Bediüzzaman

83 yıllık ömrün tamamı, dipten yukarıya her şeyin altüst olduğu ve birkaç yeni dünyanın peş peşe kurulduğu yılların çerçevesiydi.

Ebedî âleme göç etmesinin üzerinden tam yarım asır geçti. Eğer bugün yaşadığımız dünyada biraz kendimiz olabiliyorsak, huzuru hissedebiliyorsak, geleceğe umutla bakabiliyorsak onu mutlaka hatırlamalıyız.

Bugün içinde var olduğumuz dünya, sahip olduğumuz güzel şeyler onun eşsiz katkısı ile vücut buldu. Israrla gösterdiği istikamete koyulanların sayesinde bugünlere geldik. Aradan geçen upuzun yarım asır, bize sadece onun ferasetini ispatladı ve üzerimizdeki hakkını gösterdi.

Bediüzzaman Said Nursî bir din rehberi veya din alimi olmanın ötesinde kuşatıcı bir toplum önderi idi. Kendi ekseninden uzaklara kayan, dağılan, parçalarına ayrılan toplumu bir arada tutmaya çalıştı: Kırılanları, dökülenleri onardı ve yepyeni bir mimari ile yeniden inşa etmeye girişti. Vefatından elli yıl sonra, geriye, yaşadıklarımıza bakıp hakkını teslim etmeliyiz: Bizlere muhteşem bir miras bıraktı.

Cumhuriyet tarihi, özellikle tek parti ve darbe dönemleri bu milletin kültürüne, değerlerine, hayat biçimine hunharca saldırılarla geçti. Aslında saldırıya uğrayan inançlar değildi, bizatihî toplumun kendisiydi. Cumhuriyet’in nobran elitleri, kendi ayrıcalıklarını ve iktidar haklarını sürdürebilmek için halkın inançlarına saldırıyor; böylece kendi farklarının altını çiziyordu. Yönetimin uzağında tutulması gereken halk dindardı. İnançlarına bağlı idi. O zaman halkın elindeki yönetme hakkını gaspetmek için, bu inançlara ve hayat biçimine savaş açmak gerekiyordu. Bir devlet ezanın Arapça okunmasına neden engel olur? Kur’ân’ı neden ibadet eden insanlara Türkçe okutur? Tek cevabı var: İnsanları inançları yüzünden suçlu ilan edip, suçluların elinden iktidar hakkını almak için. Cumhuriyet tarihimize damgasını vuran, devlet iktidarının kendini sürekli olarak inanç ekseninde üretmesi bu iktidar anlayışının ürünüdür.

Türkiye’yi, geçen 50 yıllık süre içinde iki ülke ile mukayese edebiliriz: Mısır ve Pakistan. Mısır’da İhvan-ı Müslimîn, Pakistan’da Cemaat-i İslâmî ne ise Türkiye’de Risale-i Nur Hareketi odur. Modernleşmenin güçlü savrulmaları karşısında insanlar üç ayrı ülkede bu hareketlerin çatısı altına sığınmıştır. Toplumlar dengesini bu ihya hareketleri ile tekrar kazanmaya çalışmıştır. Toplumda kurulmuş dengelere bakarak söylemek gerekirse bugünün Mısır’ı büyük ölçüde İhvan’ın, bugünün Pakistan’ı Cemaat-i İslamî’nin eseridir. Bugünün Türkiye’sinin Risale-i Nûr Hareketi’nin eseri olması gibi. Ya aradaki fark?

Üç ülkenin yaşadığı tecrübedeki temel farklılık, bu toplumsal hareketlerin peşlerinden sürükledikleri insanları, dayanılmaz bir çekicilik taşıyan şiddetin uzağında tutma ve demokratik hayata dahil etme yetenekleridir. Yönetici elitler topluma savaş açmışken inancı ve sofrası yoksullaşan insanların öfkesini bastırmak ve şiddeti durdurmak zordur.

Bediüzzaman, şiddete yönelip kendi kendini tüketecek olan toplumsal enerjiyi avucunun içine alıp ehlileştirdi, bu enerjiye biçim verdi; yeni bir insanın, dolayısıyla toplumun ve ülkenin inşasına kanalize etti. Tek parti yönetiminin arayıp da bulamadığı, Menemen gibi kanın bulaştığı hareketlerdi. Bediüzzaman insanı imanı ile tahkim etmeye girişirken, şiddetin de önüne geçmiş oldu. Sadece şiddetin değil, duygusal tatmin peşinde koşan hesapsız eylemlilik halinin de. 1940’larda Atatürk heykellerini kıran ve minareye çıkıp Arapça ezan okuyan Ticanî tarikatının bugün geride hiçbir iz bırakmaması, Bediüzzaman’ın haklı olduğuna delildir.

Bediüzzaman, Cumhuriyet tarihinin en vandal saldırısı olan 27 Mayıs Darbesi’ne ve yol açtığı depreme tanık olmadı. 1960’lı ve 70’li yıllarda toplum bu vahşi saldırılarla sağa-sola savrulduğu zaman, kanlı şiddet sarmalının sadece gençlikle sınırlı kalmasında, toplumun ana gövdesinin sabırla işine gücüne bakmasında ve yoluna devam etmesinde Bediüzzaman’ın çizdiği istikametin payını teslim etmek gerekir.

En az üç nesli içine alan sabır yüklü bir hikâye bu. Başında Bediüzzaman var. Üç nesle yayılan bir tarih boyunca yaşanan tereddütler, katlanılan sıkıntılar, çekilen acılar ve önünüzde duran sonuç: Bediüzzaman’ın hepimiz üzerinde hakkı var. Risale-i Nur Hareketi’nin içinde yer almamış biri olarak, bu hakkı ben de teslim ediyor ve bir borcu ifa ediyorum.

Mümtaz’er Türköne, Zaman, 26 Mart 2010

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*