Bediüzzaman’a kulak verilmeli

Öğretmenliğimin ilk yıllarında gençliğin verdiği bir hevesle öğrencilerimle beraber köyün yakınında bulunan bir gölde olta ile balık avlamaya giderdim.

Oltamı suya daldırır daldırmaz, balıkların birbirileriyle yarışırcasına oltadaki yemi kapmak için yarışıyorlardı. Ben de oltaya takılan balıkları keyifle çekiyordum. Bu arada anlamakta zorluk çektiğim bir şey dikkatimi çekiyordu. Yemi kapmak için birbirileriyle yarışan balıkların, çırpınarak hayatı sona eren arkadaşlarının bu feci durumunu gördükleri halde, bu tuzağı fark etmeyerek her defasında oltanın ucundaki yeme hücum ediyorlardı. Bu mübarek hayvanların bu safiyane ve muhakemesiz halleri beni bir hayli düşündürüyordu. Sevk-i İlâhiyle tehlike anında bir çok hayvan canlarını tehlikeye atmamak için çareyi hızla kaçmakta buldukları halde, bu mübarek balık taifesi kendilerine kurulan tuzağı gördükleri halde, neden bunu fark edemeyip, canlarından oluyorlardı?

Ama geçmişten bu güne insanlık tarihine baktığımızda, nice kralların, padişahların, hükümdarların kendilerine kurulan tuzakları, fark etmeyip, hem kendilerinin, hem de başında bulundukları ülkelerinin feci durumlara düçar kaldıklarına görüyoruz. Durum böyle olunca, akıl gibi bir nimetten, basiret gibi hasletten mahrum oldukları anlaşılıyor. Akıl sahibi insanların bu tuzakları fark etmediklerini görünce, balıkların oltaya takılmalarında yadırganacak bir durum olmadığını anladım. Her türlü yalanın, aldatmanın ve aldanmanın mübah sayıldığı bir zamanda yaşıyoruz.

Bediüzzaman’ın;

“lisan-ı siyasette lâfız mananın zıddıdır”

sözünü daha yakından idrak ediyoruz.

Ucu ecnebilerin elinde olan, bizdeki siyaset alanının ne derece şeytanı dahi hayrette bırakacak kumpaslara, tuzaklara açık olduğunu görüyoruz. Ve buna bağlı olarak inanılmayacak aldatmalara ve aldanmalara müsait bir alan olduğunu anlatmaya her halde gerek yok.

Çok uzaklara gitmeye gerek yok. Dine hizmet niyetiyle yola çıkanların, Bediüzzaman’ın “muzır maniler” diye işaret ettiği uluslar arası derin mahfillerce kurulan kumpaslara kolayca yakalandıklarını gördük. Kendilerine yapılan taltif ve tebriklerin, alkış tufanlarının, sunulan devlet imkânlarının birer tuzak, birer kumpas olduğunu inşallah anlamışlardır.

Bir çok din büyüğü gibi, asrımızda Üstad Bediüzzaman da kendisine teklif edilen ve her insanı celbeden köşkleri, sarayları, milletvekilliklerini, cezbedici maaşları hiç tereddüt etmeden reddetmişti. Çünkü o, bütün bu tekliflerin onu ulvî dâvâsından vazgeçirmek için birer rüşvet, birer tuzak olduğunu biliyordu. “Bunları kabul etseydim, hiçbir şeye alet olmayan Risale-i Nur meydana gelmezdi” diyerek, dine hizmet etmek için yola çıkan cemaatlere önemli bir tavsiye ve ikazda bulunuyordu.

Cemaatler Üstad Bediüzzaman’ın sırf bu istiğna düsturlarını dikkate alıp, o çerçevede dinî hizmetlerine devam etselerdi, derin mahfillerin döşedikleri o tuzaklara, o kumpaslara düşerler miydi acaba?

Hüseyin Gültekin

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*