Bediüzzaman ve Mele Reşid

(Molla Reşid’in ağzından hikâyeleştirilmiştir)

1957 yılında Urfa’dan Isparta’ya 24 aylık askerlik görevimi yapmak için gittim. Askere gitmeden önce Urfa’nın merkeze bağlı bir köyünde fahri imam olarak görev yapıyordum. Erken evlenmiş çoluk çocuk sahibi olmuştum. Hanımımı ve çocuklarımı anne babamın yanına yerleştirerek askerî kışlaya teslim oldum. Askerliğin ilk aylarındaki ağır eğitim beni yormuyordu, ama ailemin özlemi ve gurbetlik, kızgın bir demir gibi zihnimi yakıyordu. Asker ocağına teslim olduktan birkaç hafta sonra beni mescit imamı olarak görevlendirdiler.

Resmî hiçbir okula gitmemiştim. Köylerde faaliyet gösteren klâsik medreselerde uzun yıllar okuyarak icazetimi (diploma) almıştım. Sonra imamı olmayan bir köyle anlaşarak köy camiinde fahri imamlığa başladım. Klâsik medresede talebeyken, ders aldığım seydam gençlik yıllarında Bediüzzaman Hazretleri’nin talebesiymiş. Seyda derslerinde ağırlıklı olarak Bediüzzaman Hazretleri’nin kitaplarından örnekler verirdi. Seydamın değer verdiği ve ismini ağzından eksik etmediği Bediüzzaman Hazretleri kalbimde ve aklımda özel bir yere sahip olmuştu.

Bir ikindi namazı sonrası mescitte bir grup asker aralarında sessiz bir şekilde Bediüzzaman’ın sürgün olarak Isparta’da olduğunu konuşuyorlardı. Bediüzzaman isminin geçtiği konuşma beni heyecanlandırmıştı. Seydamın çok değer verdiği ve büyük âlim, büyük insan diye andığı Bediüzzaman, burada Isparta’daymış. Hafta sonunun gelmesini iple çektim. Çarşı iznine çıktığımda heyecandan kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Bediüzzaman’ın evini sora sora buldum. Kapıda bekleyen gençten birine Urfalı olduğumu, burada askerlik yaptığımı ve Üstadı görmek için geldiğimi söyledim. Genç: “Bir dakika bekleyin! Sizi kabul ederse görüştürürüm.” diyerek yukarı kata çıktı. Bir müddet sonra indi: “Buyurun sizi bekliyor” diyerek beni tahta merdivenlerde ikinci kattaki eve çıkardı. Kapıyı çalıp odaya girdim. Üstad karyolada uzanmıştı ve hasta görünüyordu. Yanına vardım, elini öptüm, yer minderine oturdum. Kim olduğumu sorduğunda kendimi tanıttım ve ona gençlik yıllarında talebesi olan seydamdan bahsettim. Kısık bir sesle ve zorlanarak beni gördüğüne çok sevindiğini ve seydamı gördüğümde ona selâmını söylememi istedi. Ayrıca bana Risale-i Nurla iştigal olmamı ve beni kendi talebeliğine kabul ettiğini söyledi. Çarşı iznimin bitimine az bir süre kaldığı için elini öpüp bir sonraki çarşı iznimde yine ziyaretine geleceğimi söyleyerek oradan ayrıldım. Bir ay sonra dört beş asker arkadaşla çarşı iznine çıkmıştık. Bediüzzaman Hazretleri’ni ziyarete gideceğimden arkadaşlarıma bir işimin olduğunu söyleyerek onlardan ayrıldım. Sokak ve caddeleri hızlı adımlarla geçerek Bediüzzaman Hazretleri’nin kaldığı evin kapısının önüne geldiğimde kapıda iki kişi duruyordu. İçeri gireceğim anda kapı önünde bekleyen kişiler ellerimi kelepçeleyerek beni karakola götürdü. Karakolda yapılan kimlik sorgusundan asker olduğum anlaşıldı. Polisler beni bir araca bindirerek doğruca asker olduğum kışlaya götürdü. Polisler komutana: “Bu askeri Said Nursî’nin evine girmek üzereyken yakaladık!” dediler. Komutan bana: “Asker! Size iyilik yaramıyor! Sizi nefes alasınız, rahat ederseniz ve ihtiyaçlarınızı karşılayasınız diye çarşıya çıkarıyoruz! Ama siz ne yapıyorsunuz! Sürgün gelmiş, yasak kitapları olan bir hocanın ziyaretine gidiyorsunuz! diye bağırdı. “Şimdi sana öyle bir ceza vereyim de aklın başına gelsin!” diyerek zile bastı. Gelen nöbetçi askere: “Bunu hücreye götür!” dedi. Bana on günlük hücre cezası verdiler. On günlük hücre cezamı çektikten sonra beni Said Nursî’yi ziyaret etmemden dolayı askerî mahkemeye verdi. Mahkemem terhis olup Urfa’ya döndükten sonra da devam etti. Mahkeme sonucunda asker olarak Said Nursî’yi ziyaret ettiğim için dört ay hapse mahkûm edilmiştim. Ocak ayının sonlarında cezaevine girdim. Eşim ile dört çocuğuma anne ve babamın yanı sıra komşu ve akrabalarım da sahip çıktı. Cezaevindeki ikinci ayımda Üstadın Urfa’ya geldiği haberini aldığımda çok sevindim. Cezam biter bitmez gidip Üstadı görecektim. Bir kaç gün sonra Üstadın vefat haberini aldığımda ise günlerce kendime gelememiştim. Üstadın memleketime kadar gelmiş olmasına rağmen onu ziyaret edememiş olmam içimi acıtmıştı.

Cezaevinde kaldığım dört ay boyunca mahpusların çoğunun namaza başlamasına vesile oldum ve onlara ilmihali öğrettiğim. Onlara namaz sonrası sohbetlerimde Risalelerden ezbere bildiğim bölümleri anlattım. Cezaevisüresince mahpuslar bana çok değer verdi. Cezaevine neden düştüğümü öğrendiklerinde bana olan saygıları bir kat daha çok artmıştı.

Cezam bitti. Eve döndüğümde Üstadın bu şehirde kaldığı birkaç günde estirdiği hüzünlü rüzgâr hâlâ yürekleri sızlatıyordu. Onu bir daha görememe hasreti ise yüreğimde bir yara olarak hep kanadı. Ancak tenha yerlerde Risaleleri okuduğumda, sanki kendimi Üstadla konuşuyormuş gibi rahatlamış hissediyordum.

Misbah Eratilla

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*