Bir futbol hengâmesidir (gürültüsüdür, şamatasıdır) almış başını gidiyor! Dünyadakini bir yana bırakalım; yetmişbeş milyon nüfuslu ülkemizde milyonlarca kişi, bu hengâmenin selinde sürükleniyor!. “Kendisinin en mühim meselesinin ne olduğu” insanlarımıza sorulsa, büyük bir çoğunluğunun en mühim meselesinin gerçekte ne olduğundan habersiz; onların da çoğunun futbolla ilgili şeylerden bahisle ömürlerini tüketmiş oldukları hakikat gözüyle bakıldığında dehşet ve ibret verici bir tablo olarak ortaya çıkar ve bu mevzu üzerinde ciddiyetle düşünmemiz gerektiğini bize ihtar eder.
Bu mevzuda kendisine büyük mesuliyet düşen ülkemizdeki medya, maalesef “çok okuyucu.. çok dinleyici.. çok seyredici..” hesabıyla hareket ederek, “çok maddî menfaat..” peşinde olduğundan, üzerine düşeni yapmak bir yana, bu manevî hastalığı alabildiğine körüklemektedir! Siyasetçiler, demokratik rejimlerde çok oy peşinde, diktatörler halkı uyutarak diktatörlüklerini sürdürebilecekleri vasıta arayışında, bu mevzuda kendilerine mühim vazife düşen dinî irşad görevlileri de “nemelâzımcılık”la mevcut statülerini korumak için hassas konulara dokunmamak tavrında olunca, futbol hastalarının tümünü hastanelerin psikiyatri kliniklerine yatırıp orada tedavi etmek de mümkün olmadığına göre, bu mevzua çözüm kimin tarafından ve nasıl üretilecek ve uygulanabilecektir?
Televizyonların, gazetelerin baş haberleri ve en fazla üzerinde durdukları “futbol hastalarını memnun etmek” olunca, bu mevzuda haklarında iddialar bulunan kişiler için özel kanunlar çıkartılıp halk oyuna ihtiyacı olmayan Cumhurbaşkanı o kanunları veto edince de, ayni kanunları ilgilenen bazı futbol takımı taraftarlarını kızdırıp seçimlerde onların oylarını kaybetmemek için TBMM deki tüm partiler ittifak halinde tekrar savununca, bunlar medyada baş haber olarak yer alınca ve evlerde, işyerlerinde, umumî vasıtalarda insanların bu mevzulardaki uzun konuşmaları ister-istemez kulaklarına gelince, her Müslüman’ın kendi içi muhasebesi ve murakabesi ile “- Benim futbol karşısındaki tavrım acaba ne olmalıdır?” diye düşünüp, bu sorusuna cevap araması icabetmez mi?
Hem de bu Müslüman ayni zamanda bir “Nur Talebesi” ise, bu mevzuda Üstadının tavrını merak ile, ondan kendine ders çıkarmağa çalışması, ondan beklenebilecek bir davranış tarzı olmaz mı?
Anlatıldığına göre; Üstad Bediüzzaman bir faytonda Ceylan adlı talebesi ile giderken, geçtiği yolda top oynamakta olan çocukların topu, ilk nazarda hedefini şaşırması sebebiyle gibi gözükse de belki hakikatte Üstad’ın bu mevzudaki tavrını ortaya koyup ders vermesi için, onun kucağına gelmiş. Üstad, “tecâhül-ü arif” sanatı yapar gibi, ne olduğu apaçık belli olan kucağındaki topu yanında oturan talebesi Ceylan’a göstererek: “- Ceylan, bu nedir?” diye sormuş. Talebesi Ceylan; “- Üstadım, bu toptur. Buna tekmeyle vurarak, takımlar halinde oynarlar. Karşı takımın sahasının uç bölgesindeki ‘Kale’ dedikleri bir yerin içine bu topu atabilirlerse; ‘- Gol oldu..’ derler; bu şekilde belli bir süre içinde hangi takım karşı tarafın kalesine çok ‘Gol’ atarsa, o takım diğer takıma galip gelmiş sayılır. “ şeklinde izahatta bulununca, Üstad halâ kucağında bulunan topa ibretle bakıp, başını hayretle sağa sola hafifçe sallayarak: “- Acayip…” demiş ve başka hiçbir şey demeden, derin bir düşünceye dalarak, topu çocuklardan geldiği yere geri attırmış.
Üstadın hayatından futbolla alâkalı bu kısa anekdot, ve onun en sonunda söylediği tek kelime olan “- Acayip…” kelimesiyle sergilediği hayret tavrı ve ardından da derin bir düşünceye dalması aslında, “- Benim futbol karşısındaki tavrım acaba ne olmalıdır?” sorusunu kendine iç muhasebeleri ve murakabeleriyle ciddiyetle soranlara , bunlardan bilhassa “Nur Talebesi” olanlara ve bu kelimeyi söyleyenin kim olduğunu da nazar-ı itibara almak suretiyle değerlendirerek anlayanlara, çok şey ifade etmektedir.
Peki, bu anekdottan alınması gereken dersi, bilhassa anlaması ve hayatına uygulaması icap eden herkes anlayabilir mi?
Bu mevzudaki anlayışları ve o anlayışlarını hayatlarına tatbikleri, onların Üstadlarına ve onun davasına karşı bağlılıklarının derecesi hakkında kriterlerden biri sayılabilir.
Hem de; yalnız bu mevzu için değil, genel olarak: “Anlayana sivrisinek saz; anlamayana ise, davul zurna az..” demişler.
Allah (C.C.) bizi bu mevzuda “gerçek anlayışlılar” cümlesine dahil olanlardan ve “- Gol..”, “- Gol..” teraneleriyle, bir nevi sarhoşluk halinde farkında olmayarak, kendi öz manevî varlığının kalesine gol atmayanlardan eylesin. Âmin.
Benzer konuda makaleler:
- Vefatının 51. yılı münasebetiyle.. Ceylan Çalışkan
- Bediüzzaman ve Fikret Yörük
- “Tabiat kanunları”
- Sahil-i selâmet hadimi Sungur Ağabey…
- Futbol bahane ahlak şahane
- Bediüzzaman’ın sosyal ilişkilerdeki nezih tavrı günümüze ölçüdür
- Kabiliyetli bir genç: Ceylan Çalışkan
- Bir zehirlenme olayı
- Askeri müzedeki Bediüzzaman tablosu duruyor mu?
- Futbol Hastalığı
elinize saglik, guzel olmus 🙂
Acaba, üstad topu çocuklara geri verdiğine göre, bu işe icazet vermiş olamaz mı? Siz şimdi Türkiye’de çocukların elinden aldığınız topu geri verin. Hiçbir çocuk topunu kesen amcalara sevgi beslemez.
sonra kimseden HOŞGÖRÜ bekleyemezsiniz.
Futbol’un sadece bir oyun olmaktan çıkaran bu süreç sayesinde; kulüplerin putlaşmasına neden oldu. Bu süreç kimin eseriyse bu putlaşmasına da onun eseridir.
Çocuklar için en iyi oyuncak toptur. Top oynayan çocukların topu, oradan faytonla geçen Üstad’ın kucağına düşmüşse, Üstad elbette topu geri verir. Çocukların herhangi bir oyuncağı eline geçince onu kırmak, kesmek, tahrip etmek onunla ilgili mülkiyet hakkına tecavüz ve ihlal olduğu gibi, çocukların en iyi oyuncağı olan topu kesmek de ayni şekilde o topla ilgili mülkiyet hakkına açıkça tecavüz ve ihlaldir. Bunun futbolun insanların çocukluk çağlarından sonra da ömür boyu en mühim alâka mevzuu olmasına icazet vermekle zerre kadar bir alâkası olabilir mi? Ömürlerini futbol hastalığı ile israf eden yetişkinlere yazıklar olsun!