Bayramınız bayram ola!

Arefe günü Hacılar, Hz. Âdem (as) babamızla Hz. Havva annemizin cennetten dünyaya gönderilmelerinin ardından kavuştukları yer olan “Arafat Dağı”nda idiler. Arafat’ın bir ismi de “Cebel-i Rahme”dir. Allah’ın affı ve rahmeti burada o kadar çok talep edilir ki, bu mânâyı bilenler, tarifi imkânsız bir heyecan yaşar.

Burada gördüğünüz her hangi bir hacının duâsına “Âmin!” demeniz için söylediklerini anlayıp anlamamanız çok önemli değildir. Çünkü lisan-ı hâli öyle bir anlatır ki, sözcükleri anlamanıza gerek kalmaz…

Arafat’ta kızgın güneşin sıcağında beyaz ihramlara bürünmüş Müslümanlar günahlardan nedâmet ediyorlardı. Irklar, renkler, diller, memleketler, kıtalar ayrı ayrı idi; ama bu ayrılıkta bir gayrılık yoktu; hepsi Allah’a inanmış ve onun davetine icabet ederek buraya gelmişlerdi. Kefene burunmuş bir berraklıkta Hz. İbrahim’ın (as) “haliliyetini” yaşamaya çalışıyorlardı.

Kim bilir belki hacı adayları “mikat”ta yıkanarak ihrama girince iki rekât namaz kılıp, “Ya Rabbi! Ben haccetmek istiyorum. Onu bana kolay kıl ve onu benden kabul et” diye duâ etti ve “telbiye”ye başladı:

“Lebbeyk Allahümme lebbeyk, lebbeyke lâ şeriyke leke lebbeyk. İnnel hamde ve’n-ni’mete leke vel mülk, lâ şerîke lek.”

Neydi “telbiyenin” mânâsı: “Allah’ım! Davetine uyarak emrine boyun eğdim. Senin davetine uymak benim boynumun borcudur. Senin eşin ve ortağın yoktur. Senin emrine boyun eğdim. Hamd ve nimet Sana mahsustur. Mülk de Senindir. Senin eşin ve ortağın yoktur.”

Bu duygularla Arafat’a gitmek insana dünyada emsâli olmayan bir tat veriyor. Mekke, boşalan bir şehir hâline gelmişti. Kâbe’nin örtüsü değiştirildi ve bayram günü Hacıları yeni örtüsü ile karşıladı.

Arafat yolculuğu çok heyecanlı başlar. Çünkü “Hac Arafat’tır.” İhramdan sonra haccın rüknü olan ‘vakfe’de duygular çok başkadır. “Vakfe duâsından” sonra gönüllerdeki sevinç, gözyaşlarından sel olur akar. Bu tesir üzüntüden değil, sevinçtendir. Allah’a ve Efendimize (asm) daha çok yakın olmaktan kaynaklanır.

Arafat, sevgili Peygamberimizin (asm) Yüce Allah’tan ümmetinin bağışlanmasını istediği ve onların bağışlanacağına dair İlâhî müjdeyi aldığı yerdir. Aynı zamanda Peygamber Efendimiz (asm) de 632 yılında ashabı ile birlikte yaptığı “Veda Haccı”nda yüz bini aşkın Müslüman’a verdiği “Veda Hutbesi”ni burada okumuş ve Hz. İbrahim (as) Cebrâil (as) ile burada konuşmuştur.

Arefe günü güneş batıncaya kadar Arafat’ta vakfe yerine getirildi, “duâsı” yapıldı, namazlar “cem-i takdim” edildi ve Müzdelife’ye doğru yola konuldu. Müzdelife’de “vakfe” yapıldı. Gece yarısından sonra az bir zaman burada duruldu ve sabah namazında Mina’ya doğru hareket edilerek yürüyüş başladı. Mina’da şeytan (büyük ve küçük cemerat) taşlama yapıldıktan sonra hızla “Mescid-i Haram”a tavafa gelindi.

“Harem-i Şerife” heyecanla gelen hacı dalgası onlardan önce gelen dalgaya karıştı ve günahlardan temizlenmiş oldular.

Tavafta ise hacılar “Kâbe’nin” etrafında duâlar okudu. Her bir dönüş olan “şavtı” yedi defa yaparak “tavafı” tamamladıktan sonra “Makam-ı İbrahim”de tavaf namazı kılıp, “Sa’y”e geçtiler. Hz. Hacer annemizin su ararken gidip geldiği o halis safiyetini taklit edip, tepeler arasında biraz hızlı gidip geldiler. Safa ile Merve tepeleri arasında gidip-gelirken “Allah’ın şiarı olan” bu ibadeti ifa ettikten sonra kurbanları kesip/kestirip traş olarak ihramdan çıktılar ve “Zemzemi” kana kana içtiler.

Kendi nefsini ve gönlünü Rabbine “kurban eden” hacılar, bundan sonra her kurban bayramında bu duyguyu yaşayacak, gelmeye imkânları olanlar gelmeye çalışacak; imkânı olmayanlar ise bu sevinci hep yüreğinde hissedecektir.

Eğer hacılarımız direkt Cidde’ye inip Mekke’ye gelmişler ise buradan Medine’ye ve Mescid-i Nebî’yi ziyarete gideceklerdir. Giderken yolda Hira ve Sevr mağaralarını düşünecek; Hicret’in ne mânâ ifade ettiğini daha çok tefekkür edeceklerdir.

Burada bir süre kaldıktan sonra ayrılık başlayacak ve incelmiş yürekler bu ayrılığa zor dayanacak, ağlayacaklardır. Memleketlerinden hacca gelirken “gidip de dönmemek var; dönüşte görmemek var” dedikleri evlâtlarına, eş ve dostlarına kavuşma sevinci bile bu ayrılığı teskin etmeyecek, Peygamberimizden (asm) getirdikleri müjdeleri eş, dost ve akrabalarına ulaştırarak rahatlayacaklardır. İşte biz, bu bayramda, hacılarımızın bu halleri ile olmaya çalışacağız, çocuklarımıza kurban bayramının güzelliklerini anlatma gayretinde olacağız.

Bizler de bayram namazının ardından “Allah-u Ekber, Allah-u Ekber!” diyerek kurban kesmeye gittik. Ardından Irak’ta, Afganistan’ta, Doğu Türkistan’da, Filistin’de ve diğer İslâm beldelerinde zulüm gören Müslümanlara duâ ettik. Bayram boyunca da Pakistan, Endonezya, Malezya ve Afrika ülkelerindeki musibete duçar olan devletlerin dertleri ile hemhâl olup, insanlığın gerçek huzuru bulmasını Allah’tan niyaz edeceğiz.

Bu duygularla bütün İslâm Âleminin ve okuyucularımızın bayramını tebrik eder, bayramın insanlığın hakikî bayramlara kavuşmasına vesile olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyaz ederiz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*