Bayram: Cennetin gölgesi

Bayram güzel şey…

Gökyüzüne bakmak gibi…

Cennete gider gibi…

Çocuklar gibi günahsız…

İmtihanda en kolay sorular gibi…

Tatlı bir rüya görür gibi…

Ödenmiş borçlara benziyor.

Üstümüzden dağlar kalkmış gibi…

Çok güzel bir kitaba başlamak gibi…

Yumuşak sesler gibi…

Anne gibi, baba gibi…

Rüzgârla dalların aşkı gibi…

Çölde bir bakraç su gibi…

Zifiri karanlıkta ışık gibi…

Kalbi yerinden söken aşk gibi…

Selâmün aleyküm, merhaba, hoş geldin gibi…

Dil bilmeden anlaşmak gibi…

Acıyla bile şakalaşmak gibi…

Pırıl pırıl sofralar, dallarda meyveler gibi…

Yerinde söylenen kelimeler gibi…

Yorgunluğuma serilen bembeyaz yataklar gibi…

Bayram çocukluğumun bütün saflığı…

Sebebli sebepsiz gülüşlerim gibi…

Kıpır kıpır işlerim, beni besleyen düşlerim gibi…

Hani birden açar ya güneş…

Kara bulutlar dağılır ya…

Umutlar kaplar ya her yanı…

Ölüler mesut ve bahtiyar ya mezarlarında…

Çekirdeğin kabuğunu kırdığını görmek var ya…

Ölümün de öldüğünü bilmek var ya…

Kıştan bahara düşmek var ya…

N’ideyim bu fâniyi; dar geliyor bana.

Yok, yok; bu tapular, bu diplomalar “bayram” olamaz!

Çekip giden şeylerden bayram mı olur!

Ölüm bir gül gibi açacak işte!

Sevgilerim mezarda çürümez öyle.

Kaç bahar gördüm; yalan mı!

Kaç ölü bahçeler dirildi gözümün önünde!

Bana yokluktan söz açma!

Ölüm… sonsuzluğa ilk durak…

Beni bir papatyanın, gelinciğin gözlerine bırak.

Bana… daha, daha bayram… diyorsun!

Bir çekirdekten öğrendim sonsuz tebessümü.

Kocaman bir çınar var, bağrımda, dedi.

Yüzlerce yıllık rüyalar görürüm.

Bir ölür; kaç budak kaç yaprak dirilirim.

Ölümün bağrına düşmeseydim;

Yapraklarım güneşlerle oynaşmazdı.

Bayramı gördüm: Çiçeklerde, kelebeklerde…

Gecenin gündüze dönüşünde…

Bayram… bütün ölümlerin içinde…

*

[2]

Ben anlamam;

Buna “bayram…” derler.

Bütün küslükler, kutuplaşmalar bitecek.

Gelincikler el öpmeye gelecek;

Harçlıklar hazır olsun.

Ben anlamam; biz insanız…

Beşeriz şaşarız.

Dolup taşarız.

Aşırı hallerimiz hâl değil…

Dil değil; yakıcı bir şey dilerimiz…

Gökyüzüne bak;

Gece gündüz bayram yeri…

Çiçekler, kuşlar, ağaçlar öyle…

Ölüler bile güler bayramda.

Mezarlıklar bayram yeri…

Ben anlamam;

Küslükler, düşmanlıklar Cehenneme…

Kutuplaşmalar kutuplara…

Sen hâlâ nereye gidersin;

Bayram geldi.

*

[3]

Bayram mı?

Elime vurup ekmeğimi alma! Kalemime, kitabıma karışma! Önümden çekil! Beni gökyüzüyle baş başa bırak!

*

[4]

Bayram geldi. Geldi de nereye ve nerede? Ha, bayram insanın içinde, diyeceksiniz de… içimizin o neşesini yansıtacağımız aynaların da yolu kapalı… Kâbe ve camiler yaralı… Maskeli… Mesafeli… Sessiz… Üzgün… Mahzun…

Şimdi bayram, ama işte o hasret cümlesinin tam zamanı: “Nerde o eski bayramlar?” Çoktandır uzaktık hem kendimize hem ötekimize… Ne oluyoruz, demeye gerek yok; unutmuştuk selâmlaşma, tebessüm, yardımlaşma, düşeni kaldırma, nezaket, nezafet, safiyet, uhuvvet, muhabbet, meşveret, iyi niyet, merhamet, hürmet… bayramlarını.

Bay-ram… zen-gin-lik demek…

Zenginlik… azken/çokken vermek demek…

Zenginlik… elimizdekilerin, kendimizin emanet olduğunu bilmek…

Zenginlik… âciz, fakir olduğumuzu kabullenmek…

[5]

Her şeye rağmen bayramınızı can u gönülden tebrik ediyor; insanlığımıza bulaşan bu “virüslerden” bir ân önce temizlenmek için ciddî gayretlere de birbirimizi usûletle ve suhûletle teşviklere çok ihtiyaç var, çook.

İçim kan ağlıyor; can ağlamak istiyorum. Kavuşmalı bayramlara kavuşmak temennîsiyle…

Selâm, hürmet, muhabbet, duâ…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*