Ne zamandır yazmayı istiyorduk.
Bir türlü fırsat olmadı.
Nasib bu güne imiş.
Konumuz “kıtalararası” adlı sitede yayınlanan bir yazı ile ilgili.
Orada, kendilerini sosyolog ve siyaset bilimci olarak tanımlayan iki araştırmacı Risaleleri eleştirel bir yaklaşımla okumaya karar vermişler.
İki adet makale ile de bu işe başlamışlar.
Biz de okuduk o yazıları.
Bir çok konuya temas edilmiş.
Evet,
Eleştirel okumaya kimsenin sözü yok.
İsteyen istediği eseri istediği bir niyet ve maksatla okuyabilir.
Ancak,
Okumaların doğru olması gerekir.
Çünkü yanlış okumalar ve yanlış anlamalar, yanlış çıkarımlara ve yanlış hükümlere ve yorumlara neden olur.
Tıpkı o sitede yer alan o yazılarda olduğu gibi.
Zira o iki makalede ciddi yanlışlıklar var.
Eksik anlayışlar da…
Biz bu noktada yazının tümü üzerinden bir yorum yapmayacağız. Bu husus konunun uzmanlarının ilgilendiriyor.
Zaten yazarımız Süleyman Kösmene de bu konuda gerekli cevabı verdi.
Biz küçük bir ilave yapmak istiyoruz.
O da şu bölümle ilgili.
Deniliyor ki:
“Nitekim, Yeni Said’in vurgusunda “kainatta en yüksek hakikat imandır, imandan sonra namazdır.” Böyle bir sıralama yapmaya neden gerek duyulduğu belirsizdir. Dahası, ilk sıraya imanı koymayı bir kenara bırakırsak, ikinci sıraya adalet, özgürlük, bilgi, ahlak, emek, kul hakkı yememek, insan hakları gibi daha evrensel bir değerin yerine –son tahlilde bir ibadet olan– namazın konulması sorgulanmaya açık bir yorumdur.”
Burada iman ve namazın birinci sıraya alındığı, adalet, özgürlükler, hürriyet, insan hakları gibi kavramların ise ikinci plana itildiği gibi bir eleştiri yapılmış.
Böyle bir eleştiri doğru değil.
Burada eksik bilgi, eksik algı ve kavrama var.
Çünkü, “bir söz nerede söylenmiş, kime söylenmiş, ne için ve ne maksatla ifade edilmiş” öncelikle bunun bilinmesi gerekir.
Ki, sonra doğru bir hüküm vermeniz mümkün olsun.
İşte bu sözün hikayesi:
İstiklal harbi yılları.
Üstad İstanbul’da İngiliz işgaline karşı ön cephede mücadele etmektedir.
Israrla Ankara’ya çağrılır.
Hem de bizzat,
“Bu kahraman hoca bize lazımdır” diyen Mustafa Kemal tarafından.
Uzun bir süre bu davete icabet etmez.
“Ben ön cephede savaşacağım” diyerek.
Sonunda hatırlı dostları araya girerler ve Ankara’ya gider.
Meclis tarafından hoşamedi ile karşılanır.
Bakar ki, yeni yönetim bu milletin temel değerlerine karşı menfi bir tavır alma niyetinde, en temel bir özgürlük olan din ve vicdan hürriyetine karşı olumsuz bir tutum sergileme tutum ve maksadı içinde…
O zaman Mustafa Kemal ile aralarında bir anlaşmazlık vuku bulur.
Bu anlaşmazlık ise bir namaz esnasında Mecliste gün yüzüne çıkar.
Paşa orada,
“Sizin gibi kahraman bir hoca bize lâzımdır; sizi, yüksek fikirlerinizden istifade etmek için buraya çağırdık. Geldiniz, en evvel namaza dair şeyleri yazdınız, aramıza ihtilaf verdiniz” diye hiddetle itiraz eder.
Arkasında tüm korumaları ile birlikte…
Üstad ise aynı sertlikte cevap verir:
“Paşa! Paşa! İslâmiyet’te imandan sonra en yüksek hakikat namazdır. Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduddur”
Paşa bu cevapla geri adım atar..
Özür diler…
Korumaları ile birlikte orayı terk eder…
İşte “kâinatta imandan sonra namazın geldiği” tabiri burada ifade edilir.
Paşa’nın itirazına karşı söylenir.
Bu ise tam bir hukuk ve hürriyet savunmasıdır.
Hem de Mustafa Kemal gibi hiddetli ve şiddetli bir kumandanın bizzat yüzüne karşı yapılmış bir din ve vicdan hürriyeti müdafaasıdır.
Hal böyle iken, “imandan sonra namazın geldiği tabiri” bizzat kendisi bir hak, hukuk, insan hakkı savunması için söylenmiş bir söz iken, bu durumda Bediüzzaman’ı hürriyet ve özgürlükleri ikinci plana atıyor diye itham etmek ne kadar doğru bir hükümdür?
“Ekmeksiz yaşarım, ama hürriyet siz yaşayamam” diyen ve hürriyeti hayatının merkezine yerleştiren bir âlim zatı, hak ve hürriyetlere daha az önem verdiğini söylemek hangi vicdana sığar?
Son sözümüz Okyanus ötesindeki kıtalararasına:
Risaleleri eleştirel okuyabilirsiniz.
Kimsenin buna itirazı olmaz.
Zaten bunu bizzat Üstadın kendisi istiyor,
“Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. İşte size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktı ise kalbde saklayınız. Bakır çıktı ise çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz gönderiniz” diyerek.
Ancak,
Lütfen doğru okuyun.
Sosyolojinin ve siyaset biliminin de bir haysiyeti var, değil mi?
Benzer konuda makaleler:
- İmandan sonra namaz…
- Maksadını aşan bir makale
- Bediüzzaman’ın tavrı
- Bediüzzaman Kur’ân için ne yaptı, biz ne yapıyoruz?
- ‘Namaz kılmayan haindir’
- Kutlular: Said Nursî kimseye boyun eğmedi
- Bediüzzaman’a göre cumhuriyet ve hürriyet
- Said Nursi ve Mustafa Kemal
- Bediüzzaman’ın mücadelesi
- Bediuzzaman ile Mustafa Kemal hiç karşılaştılar mı?
Hakkın hatırı âlîdir; hiçbir hatıra feda edilmez!
Değerli yorumcumuz, her görüşe eşit mesafede durmakla birlikte; hakaret, küfür, aşağılama vb. içeren, toplumsal hassasiyetleri zedeleyici nitelikteki ve büyük harfler ile yazılan yorumları yayınlayamıyoruz. Kriterlere uygun olarak yeniden yorum yazmanızı diler, ilginize teşekkür ederiz. Saygılarımızla. (Editör)
Yazı çok güzel hazırlanmış. Allah’ım sen bizi Peygamber Efendimiz (sav) ve Üstadımızın yolundan ayırma. Amin.