İnsan fıtraten alakadar zerreden şemse kadar her nev’le. Bağlılık kaçınılmaz ihtiyaç. Bize bağların hakiki ve sağlamını bırakan efendimize asırlardır en âli bağlar yücelmekte.
20. yüzyılın: kalplerin esaret altına alındığı, ruhu çekilen beyanların ve insanların ziyadeleştiği, manası öldürülen lafızların el üstünde tutulduğu, gayelerin unutulduğu, sözlerle özlerin başkalaştığı, kalpsiz akılcılıkta ‘akılsız duygusallığın’ arasında gelgitlerin yaşandığı, bu kadar dramatik bir tablonun çizildiği durumun neticesinde özlerden başlayan köklü ve umumi arızanın yegâne sebebi; bağ eksikliğidir.
Değerle, hislerle, kalplerle, manevi iklimlerle kurulan bağların eksilmesi yada yitirilmesi sebebiyledir. Aynı evin içerisinde ayrı âlemlerde gezinmekten daha büyük bir yara mı olabilir? Yakınlar arasındaki muhabbet bağının koparılması dinimizce büyük günahlar arasında zikredilir. Nitekim insanın ailesini dışındaki ilişkileri, yakınlarıyla olan ilişkileriyle şekillenir. Toplumda sevgi ve dayanışma bağlarının değerlerinin çözülmesi ailedeki çözülmeden kaynaklanır. Öyle bir illet ki, kangren gibi küçük bir parçadan başlıyor küle yayılıyor. Kessen olmuyor, kesmesen gidiyor.
Kuran-ı Kerim’de ‘Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya… Himayeniz olanlara iyi davranın. Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez.” (Nisa, 36) Bu sevginin kuvvetlenmesine, vazifenin yerine getirilmesine götürene en selim yol; ziyarettir. Ya madden ya manen…
Bize ihtiyacı olan, yolumuzu gözleyen anne-babalara, akrabalara cevap vermektir. Maddeleşen atmosferde, buzdan cenazelere dönüşen hissiz bedenler nezaretinde ve gönüllerinde, şehirlerle uyum sağlayarak kentleşmeye başladığı şu demde en büyük sıkıntı ve tehlike yalnızlaşmaktır. Kronik bir rahatsızlık olarak tezayüd ederken dostlarımızın, evlatlarımızın, akrabalarımızın istediği bir nebze olsun, dertlerini paylaşacak birilerinin yanlarında olduğunu bilmektir. Zayıflayan değerlerin aksine bu samimiyet ne kadar sıkı tutulur, bu dini şeair sukut ettirilmezse ilişkilerimiz umarsız ve duyarsız olmaktan çıkacaktır. Kendimizin dışındaki insanları, en yakınlarımızı umursamak olduğumuz hakikati maalesef acıtan gerçeğimiz. Huzuru, sevinci, üzüntüyü, varlığı; yokluğu bireysel olarak yaşamaya hızla ilerliyoruz. Oysa paylaşım ve paylaşıldıkça artan anlamlar fıtratımıza, ihtiyacımıza uzak değil. Kaybolma noktasına gelen akraba ilişkilerini bu derece zayıflatan mantıklı (!) hakikatimiz ne olsa gerek. Oysa dinimiz, bir taraftan akraba ilişkilerimizi mümkün mertebe kuvvetlendirmemizi, onlardan muhtaç konumda olanları koruyup kollamamızı emrederken, diğer taraftan da yakınlarla ilişkilerimizi koparmamızı yasaklıyor.
Sıla-i rahim, efendimizin ilk tebliğleri arasındadır. “Kim rızkının Allah tarafından genişletilmesini, ecelinin uzatılmasını isterse sıla-i rahim yapsın.” (Buhari Edeb 12) yine efendimiz, “Akrabadan gelen iyiliğe misliyle karşılık veren kimse tam manasıyla akrabasına sıla etmiş değildir. Gerçek sıla, kendisiyle ilgiyi kesenleri görüp gözetmektir. “(Buhârî, Edep, 15) Rızkında genişlik, ömründe uzunluk isteyen, adım unutulmasın diyen sıla-i rahim yapsın!” (Buhâri, Büyû, 13, Edeb, 12;) buyurmuşlar.

Benzer konuda makaleler:
- Allah´ın “VÜCÛD” sıfatını düşünmek
- MADDÎ VARLIĞIMIZI DÜŞÜNÜP HARAM GIDA ve İLAÇLAR ALARAK, MANEVÎ VARLIĞIMIZI ZEHİRLEMEMELİYİZ!..
- İslâm, Rusya’da kıyamet gününe kadar var olacak
- Şefkat odaklı insan modeli
- Anne rahmindeki mucize
- Bir rahmet külçesi: Sıla-i rahim
- Tesettür fıtrîdir