Bediüzzaman’a dudak bükenlere…

alt

Evvelâ şu tesbitle başlamak istiyoruz: Bediüzzaman’ın Avrupa telâkkisini bilmeyenler, dünyamızın ve bilhassa Türkiye’mizin içinde bulunduğu dehşetli hâdiseleri doğru okuyamıyorlar…

Şia ve Selefiler (Vehhabiler)in Avrupa ve Amerika yaklaşımlarının âlem-i İslâmdaki felâketleri şiddetlendirdiğini hâlâ göremeyip, siyasal İslâmcıların perspektifinden dünyaya bakanların bizi uğrattığı musîbetler ortada iken, Risale-i Nur’a bîgane kalmakta inat eden idarecilerimizin de büyük bir vebalde olduğunu bu vesile ile tekrarlamak istiyoruz.

Avrupa’yı müsbet ve menfî olarak, ta 1909’dan, vefat ettiği 1960’a kadar anlatan Bediüzzaman’ın 1919’da kaleme aldığı Sünûhat kitabındaki kayıt, bu husustaki ilk kalın çizgileri çiziyor. Osmanlı veya âlem-i İslâmdaki siyasetçilerin inisiyatifinin Avrupa elinde olduğunu, onun üflemesi ile bizdeki siyasetin hareketlendiğini anlatan Said Nursî Hazretleri, Avrupa’dan gelen tesirin nasıl menfiden müsbete dönüştürüleceğini de gösteriyor. 1923’ten itibaren ikinci Avrupa’nın desiseleri ile zifiri diktatörlüğe yakalanan Türkiye’nin, 1950’den sonraki kısmî hürriyet ve demokrasisinde de Üstad bu istikametteki ders ve ikazlarına devam ediyor. Merhum Menderes’e ve hükümetine hitaben yazdığı mektupları dikkatlice tahlil edenler, içinde bulunduğumuz dehşetli labirentten çıkış ışığını yakalayabilirler.

1909’dan, belki de 1890’lardan bu yana en önemli projelerinden birisi olan “İttihad-ı İslâma” İngiliz ve Fransız siyasetçilerin mecburiyetle taraf olacağını, belki Avrupa’nın da maksat ve gayede ortak olmadığı bir ittihad-ı İslâm’ın olamayacağı telâkkisini anlayabilmek için, Risale-i Nur’un 6000 küsur sayfalık külliyatındaki bu fikirleri dikkatle derlemek gerekiyor. Cehaletin basiret gözünü kapattığı pencerelerden aktüel dünya siyasetine yön verenlerin her gün dehşetli hatalar yapması, kafalarındaki yanlış “Avrupa telâkkisinden” ileri geliyor, kanaatindeyiz. Münevverlerimizin seslendirdiği “akıl tutulmasının” izahı da,  bize göre Bedîüzzaman’ın “ahirzaman atlası ve Avrupa tarz-ı telâkkisinde” mevcuttur, isteyen bakabilir.

NEOCON, TROÇKİST, YENİ MUHAFAZAKÂR, II. AVRUPA VE DECCALİYET AVRUPASI…

İsimlerin değişmesiyle hakikat ne kadar değişir ki… Yukarıdaki isimlerin nüansları olabilir. Ayının kırk türküsünün “ahlat’a” işareti gibi şu kelimelerin hepsi de inkâr-ı ulûhiyetten, anarşi ve diktatörlükten, sömürgecilikten, savaş ve kaostan haber verirler. Bu manaya gelen elliden fazla kelime, isim ve deyimi Risale-i Nur’dan çıkarabiliriz. Dünyevîleşen Müslümanlarımızın, zengin olmak için herşeyine yabancı oldukları Çin’de imalathaneler açtığı, Afrika kıt’asında ismini önceden duymadığı ülkelerde tezgâhlar kurduğu, Brezilya ve Arjantin’in uzayıp giden mısır tarlalarının son durumundan haberdar olduğu ve Sibirya ormanlarındaki tomrukları Karadeniz’e indirme planları yaptığı halde, bir köye dönüşmüş dünyamızda Avrupa ve Amerika siyaset enstitülerinde Türkiye için ne pişirildiğini merak etmemeleri bir akıl tutulması değil mi?

Batıdaki Troçkizm ve bizdeki Kemalizmle yüzleşmekten bu denli imtina etmeleri dehşetli bir haldir bizce… Bütün dünya entelektüelinin seslendirdiği bir kaide var. “Hak ve hürriyetlerin, demokrasi ve adaletin olmadığı ülkelerde halk ya zengin olamaz veya bizdeki gibi geçici rüşvetlerle geçinir.” İkinci Avrupa’nın – kendi  ömrümde- bizi kandırdığı ve Türkiye’ye ihanet ettiği üçüncü veya dördüncü seansı yaşıyoruz.

12 Eylül ihtilâli ile birlikte kullanılarak zengin olan dindarları tek tek hatırlayabilirsiniz. Medya pazarlama şirketleri, faizsiz banka derken normal bankacılığa geçiş yapan o dindarları Türkiye’de tanımayan yoktur. Sonra merhum Erbakan’la serpilmeye başlayan “yeşil sermaye!”… Ve Kemalistlerle  Troçkistlerin “ bankalar” furyası, hortumlama fırtınası ve bütün değerlerin kaybının yaşandığı Türkiye… Bush’un başkanlığında hükümet olan neoconlarca dizayn edilen Türkiye’mizin ilk sekiz senesinde zenginleştirilen Müslümanları şöyle bir bir hatırlayalım. 150 ülkede bayrak dalgalandırıp, Afrika’nın bâkir köşelerine kadar müsaade edilenlerin hazin macerası… Eşkiya başına neoconların rüşvet olarak verdiği petrol rüşvetinden pay kapma mücadelesi verenler… “Yeni Osmanlı coğrafyasındaki” statüsü peşinde koşarken zillet derelerine yuvarlananları ve yuvarlanacakları kader bir bir bize göstermiyor mu? Bütün bunların en önemli sebebi olarak zamanı Bediüzzaman’dan sormayışımız ve ondan Avrupa telâkkisini öğrenme tembelliğine düşüşümüz veya Risale-i Nur’a dudak büküşümüz olarak gösterenler elbette yerden göğe kadar haklıdırlar…

AVRUPA KİLİT COĞRAFYADIR…

Bediüzzaman’ın “Avrupa” kelimesine yaptığı izahların bir kimliği tarif ettiğini daha önce de söylemiştik. Klâsik manalar, coğrafi tanımlar ve tarihî kimliklerden ziyade; globalleşen dünyamızdaki Avrupa tanımının içine kültürü, medeniyeti, dinsizlikleri, kaosları, ahlâksızlıkları, felsefeyi ve teknolojiyi de koyarak Yeni Zelanda’dan Alaska’ya, belki Çin’den Kapstadt’a kadar, İslâm coğrafyasını da içine alacak şekilde genişletmek zorundayız. İstanbul Fatih ve Üsküdar’daki Avrupa kadar, Kahire ve Sana’daki Avrupaları da bu tabloya dahil etmek durumundayız…

1940’larda devlet erkânını ikaz eden Bediüzzaman, “Şimalden gelen küfr-ü mutlak cereyanını durduracak, yalnız Risale-i Nur’dur. Siyaset, diplomatlık bu vazifeyi göremez. Onun için vatanperver ve milliyetçi ve siyasetçiler Nurlara sarılmaya mecburiyet var” derken yukarıdaki manayı terennüm ediyordu. O gün bugündür zahirperestler hep kuzeye bakıyorlar. Bediüzzaman’daki “Şimal cereyanı“nı hayat sahifesinden okuyamayanlar, İslâm düşmanlığını yanlış adreslerde arıyorlar. Troçkistlerin 11 Eylül’le birlikte işgal ettikleri Pentagon’u, neoliberallerce  tar u mar edilen Brüksel’i bilmeyenler, güney’den saldıran neoconlara “kurtarıcı” olarak bakacaklar ve kendi imkânlarıyla Çingiz’e teslim olacaklardı… Deccalın Tahrir’de yaktığı ateşte ısınmak isteyen El Kardavi’lerin kulakları çınlasın… Kendi medresesinde Şam-ı Şerif’i müdafaa ederken şehit olan Ramazan El- Buti’nin de ruhu şad olsun. Onun Ankara’ya gönderdiği mektubun şimal fırtınasında kaybolduğunu bilmeyenler de El Buti’nin ruhuna Fatihalar göndersinler. Bediüzzaman’a “Belî Seyda!” diyen o kahramanları neoconlara teslim edenlerin en büyük günahları, Bediüzzaman’a göre Avrupa’yı okuyamamalarıydı…

El-Buti Hazretleri bizi sadet dışına uçurdu. Avrupa’nın, ahir zamanda gelen deccaliyeti bertaraf edecek İsevîliğin vatanı olduğunu haber veren hadislere dudak bükenler yalnızca kendilerini yakmıyorlar, cehaletle harlanan ateşte bizi de yakıyorlar. AB’nin bir dünya barışı projesi olduğunu bilebilmek için, İsveç’in neden herkesten önce Filistin’i tanıdığına kafa yormak gerekiyor. Dindar Türkiye siyasetçilerin, Avrupa’nın en netameli ve bedbaht ülkesi olan İngiltere parlamentosundaki “Filistin devleti” oylamasını anlamaları da, Bediüzzaman’ı anlamalarına bağlıdır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*