Bayramla bayramlaşmak

İnsanlık olarak iletişim teknolojisinin en üst noktaya ulaştığı bir zamanda yaşıyoruz. Artık, o uzağı yakın etme, 3G ile daha da gülümsüyor bizlere. Ama bu sanıldığı gibi değil. Bahsedilen zamanda yaşıyoruz yaşamasına da; bitkisel hayata girmiş, şifa bekleyen bir hasta nasıl hayata tutunma çabasına girmişse biz de öyle yaşıyoruz. Birbirine yabancılaşan, öyle olması gerektiğini düşünen, hatta bunu hayatında düstur edinen bir duruma bürünmüşüz…

 

Derd-i maişet bizi bu hâle getirmiş. Geçmişte lüks olarak nitelendirilen ihtiyaçlar şimdilerde zarurî ihtiyaç konumuna gelmiş. Öyle ki öncelik sırasında ilk sıraya yerleştirilir olmuş. Komşu komşusuna gözle dahi temas kurmaktan, selâm vermekten çekinir vaziyete gelmiş. Adeta birbirinden korkar olmuşlar, “Bir şey mi isteyecek acaba, bana merhaba derken?” diye.

Cenâb-ı Erhamürrâhimîn’e çok şükür ki; bize kim olduğumuzu, nereden gelip nereye gittiğimizi hatırlatan; insanları birbirine bağlayan gerçek bağların yeniden tesisine vesile olan bayram günleri yeniden tiryak misâl, tam zamanında geldi ve imdada yetiştirildi.

Öyle güzel anlar ki bayram günleri, birlik ve beraberliğin doruk noktaya ulaştığı, uhrevî bir hâl aldığımız çok önemli ve güzel zamanlar. İnsan, yeniden doğmuş gibi oluyor, o kutlu günlerde. Farklı bir hâlete giriyoruz sanki. Bu hâlet bayram namazı ile başlıyor ve hissediliyor. Camiden çıkan insanlar, sanki şehirden uzakta bir ormandaymış gibi, derin bir nefes alıyor. Yüzlerinde bir ferahlık ve huzur var. Çünkü, orada sevgi ve kardeşlik var; güven var.

Bir bakıyorsunuz insanlar yolda giderken karşıdan gelene selâm veriyor, karşılıksız bir gülümsemeyle. Hatta daha ileri götürerek kucaklaşıyor, içten ve samimi bir şekilde. Hâl hatır soruluyor; iyi temennilerde bulunularak duâ isteniyor, duâ talebiyle. Selâmın mahiyeti de anlaşılmış oluyor bu şekilde. Mü’minler, “Üç günden fazla küs kalınmamalı” Nebevî düsturuyla husûmetleri bırakıp, Hz. Mevlânâ’nın da dediği gibi “kardeşlerimizin kusurlarını örtmekte gece gibi” olurken, Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin “Bizler muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur” sözünü dile getiriyorlar bu halleri ile.

Hele ev ziyaretleri ayrı bir güzellik. Büyüklerin elleri öpülüyor, insanlara “hayırlı bayramlar” deniliyor. “Tatlı yiyelim tatlı konuşalım” kabilinden güzel kokulu kolonya ile şeker ikram ediliyor. Arkasından tatlı geliyor, âfiyetle yiyoruz. “Eline sağlık, çok güzel olmuş da, fazla yiyemeyeceğim, malûm kolestrol, şeker…” sözlerinin ardından gülümsemekle kapatılıyor bu fasıl da. Çocuklar ise, gözlerini şaşı edercesine, aldığı şekerleri veya harçlıkları sayıyorlar sevinçle.

Muhabbete bir su gibi ihtiyaç hissediliyor bayramlaşmalarda. Yollar, sokaklar, evlerin koridorları sanki “Sa’y” mekânı gibi, hac farizasını hatırlatıyor bizlere. İnsanlar mutlu olabilmek için birbirlerine ikramlarda bulunurken, koşuşturup duruyorlar. Âdeta Asr-ı Saadet’te Ensar-Muhacir hallerini sergiliyor, Hz. Peygamber’in (asm) sahabelerini hatırlatıyorlar.

Ziyaretler uzadıkça uzuyor. “Vakit de geç oldu, daha gideceğimiz yerler var” tarzındaki ziyaret etme şevki kokan sözleri, “Uzasın bakalım, ne olacak, her zaman görüşemiyoruz ki” sözleri teskin ederek, muhabbetler yemek sofralarına taşınıyor. O muhabbet koyulaştıkça koyulaşıyor, tavşan kanı demlenmiş çaylı sohbetlerle adeta mânâ kazanıyor.

Sözün özü: Geçmişimize bakarken “Ohh! Elhamdülillâh” diyebileceğimiz, geleceğin inşaasında önemli etkisi olan içinde bulunduğumuz bu üç-dört günlük bayram günlerini geliniz, bir fırsat bilelim. Hayatımızı bayram gibi yaşayalım, adeta bayramla bayramlaşalım, ‘yakınlaş’alım; sevelim sevilelim.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*