Bediüzzaman 70 yıl önce söylemiş

Alman yayın organı Xtranews’de Almanya Gençler Birliği yöneticisi Michael Sendker imzasıyla çıkan yazıda, “Müslüman ağırlıklı bir Türkiye’nin AB bünyesinde oluşu, geriye kalan İslâm ülkelerine olumlu bir sinyal teşkil edecektir. Çünkü o zaman İslâmın, Batılı hukuk devleti ve demokrasi düşüncesiyle elbette bağdaşır olduğu anlaşılacaktır. Bu, Bediüzzaman Said Nursî’nin 70 yılı aşkın bir süre önce bile tesbit ettiği birşey” denildi.

Bediüzzaman’ın 70 yıl önce tesbit ettiği gerçek

ARTIK Türkiye AB’ye girsin mi girmesin mi? Bu sorunun yıllardır sonu gelmiyor ve yürekleri oynatıyor. Ancak kesin olan bir şey var: Türkiye’nin AB üyeliğinin uzun vadede hem Türkiye hem de AB’ye getirisi olacak! Türkiye’nin Birliğe katılması önümüzdeki yıllar için gerçek dışı görünse de -ki Boğaz’dan daha çok sular akacak- olumlu gelişmeler gözle görülüyor. Tersi olsaydı eğer AB üyelik müzakerelerine hiç başlamazdı..

Ancak kesin olan bir husus var ki o da, Türkiye’de henüz bazı şeylerin yerinden oynatılması gerektiğidir. Darbe planları çerçevesinde ordunun rolü hâlâ kritik bir eşikten geçiyor. Kürt ve Kıbrıs meselelerinde doğru rotaya girildi fakat hedefe henüz varılmadı. İnsan hakları alanında ise çok yol katedildi ama hâlâ bir şeyler yapılması gerekiyor. Din ve ifade özgürlüğü hususlarında da Türkiye ihtiyaç duyduğu AB standartlarına henüz ulaşmış değil. Kadının rolü hâlâ çoğu kez eleştirilen bir mesele olarak varlığını sürdürüyor. Bu noktada olumlu olan ise kadın-erkek eşitliğinin artık yasalar nezdinde güvence altına alınmış olması.

Doğru yönde atılan adımlar sürdürülmek zorunda. Türkiye’nin de hakkını vermek gerekirse: Bahsi geçen meselelerin çoğunda olumlu çalışmalar yapıldı.

Böyle olunca Türkiye, eleştirmenlere birçok lehte argümanla karşı koyabiliyor. Türkiye büyüyen genç bir pazar. Ekonomi yıllarca güçlü bir gelişme kaydetti; elbette Türkiye de 2008 krizinden etkilendi ama ekonomi yeniden büyüyor. Rakamlar açık bir dille ortaya koyuyor: Enflasyon düşüyor, ekonomik büyüme oranı yükseliyor. Kişi başına düşen milli gelir 2002’den 2008’e üç kattan daha fazla artırılabildi!

Üyelik müzakerelerinin başlatılması, yabancı yatırımcılar için iyi bir işaret oldu. Yabancı girişimcilerin 2002 yılında Türkiye’de gerçekleştirdikleri yatırım 1 milyar avronun altındayken bu rakam 2007’de 22 milyar avronun üzerine çıktı. Bu arada Almanya Türkiye’nin en önemli ticaret ortağı. Bu nedenle ekonomi açısından bakılacak olursa Türkiye’nin Birliğe katılımı Almanya’nın çıkarına olabilir. Enerji politikası bakımından da transit ülke olarak Türkiye, AB’ye bazı şeyler sunabilir. Sınırlı doğal gaz ve petrol kaynaklarına rağmen “Nabucco hattı projesi Türkiye’nin kilit pozisyonunu ortaya koyuyor. Zira Türkiye üzerinden Avrupa’ya çok miktarda doğal gaz ve petrol akabilecek.

Jeostratejik açıdan AB, Türkiye nezdinde kendisine güçlü bir ortak bulmuş olur! Enerjide daha iyi bir tedarik güvencesi mümkün olur ve AB açısından enerji politikaları bakımından sadece Rusya’ya bağımlılık ortadan kalkar. Türkiye’nin katılımıyla AB ayrıca Karadeniz Bölgesi’nin istikrarına daha fazla etki etme imkânı bulabilir. Böylece Türkiye’nin sınırları aynı zamanda Avrupa’nın da sınırları hâline gelir. Türkiye’nin coğrafi konumu, AB için yeni fırsatlar sunuyor. Buna rağmen Türkiye’nin coğrafi konumunun onu AB’den uzaklaştırdığı iddia edilir. “Türkiye büyük oranda Asyalı olup bu yüzden tıpkı Fas gibi geri çevrilmeli.” Bu tam olarak doğru sayılmaz. Ural Dağları sınır kabul edilirse Türkiye pekâlâ “coğrafya” olarak Avrupa’dadır.

Türkiye ayrıca AB’ye girebilmek için zaman olarak da uzun bir yol katetmiş durumda. 50’li yıllardan bu yana Türkiye’ye her defasında üyelik sözü verildi! Bu bağlamda CDU’lu Başbakanlardan Konrad Adenauer bile 1963 yılında Türkiye ile bir ortaklık anlaşmasına katkı sağlayanlar arasında yer alıyor. Adenauer’in uzun vadedeki hedefi, Türkiye’nin AvrupaTopluluğuna katılımıydı. Günümüzde de CDU saflarında, Ruprecht Polenz gibi, Türkiye’nin Birliğe alınmasından yana tavır koyanlar söz konusu.

Türkiye’nin katılımıyla ilgili tartışmalarda maalesef çoğu kez korkular ileri sürülüyor. Karşı çıkanlar, üyelik durumunda Türkiye’den çok fazla sayıda Türk’ün Almanya’ya akın edeceğinden endişe ediyor. Ancak aynı endişeler 2004 yılında Polonya’nın katılımı konusunda da söz konusuydu. Oysa Polonya’dan toplu bir göç görülmedi. Üstelik Türkler niçin yurtlarından göç etmeyi istesin ki, ülkeleri ekonomik açıdan bu denli büyümeyi sürdürürken? Ayrıca katılımla, Almanya’yı yavaş yavaş bir İslamlaşmanın saracağı endişesi de bulunuyor. Allensbach Kamuoyu Araştırmalar Enstitüsünün bir araştırması, katılımcıların yüzde 83’ünün İslam’ı fanatik bulduklarını ortaya koyuyor. Diğer bir yüzde 60’lık kesim ise İslam’ı demokratik bulmuyor. Bunlar ürkütücü sonuçlar olup, üst düzeyde yaşanan yüzeyselliği ve anlayışsızlığı gözler önüne seriyor.

İslamiyet ile biraz haşır neşir olan ve belki de Kur’an’a şöyle bir göz atan bir kimse, İslam’ın da tıpkı Hıristiyanlık gibi elbette demokrasiyle uyuşabilir olduğunu anlayacaktır. Üyeliğe karşı olanlar bir de Türkiye’nin “Hıristiyan ve Batılı” AB’ye uygun olmayacağı şeklinde atıp tutarlar. Fakat çok azının bildiği bir şey ise Hıristiyanlığın bazı köklerinin üstelik tam da Türkiye’ye dayandığıdır. Havari Paulus, Tarsuslu idi; Hıristiyanlığın başlangıcının yayıldığı bir bölgeden. Hatta Latince buranın bir zamanlar resmî diliydi. Güya Türkiye kültürel açıdan da AB’ye uymazmış. Peki, nasıl olur da İstanbul, Essen ve Pecs şehirlerinin yanı sıra Avrupa’nın 2010 Kültür Başkenti olabiliyor? Ya da Eurovision Şarkı Yarışması’na katılabiliyor? Hatta Galatasaray, bir kez UEFA Kupası’nı aldı. Böylece Türkiye zaten Avrupa kültürünün bir parçası hâline gelmiş bile. Yani bu durumda Türkiye anlaşılan tabiatıyla -hemen değil fakat zamanla da olsa- AB’ye aittir. Elbette 80 bin sayfalık müktesebata (Kopenhag Kriterleri) uygun hâle gelmek için daha bazı ev ödevlerini yerine getirilmek durumunda. Ancak Türkiye’nin olası bir AB üyeliği tehlikeden ziyade bir fırsat görülmelidir.

Nihayetinde Müslüman ağırlıklı bir Türkiye’nin AB bünyesinde oluşu, geriye kalan İslam ülkelerine olumlu bir sinyal teşkil edecektir. Bilhassa medeniyetler arası çatışmanın zikredildiği bir dönemde. Çünkü o zaman İslam’ın, Batılı hukuk devleti ve demokrasi düşüncesiyle elbette bağdaşır olduğu anlaşılacaktır. Bu, Bediüzzaman Said Nursi’nin 70 yılı aşkın bir süre önce bile tespit ettiği bir şey. Türkiye’nin -ister ekonomi ister enerji tedariki alanlarında olsun- coğrafi açıdan AB’ye sunabileceği bazı şeyler bulunuyor. Bu durumda iki taraf da üyelikten -Türkiye ve AB- kazanç sağlayacaktır. Şayet CDU’lu Federal Meclis Üyesi Ruprecht Polenz’in sözleriyle konuya noktayı koymak istersek, “Üye olma vakti geldiğinde bugünkünden farklı bir Türkiye bulacağız.”

Michail Sendker (Almanya Gençler Birliği Yöneticisi) www.xtranews.de, 5.12.2010

 

 

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*