Bediüzzaman korkmadı

İnsanları aldatan zayıf damarlardan biri de korkudur. İns ve cin şeytanları, Kur’ân’ın hâdimlerini korkutarak kaçırıyor. Risale-i Nur’da 29. Mektuptaki altıncı kısım bunun gibi tüm desiseleri akîm bırakıyor ve hücum yollarını seddediyor.

İkinci desise olan havf (korku) damarı fazlasıyla işlettiriliyor. “Özellikle bu zaman ve zeminde ehl-i ilhadın dalkavukları Müslümanları korkutmak ile kudsî cihad-ı manevîden vazgeçirmek için hücum ederler. Korku damarını işleterek çok fena şeyler yaptırırlar. Çünkü “İnsanda en mühim ve esaslı bir his, hiss-i havf’tır. Dessas zalimler, bu korku damarından çok istifade etmektedirler; onunla korkakları gemlendiriyorlar. Ehl-i dünyanın hafiyeleri ve ehl-i dalâletin propagandacıları, avamın ve bilhassa ulemanın bu damarından çok istifade ediyorlar, korkutuyorlar, evhamlarını tahrik ediyorlar.”1

Vesvese bahsinde de denildiği gibi, ne kadar ehemmiyet verilirse o kadar şişiyor, balon gibi. O yüzden üzerinde durmamak gerekiyor. Bediüzzaman vesvesenin havfe, havfın riyaya, riyanın müncere sebep olduğunu söylüyor. Demek evham ile ilk adım atılıyor.

“Böylece hizmet-i imaniye ve Kur’âniyede bulunanları hiss-i havf ile evhamlandırarak kaçırıyorlar. Bilhassa hassas ve müteheyyiç mizaca sahip olanların hiss-i havf damarından çok istifade ediyorlar. Cenab-ı Hak havf damarını hayatı muhafaza etmek için vermiştir. Ancak dessas zalimler insanın bu havf damarını işleterek korkutuyorlar ve Risale-i Nur hizmetlerinden birçok insanı kaçırarak zararlara sokuyorlar.”2

Üstad korkunun yönünü çeviriyor. Olma ihtimali az olan şeylerden ziyade, ecel gibi olması muhakkak değişmeyen hakikati nazara almamızı istiyor. Evet ölüm hepimizin başına gelecek. Asıl olarak ondan korkmak titremek lazım diyerek ihtar ediyor.

Risale-i Nur’da kayıkla bir yere gitmekten korkan zata şöyle metanet dersi veriyor: “Ecel gizli olduğundan, her bir günde ölmek ihtimali var. Öyle ise, üç bin altı yüz günde hergün vefatın muhtemel. İşte, kayık gibi üç yüz binden bir ihtimal değil, belki üç binden bir ihtimalle bugün ölümün muhtemeldir. Titre ve ağla, vasiyet et.”3

Havf duygusu niye verilmiş ve nasıl kullanmak gerekiyor.

Cenâb-ı Hak havf damarını hıfz-ı hayat için vermiş, hayatı tahrip etmek veya azap yapmak için vermemiştir. “Havf iki, üç, dört ihtimalden bir olsa, hattâ beş altı ihtimalden bir olsa, ihtiyatkârâne bir havf meşru olabilir. Fakat yirmi, otuz, kırk ihtimalden bir ihtimalle havf etmek evhamdır, hayatı azâba çevirir.”4

Korku duygusuna sınır konulmadığını ve onu dengede muhafaza etmek gerektiğini de şu ifadelerden anlıyoruz:

“Ve keza, kuvve-i gadabiyenin tefrit mertebesi, cebanettir ki korkulmayan şeylerden bile korkar. İfrat mertebesi tehevvürdür ki, ne maddî ve ne mânevî hiçbir şeyden korkmaz. Bütün istibdadlar, tahakkümler, zulümler bu mertebenin mahsulüdür. Vasat mertebesi ise şecaattir ki, hukuk-u diniye ve dünyeviyesi için canını feda eder, meşru olmayan şeylere karışmaz.”5

Burada hiçbir şeyden korkmamak cesaret olmadığı gibi, her şeyden korkmak da tedbir amaçlı değildir. İstikametli olan yol, hayatımızın muhafazasına çalışarak, haricine bakmamaktır.

Bediüzzaman’ın hayatı bunun sayısız örnekleriyle doludur. İstiklal mahkemesindeki duruşu, Rus kumandanına boyun eğmemesi, İngiliz hükümetinin suallerine karşı tükürmesi…

“Sen de şeriat istemişsin?” diyenlere “Şeriatın bir hakikatine, bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Zira şeriat, sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir. Fakat, ihtilâlcilerin isteyişi gibi değil!” diyerek divan-ı harpte kahramanca bir duruş göstermiştir. O dehşetli mahkemeden idamını beklerken beraat etmiş ve mahkemeye teşekkür etmeyerek, yolda Bayezid’den tâ Sultanahmed’e kadar, arkasında kalabalık bir halk kitlesi ile, “Zalimler için yaşasın Cehennem! Zalimler için yaşasın Cehennem!” diyerek ilerlemiştir.

Bediüzzaman, her şeyden evvel izzetini önde tutuyor. Zillet için yaşamaktansa izzetli ölmeyi tercih ediyor. İşte bu noktada ölüm bile bizi korkutmamalı. Nitekim birçok Nur Talebesi hayatını feda etmiş. Hafız Ali ağabey Bediüzzaman’ın bedeline şehit oluyor, Binbaşı Asım Efendi de sorgu esnasında Üstadı ve Risale-i Nur’u ele vermemek için Allah’tan ölmeyi istiyor. Nur Talebelerinin işkenceye maruz kaldığı bir zamanda Zübeyir Ağabey, ‘Sen de Nur Talebesiymişsin’ diyenlere, ‘bilaiftihar’ diyerek cevap veriyor. Hepsi bir davaya gönül vermiş koca yürekli insanlar. Halktan değil, Hakk’tan korkuyorlar.

Dipnotlar

1) Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat,s.704.
2) Nursi, Sözler, s.57.
3) Nursi, Mektubat, s. 591.
4) Nursi, Age, s. 591.
5) Nursi, İşârâtü’l-İ’câz, s.29.

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. “İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre hâdisatın tazyikatından kurtulabilir. “Tevekkeltü alallah” der, sefine-i hayatta kemal-i emniyetle hâdisatın dağlarvari dalgaları içinde seyran eder. Bütün ağırlıklarını Kadîr-i Mutlak’ın yed-i kudretine emanet eder, rahatla dünyadan geçer, berzahta istirahat eder. Sonra saadet-i ebediyeye girmek için Cennet’e uçabilir. Yoksa tevekkül etmezse, dünyanın ağırlıkları uçmasına değil, belki esfel-i safilîne çeker. Demek iman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dâreyni iktiza eder. Fakat yanlış anlama. Tevekkül, esbabı bütün bütün reddetmek değildir. Belki esbabı dest-i kudretin perdesi bilip riayet ederek; esbaba teşebbüs ise, bir nevi dua-i fiilî telakki ederek; müsebbebatı yalnız Cenab-ı Hak’tan istemek ve neticeleri ondan bilmek ve ona minnettar olmaktan ibarettir.”
    İman ve Küfür Müvazeneleri – 98

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*