Bediüzzaman ve Mevlana

Hazreti Mevlânâ’nın 748. Vuslat Yıl dönümü Uluslararası Anma Törenleri, bu yıl 7 Aralık’ta başladı, devam ediyor.

1207’de Horasan’ın Belh şehrinde dünyaya gelen, 17 Aralık 1273’de Konya’da vefat eden Mevlânâ Hazretleri’nin kendisini tanıyan takipçilerine vasiyeti şu olmuştur:

“Size; Allah’tan korkmayı, az yemeyi, az uyumayı, az konuşmayı, isyan ve günahları terk etmeyi, aptal ve cahillerle oturmamayı, güzel davranışlı ve olgun kişilerle birlikte bulunmayı vasiyet ediyorum. İnsanın en hayırlısı insanlara yararlı olandır. Sözün en hayırlısı az ve anlaşılır olanıdır.”

Hazret-i Mevlânâ aynı zamanda müceddittir. Müceddid; yenileyen, yenileyici, Hadîs-i Sahihle bildirilen, her yüzyılda bir dinî hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere gönderilen büyük âlim ve Hz. Peygamber’in (asm) vârisi olan kimse demektir.

İslâm tarihinde müceddidlerin ve mücedditlik müessesesinin ne kadar önem arz ettiği; her devirde dinden uzaklaşmaların ve dine hücumların çeşitliliğinden ve her müceddidin kendi devrinde yaşadığı zorluklardan ve maruz kaldığı işkence ve zulümlerden anlaşılır.

Ve onların; kendi devirlerinde hakkıyla tanınıp anlaşılamamaları, yaşadıkları süre içinde hakkıyla tanıyıp hizmetine girerek etrafında pervane olanların azlığı da başka bir göstergedir.

Bir tek bu zaviyeden Bediüzzaman Said Nursî’nin mücedditlik vazifesine bakıldığında, mücedditler silsilesinin son halkası olduğu gün gibi aşikâr oluyor.

Zira Ahirzaman Nebisi (asm) Efendimizden bu yana onbeşinci asrın içindeyiz.

Ve mâna âleminde Bediüzzaman”a, “Ey felâket, helâket asrının adamı!” diye hitab edilmiştir. 1

Bediüzzaman Hazretlerinin;

“Hazret-i Mevlânâ benim zamanımda gelseydi, Risâle-i Nûr’u yazardı. Ben de Hazret-i Mevlânâ zamanında gelseydim, Mesnevî’yi yazardım. O zaman hizmet Mesnevî tarzındaydı. Şimdi Risâle-i Nûr tarzındadır.”  şeklinde ifade buyurduğu da, talebesi Ahmet Gümüş tarafından nakledilmiştir. 2

Risale-i Nur Külliyatı’ndan Mesnevî-i Nuriye’nin Mukaddimesinde bu eserin kıymeti şöyle nazara verilir:

“Mevlânâ Celâleddin (ra) ve İmam-ı Rabbânî (ra) ve İmam-ı Gazâlî (ra) gibi, akıl ve kalb ittifakıyla gittiği için, herşeyden evvel kalb ve ruhun yaralarını tedavi ve nefsin evhamdan kurtulmasını temine çalışıp, lillâhilhamd, Eski Said Yeni Said’e inkılâp etmiş. Aslı Farisî, sonra Türkçe olan Mesnevî-i Şerif gibi o da Arapça bir nevi Mesnevî hükmünde Katre, Hubab, Habbe, Zühre, Zerre, Şemme, Şu’le, Lem’alar, Reşhalar, Lâsiyyemalar ve sair dersleri ve Türkçede o vakit Nokta ve Lemeatı gayet kısa bir surette yazmış; fırsat buldukça da tab etmiş. Yarım asra yakın o mesleği Risale-i Nur suretinde, fakat dahilî nefs ve şeytanla mücadeleye bedel, hariçte muhtaç mütehayyirlere ve dalâlete giden ehl-i felsefeye karşı, Risale-i Nur, geniş ve küllî Mesnevîler hükmüne geçti.” 3

Son olarak bir mühim noktaya da hassaten biz değinmiş olalım. Mevlânâ Hazretleri’nin, “ne olursan ol, yine gel” çağrısı da zaman içinde ve genel anlayışta asıl maksadına tam nail olamamıştır. O büyük insan, elbettte “gel” diyecekti. Gel ki, göresin. Gel ki bulasın. Gel ki kurtuluşa eresin. Gel ki Mevlânâ ile Mevlâ’ya kavuşasın! Ama gel de; hangi kafadan, hangi mezhep ve inançtan, hangi batıl saplantılar içinde olursan ol, aynı halinle bu dergâhın içine dahil ol ve öyle kal, dememiştir.

Dipnotlar:

1- Bkz. Rüyada Bir Hitabe, Tarihçe-i Hayat, s. 117.

2- Bkz. Tanıyanların Dilinden, Ahmet Gümüş.

3- Bkz. Mesnevî-i Nuriye, Mukaddime.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*