büyüttüler.
Okuluna başını açarak devam edenlerin bir kısmı ise, farklı ve öncesinden yaşamadıkları, çok da zorlarına giden bir tepki ile karşılaştılar kimi yakınlarından: İhanet. Yani kalede delik açmakla suçlandılar. Bu haller, onlara acı bir hatıra olarak kaldı. Taş gömdüler içlerine. Bu kızlarımızın zoruna giden bir diğer husus, okul arkadaşlarının ve idarenin şüpheli ve bir o kadar da rahatsız edici yaklaşımları idi. Bu belki öteki sıkıntıdan daha baskın idi. Ne İsa’ya, ne de Musa’ya yaranamamışlardı. Bütün bunların daha baskın olanı ise; içlerindeki, kalblerindeki sonuçlanmayan muhasebe, gizliden gizliye içlerini kemiriyordu… Bir kısmı ise, nefsine ve çevresine kapılarak açık hayatına dışarıda da devam ederken, esasında vicdanı sürekli sıkıntılar içerisinde kaldı.
Başını açmayan kızların aileleri… Açarak devam edenlerin aileleri… Ehl-i iman siyasetçilerin ve idarecilerin hâlleri… Başörtülü tahsili istemeyenlerin, kimbilir vicdanlarındaki sıkıntıları…
Ve bir dönem böylece gidiyor işte…
Biz bunlarla meşgul iken kimi kızlarımız bir şekilde okulundan mezun olup hayata atılarak, okuldaki gibi ‘içeride açık, dışarıda kapalı’ olarak hizmet ve hayatlarına devam ediyorlar. Toplumun herhangi bir noktasında hizmetlerini “yaralı bir şekilde” sürdürüyorlar. Bu taraftaki kızlarımız ise, yukarıda anlatıldığı gibi devam ediyorlar.
Kaç sene geçti geride? Ve kaç seneyi alacak bu konu? Kızlarımızı “İnşâallah bu konu hallolacak”larla artık nasıl tesellî edeceğimizi şaşırır olduk. Kalbimizde, dudağımızda buruk duâlarla bakakalıyoruz…
Eyvah! Bunları düşünürken küçük kızım büyümüş, yüksek tahsilin kapısına gelmiş. Ne yapacağım şimdi? Bu filmi başından itibaren tekrar oynamak mı? Acaba elimizi açsak, “Ve hüve alâ külli şey’in Kadîr” (Allah herşeye kadirdir) desek sabırsızlık mı gösteririz?
Ama herkes kendi hesabını verecek. “Velâ tezirû”yu derslerde okurken, uygulamada nasıl yapacağımızı bilemiyor veya yanlış uyguluyorsak epey işimiz var demektir.
Başörtülü tahsile çözüm oluncaya kadar hep bunlarla mı meşgul olarak oyalanacağız? Bunları “imtihanın bir çeşidi” diyerek mi cevaplayacağız? Bir yerlerde birşeyler eksik gibi geliyor bana…
Bu yazıyı okumanın değil de yazmanın ne kadar zor olduğunun farkında mısınız? Nice sorgulayıcı düşüncelerin ardından cesaretlenerek kaleme aldım.
Münâzarât’tan aldığım “meşrûtiyet dersi” ile müşaverenize arz ettiğim bu mülâhazamdaki hatalarımdan dolayı Rabbimin affına sığınıyorum.
İlk yorum yapan olun