Her bir günahtan küfre giden yolun zeminini bu mekanizma hazırlıyor olmalıdır. Yine, düşünmemeye ve unutmaya yönelik gayretler, bu mekanizmanın üzerinde gelişmiş meyiller olarak gözükmektedir. Gerçeklerle yüz yüze gelmekten korkan insan, bir kaçış yolu arayacak, bunu bulamadığı anda iç alemine yansıyan stres faktörlerini çözmek yerine unutmaya, yani gölgelemeye çalışacaktır.
Aslında insanlar hayatı kendilerine zehir etmekte; aklın darlığını gözardı ederek yanlış algıları, uygun olmayan çözümleri, yalnızca onun ürettiği kısır çareleri ile hayatı stres, sıkıntı ve karanlıklar anaforuna dönüştürmektedirler. Maddi yapının, tabiat kanunlarının ve aklın yansıttığı varlık alemi, ferdin dünyasında tehdit unsurlarının, düşmanların dolu olduğu güvensiz bir yere dönüşmektedir. İşte insan, bütün bunların üstesinden tek başına gelmesi gerektiğini düşünerek gereksiz bir yük üstlenir ve bu yükün baskısı ve ağırlığı altında ezilir. İnsanın varlık alemiyle ilişkisi, bir yönüyle, hayatında ilk kez sinemaya gitmiş ve sinema olayının işleyişini bilmeyen bir şahsın sinema perdesinde cereyan edenleri algılayışına benzer. Senaryonun sergilenişi çerçevesinde bir eşkiya grubunun zulmüne maruz kalan bir masumun filmde yer aldığını düşünelim. Bizim izleyicimiz film başladıktan sonra perdede yansıyanları sahnede gerçek şahsiyetlerin yaşadığını zannedecek ve masumun kurtulması için bir şeyler yapması gerektiğini düşünecektir. Ancak karşısında yer alacağını düşündüğü silahlı grup onu büyük bir korkuya sevk edecektir. Yerinden kıpırdayamayacak, film boyunca hem bir şeyler yapamamanın azabını, hem de korku salan topluluğun tehdidini hiç gerekmediği halde film boyu ruhunda hissedecektir. Yaratıcısı ile bağlantısız bir varlık algısı içindeki insanın yaşadığı tehditler, korkular, stresler, vicdan azapları, adaletsizlik algıları ve bunlar karşısında bir şeyler yapamamanın verdiği azap, yukarıda zikrettiğimiz örnekten özde farklı değildir. Bu endişeler yersizdir ve işleyen halin aslını, özünü, gerçek konumunu bilmemekten kaynaklanmaktadır. Sinemadaki şahsın yersiz sinmişliği, köşeye sıkışmışlık duygusu, sosyal hayatta bastırılmış duygular şekline dönüşür. Bu hali İkinci Söz’de Bediüzzaman şöyle tasvir etmektedir: “Bir vakit, iki adam hem keyif, hem ticaret için seyahate giderler. Biri hodbîn, tâli’siz bir tarafa; diğeri hudâbîn, bahtiyar diğer tarafa sülûk eder, giderler.
“Hodbîn adam hem hodgâm, hem hodendîş, hem hodbîn olduğundan; bedbînlik cezası olarak, nazarında pek fena bir memlekete düşer. Bakar ki, her yerde aciz biçareler zorba, müthiş adamların ellerinden ve tahribâtlarından vaveylâ ediyorlar. Bütün gezdiği yerlerde böyle hazin, elîm bir hali görür. Bütün alem bir mâtemhane-i umumi şeklini almış. Kendisi şu elîm ve muzlim hâleti hissetmemek için sarhoşluktan başka çare bulamaz.”
Bastırma mekanizmasının en çarpıcı sosyal yansımalarından biri de sarhoşluk olmalıdır. Sarhoşluk, kendi konumunu ve varlığın konumunu yanlış algılamaktan kaynaklanan gereksiz bir sıkıntı ve kendi başına ürettiği, içten gelen bastırma mekanizmasının yanlış ve ölçüsüz kullanımı sonucu ortaya çıkan vahim sonuçtur. Bastırmanın en belirgin ortaya çıkış şekli unutmak, hatırlamamaya çalışmak, yüzleşmemek, yakınına gelmemek gibi tavırlardır. Bu anlamda “gaflet” kavramı ile yakın anlamlar içerir. Problemlerini çözemeyeceğini düşünen, onlarla yüzleşmekten çekinen ve çözmek yerine kaçmak eğilimine giren ferdin kaçacak yeri yoksa uyumakla bir rahatlama arayışı içine girebilir. Bu, çoğunlukla problemi çözmez ve daha büyütür. Uyandığında karşılaşacağı problemler küçülmüş değil, daha da büyümüş olacaklardır.
Yine kendini, bedenini, eğilimlerini, fıtratının özelliklerini tam anlamı ile tanıyamamış olan bir fert, kuvvelerin tezahürü şeklinde ortaya çıkan meyillerini de bastırmaya çalışır. Müsbete kanalize edildiklerinde maddi ve manevi tarakkinin basamakları olabilecek meyiller, bastırıldıklarında, iç basıncı yükseltecek, sıkıntıları artıracak ve zamanla ruh boyutunda patlamalara zemin hazırlayacak bir hale ulaşabilirler. Oysa fıtri mecralarına sevk edildiklerinde, hayatı kolaylaştıran, güzelleştiren ve en önemlisi esmâ-yı İlahiyeyi anlamaya basamak teşkil eden bir anahtar görevi üstlenirler.
Bütün meyiller ve savunma mekanizmaları, fıtrî mecralarında kullanıldıklarında, doğru tanımlanmış bir varlık algısı içinde yer aldıklarında hayatın ahengini düzenleyen, varlık ritmini akort eden unsurlar gibidirler. Kahrın da lütfun da hoş algılandığı bir ruh dünyası oluştururlar. Farklı bir mecraa yöneldiklerinde, zahiren kişiyi koruyan ama özde onu zarara uğratan bir yapıya dönüşürler. Ferdi aslî yapısına, özüne, bütün kâinatla ahenk içinde bütünleştiği hale değil, bilakis bu halin uzağına sürüklerler. Problemleri çözmek yerine, üzerlerini örterek derinleşmesini sağlarlar.
Hayatın en ağır gerçeği olan ölümden kaçmak, cenaze arabalarını görünce yolu değiştirmek, ölümü hatırlatacak şeylerden uzak kalmak neyi çözüyor? Ölümü öldürüyor mu? Bir bastırma mekanizması şeklinde cenazenin ardından sarhoş olmak, sigara üstüne sigara yakmak, hatta en nihaî boyutunda intihar etmek ölüm hakikati ile ilgili hangi problemi hallediyor? Belki de kaçmak yerine gerçek boyutuyla anlamaya çalışmak ve “merdane yüzüne gülmek”, tarifi mümkün olmayan nimetlerin ve sonsuz güzelliklerin kapısını ferdin alemine açacak sihirli değnektir.
Benzer konuda makaleler:
- Savunma mekanizmaları ve başa çıkma şekilleri
- Yapıp-Bozma
- Akla Uygunlaştırma
- Huzurlu bir ömrün garantisi imândır
- Yüceleştirme Mekanizması
- Yakınma mekanizması ve iman zaafı
- Akla uydurma mekanizması
- Aşırı girişkenlik
- Yadsıma
- Savunma Mekanizmaları ve Başaçıkma Şekilleri
İlk yorum yapan olun