Bediüzzaman Isparta’da

“Benim son hayatımı Isparta havalisinde geçirmek büyük bir arzumdur… Isparta taşıyla toprağıyla benim için mübarektir” diyen manevî sultan Bediüzzaman Hazretleri, her birisi için ruhunu çekinmeden fedâ edebileceği çok kahraman ve gayretli talebelerini orada yetiştirdi. Sahabî misâli dâvâ adamı olan o cesur ve faal talebeler de, Üstadları için canları dahil her şeylerini fedâ etmekten çekinmediler.

1926 baharında Isparta’ya sürgün olarak gönderilen Bediüzzaman’ın bütün suçu, mukaddes kitabımız Kur’ân-ı Kerim’e tefsir yazmak ve milleti iman hakikatleri ile irşad edip, mensubu olduğu İslâm dinini yaşayan bir toplum hâline getirmekti. Ancak bu masum iman hizmeti, devleti yönetenlerin maksat ve hedefiyle tezat arz ediyordu. Zira onlar, dinden soyutlanmış bir toplum oluşturmayı hedefliyordu. Onlara göre, İslâm dini bizi geri bırakmıştı. Avrupa nasıl din ile bağlarını koparıp aydınlanmış ve modern milletler hâline gelmişse, biz de aynı yolu takip etmeliydik. Yuh onların akıllarına ki, tahrif olmuş ve aslını kaybederek hurafelerle dolmuş Hıristiyanlık diniyle, bütün meselelerini akla tesbit ettiren ve orijinalliğini aynen koruyarak gelen ve mensupları kurallarına uydukça, onları maddî ve mânevî terakkî ettirdiği tarihin tasdikinde olan İslâm dini arasındaki derin farkları tefrik edemediler. Onun için bütün güçleriyle din ve dindarları ezmeye kararlıydılar. En büyük baskı ve zulmü de Bediüzzaman ve talebelerine yaptılar. Onları yıldırmak, korkutmak, bezdirmek ve dâvâlarından vazgeçirmek için her türlü eziyet ve işkenceyi uygulamaktan çekinmediler. Ancak yanıldılar. Bediüzzaman ve talebeleri başkalarıyla kıyaslanamazdı. Onlar, bu asırda Sahabe-i Kirâmın takipçileriydi. Sahabe mesleğinin bir cilvesini yaşıyorlardı. “Eğer, başımdaki saçlarım adedince başlarım bulunsa ve her gün biri kesilse, hakikat-i Kur’ân’iyeye fedâ olan bu başı zındıkaya eğmem ve bu hizmet-i imaniyeden vazgeçmem ve geçemem” diyen Üstadlarıyla birlikte bu dâvâya baş koymuşlardı. İman tekniğe meydan okumuş, Nur Risâleleri yirmi yıl gibi kısa bir zamanda altı yüz bin nüsha olarak Anadolu’nun her tarafına yayılmıştı.

Bediüzzaman vefat edeli elli yıl oldu. Bu zaman zarfında Nur Risâleleri elliden fazla dünya diline tercüme edildi. Onun adına konferanslar, paneller, ulusal kongreler ve milletler arası sempozyumlar düzenlendi. Hariç memleket üniversitelerinde onun adına kürsüler kuruldu. Risâle-i Nurlar ders kitabı olarak okutulur oldu. Dahil ve hariçte milyonlarca Nur Talebesi yetişti. Bütün Anadolu açık bir üniversite hâline geldi. Nur Risâlelerinin her bir kitabı bir Üstad hükmüne geçti. “Benim vefatım, hayatımdan daha fazla dine hizmet edecek” diyen Üstadın tesbitleri gerçek oldu. Her birisi genç bir Said, küçük bir Bediüzzaman hükmünde olan on binlerce Nur Talebesi, bu kudsî dâvânın kahraman bir fedâisi oldu. Mukaddes iman hizmeti Anadolu’ya kök saldı. Gelişti, büyüdü ve koca bir çınar haline geldi. Elhamdülillah..

6 Haziran Pazar günü, bu koca çınarın gölgesi, Isparta Ulu Camii’nin üstünü tamamen kaplamıştı. Edirne’den Van’a, İzmir’den Urfa’ya, Antalya’dan Samsun’a kadar ülkenin dört bir tarafından gelen binlerce Nur Talebesi hep oradaydı. Kuzeylisi güneylisi, doğulusu batılısı, Türk’ü Kürt’ü, Lâz’ı Çerkez’i, Arap’ı Boşnak’ıyla farklı etnik kökenden gelen insanlar, din kardeşliği potasında erimişler ve gerçek kardeşler olarak kucaklaşıyorlardı. Sanki, Cennetten bir tablo yaşanıyordu. Camin içi dışı insan kaynıyordu. Geçen seneyi ikiye katlayan bir kalabalık vardı.

Güzel sesli hafızların okuduğu aşr-ı şerifler ve mevlithanların okuduğu Kâinatın Efendisini (asm) anlatan bahirler insanı ruhanî âlemlere götürüyordu. On beş dakikalık konuşmamızda belirttiğimiz gibi, Bediüzzaman bütün hayatını bu milletin dünya ve âhiret saadetine adamıştı. Devlet adamları anlamasa da, bu asil milletin ferâseti onu bir hayli anlamıştı. Onun vücuduna tahammül edemeyenler, kabrine dahi tahammül edemeyip kırdılar ve onu bizim bilmediğimiz Isparta’nın meçhul topraklarına gömdüler. Fakat o, aslında milletin kalbine gömülmüştü. Bu muazzam alâka, teveccüh ve sevgi seli onun deliliydi. Bediüzzaman ve onun vefat etmiş kahraman talebelerinin ruhaniyetleri de kesinlikle Ulu Cami’de bizimle birlikteydi. Onun imana hizmetten, âsâyiş ve emniyete yardım etmekten başka bir gayesi yoktu.

Mevlit bittiğinde, Isparta semâlarını rahmet yüklü bulutlar kaplamıştı. Muhabbet seli içinde yapılan kucaklaşmalardan sonra herkes memleketine dönerken, bardaktan boşanırcasına yağan rahmet, Nur Risâlelerinin de bu Anadolu halkına bir rahmet olduğunu belgeliyordu.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*