Bayram ve güzellik algımız

Akıcı nehirde yansıyan Güneş sabit olduğu için, onu yansıtan damlacıklar da sabitmiş gibi algılanır. Oysa, yansıtan damlacıklar sürekli yenilenmekte ve her yeni yansımada farklı mânâlar hasıl olmaktadır. Varlık âleminde de benzer bir şekilde, sabit olan esmayı yansıtan varlıklarda bir süreklilik, kalıcılık, sabitlik gözlense bile, geri planındaki zerreler âleminde her an bir tazelenme vardır.

İyice yaklaşan bayram günleri güzel düşünmenin ve hayata güzellikler penceresinden bakmanın da bir egzersizi olmalı. Ramazan ile sabır ve şükre alışan ruh, artık hayatın ve sahip olduklarının, en önemlisi de verenin farkındalığı ile hayatı çok farklı bir perspektiften algılıyor olmalı. İşte bayramın ve oluşturduğu psikolojinin böyle bir farklılığı var. Güzelliklere olan hassasiyeti artırıyor. Varlıkla olan bağlantıda ve sosyal düzende barışın hissedilmesine ve hedeflenmesine zemin hazırlıyor.

İmam-ı Mübîn, her şeyin aslını, özünü kuşatan mânâlar âlemidir. Yani her şeyin aslı mânâlardır. Bu esmâ-i İlâhiye’yi ifade eden mânâlar da,—esmâ mutlak olduğu için—mutlaktırlar. Yani bir sınır, şekil, zaman ve mekân içinde ifade edilemezler. Ancak bunların ifade edileceği, dolayısı ile cemal ve kemalin gösterileceği idrakler, ifade edilecek alan sınırı ve mânâlara nisbeten “küçük bir sayfa” gibidir. Varlıklar âlemi, İmam-ı Mübîn’deki küllî mânâların ifade alanı olan sayfa konumundadır. Her bir hal, her bir duruş, her bir ses, her bir bakış, her bir kıpırdanış… kısacası kâinatta değişim, başkalaşım adına ortaya çıkan her şey, farklı bir mânâ ifade eder. Küllî mânâları cüz’î âleme sığdırmak için akıl almaz sıklıkta değişimler ve başkalaşımlar olur. Zerrelerde her an tazelenme, bu tazelenme içinde bir yerden başka bir yere, bir varlıktan diğerine süratle geçişler gözlenir. Karmaşa gibi görülen bu hızlı değişimler, mânâların küçük sayfada ifade edilebilmesi için silinip tekrar yazılması ve kalem ucunun sayfanın her yerine dar bir zaman aralığında ulaşabilmesi telâşının tezahürü olan aceleci tavırdan kaynaklanıyor olmalıdır. Bu hal, esmânın—sür’atle akan bir nehirdeki damlacıklar üzerinde sabit, daimî ve kalıcı Güneşin aksi misali—zerrâtın zaman nehrinde akmasıyla sürekli tazelenmesine benzer. Akıcı nehirde yansıyan Güneş sabit olduğu için, onu yansıtan damlacıklar da sabitmiş gibi algılanır. Oysa, yansıtan damlacıklar sürekli yenilenmekte ve her yeni yansımada farklı mânâlar hâsıl olmaktadır. Varlık âleminde de benzer bir şekilde, sabit olan esmâyı yansıtan varlıklarda bir süreklilik, kalıcılık, sabitlik gözlense bile, geri planındaki zerreler âleminde her an bir tazelenme vardır. İbda boyutundaki bu anlık yenilenmeler ile inşâ boyutundaki ruh ve hayatı şekillendiren yenilenmeler, bu kavramların ortaya çıkışına zemin hazırladığı gibi, “makro boyutta”ki değişimleri de gösterir. Yağmur yağar, kelebekler uçar, Güneş doğar, sosyal yaşantının koşuşturmacaları devam eder, savaşlar olur, asırlar başkalaşır, kâinatın oluşumu ile ilgili değişim tezleri ortaya konur. Bütün bunlar şuur sahiplerinin ruhlarında makes bulup şiirlere, romanlara, resimlere, türlü türlü san’atlara dönüşür. Algılarla, şuur sahiplerinin ruhlarında mânâlara dönüşür. O ruhlara ulaşmayanlar, “nazar-ı dekâikâşina” olan her türlü inceliği kuşatan küllî bakıştan uzak kalamazlar, onlar da mânâya dönüşürler. Gölgelemekle, değişimle, arızîlikle ve acziyetle iç içe olan mülk geçicidir, değişir, her an tazelenir, itibarî ve farazî bir haldedir. Elle tutulur, gözle görülür bir temel yapı taşı arayan fizikçilerin mikro âlemde karışık, şekilsiz, soyut, ele avuca gelmez, kuşatılamaz bir dünya ile karşılaşmaları da bu hali doğruluyor olmalıdır. Mülkün farazîliği, sabit, kalıcı ve daimî olmadığı, bu âlemde daha net görülür. Bu ele avuca sığmayan zerreler bir ân-ı seyyâlede çok çok küçük zaman dilimlerinde bir an görüntüyü yansıtıp hemen kaybolurlar. Bu anlık değişimler ve başkalaşımlar, zerreler boyutunda varlığı makro boyuttaki gibi kuşatmamıza engel olur, adeta orası hayal âlemi gibidir. Makro boyutun kuşatabildiğimiz ve idrak edebildiğimiz görünümleri ise, bize hayalî ve kuşatılması imkânsız gözüken temel üzerine binâ edilmiştir. Mülkün, varlığın, eşyanın özünde sabitlik, devamlılık, kararlılık ve beka görülmemektedir. Asıl olan, kalıcı ve baki olan nihaî mahsulat ise mânâlardır. Bu yüzden zerrelerde ve bütün mahlûkatta olabildiğince çok sayıda mânâya mazhar olma telâşını hissettiren bir meyil olarak değişimler, başkalaşımlar gözlenir. Merkezi bir konumu olan insanın telâşı ise, daha fazla mânâya muhatabiyet olmalıdır.

Günlük yaşantıyı değerlendirirken, acımasız katliâmların, menfaat çatışmalarının, işkencelerin kısacası insandaki sınır tanımaz gadabî ve şehevî kuvvelerin uçlarda tezahürlerinin ortasında en uç zıtlıkları yaşarken zaman zaman varlığın kesretinden ve boğuculuğundan çıkıp bu mânâlar düşünülmezse büyük bir karamsarlık ve ruh çöküntüsü yaşanabilir. İnsanlık adına en uç şeylerin yaşandığı, iyilik ve kötülük namına en çarpıcı görüntülerin sahnesi olan şu âlem, her şekli ile esmâ hasıl etmektedir. Nazarlar fıtrî halleri olan işleyişin gerisindeki esmâya yönelmezse varlığın ismî boyutu ile gölgelenir ve o nazarların gerisindeki ruhlar kararır. Oysa varlığın aslı ve özü esmâdır. Esmâ ise hep aydınlıktır ve hep güzeldir. Tek yapılması gereken güzel düşünmek ve güzel görmek olmalıdır. Dünyanın çok iç karartıcı gibi gelen şu anki manzarası karşısında bile bayram coşkusu ve güzelliği ancak bu bakış ile yaşanabilir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*