Bediüzzaman’a tam tevafuk etmek

“Hem bu Birinci Mertebe, bana mahsus gâyet ehemmiyetli bir muhâkeme-i hissî ve gâyet ruhlu bir muâmele-i îmânî ve gâyet gizli bir mükâleme-i kalbî sûretinde, mütenevvî ve derin dertlerime şifâ olarak tebârüz etmiş. Bana tam tevâfuk eden tam hissedebilir. Yoksa tam zevk edemez…” 1

 

Dördüncü Şuâ’yı her okuduğumda birinci mertebenin başındaki bu “ihtar” beni hep düşündürmüştür. Âyet-i Hasbiye’nin birinci mertebesinin anlaşılmasının ve zevk edilmesinin şartı olarak beyân edilen bu ifâdeden Üstâd’ın kastı nedir? Bedîüzzamân’a “tam tevâfuk etmek” nasıl olur? Gerçekten Üstâd’a “tam tevâfuk etmek” mümkün müdür?

Bu husûsu düşündükçe mezkûr bahsi anlamakta, hele “tam zevk etmekte” neden zorlandığımı idrâk ettiğimi zannediyorum.

Dördüncü Şuâ’yı zevk edemiyordum; çünkü Bedîüzzamân’a “tam tevâfuk” edemiyordum. Zirâ Bedîüzzamân’a tam tevâfuk etmek demek, yalnızca onun düşüncelerini anlamaya çalışmaktan ibaret değildi. Ona tevâfuk etmek, onun hayâtını anlamak; anlamakla da yetinmeyip onun gibi yaşamak demekti.

Bedîüzzamân’a tam tevâfuk etmek, Hz. Resûlûllah’ın (asm) aşkıyla yanmak ve onu (asm) nerede bulacağını bilmek demekti.

Bedîüzzamân’a tam tevâfuk etmek, Hz. Resûlûllah’ı (asm) bulduktan sonra, ondan (asm) ne isteyeceğini bilmek demekti.

Bedîüzzamân’a tam tevâfuk etmek, İslâm’ın mâruz kaldığı tehlikeler karşısında ıztırap duyabilmek ve bu ızdırap sâikasıyla “Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez manevî bir güneş hükmünde olduğunu, ben dünyaya ispat edeceğim ve göstereceğim!” diyebilmekti. 2 Kendisinin rahatı için “Şam ve Hicaz taraflarına gitmesini” tavsiye edenlere;

“Biz, imanı kurtarmak ve Kur’ân’a hizmet için, Mekke’de olsam da, buraya gelmek lâzımdı. Çünkü, en ziyade burada ihtiyaç var. Binler rûhum olsa, binler hastalıklara müptelâ olsam ve zahmetler çeksem, yine bu milletin îmânına ve saâdetine hizmet için burada kalmaya Kur’ân’dan aldığım dersle karar verdim ve vermişiz.” 3 diyebilmekti.

Bedîüzzamân’a tam tevâfuk etmek, “Ben, cemiyetin îmânını kurtarmak yolunda dünyamı da fedâ ettim, âhiretimi de.” 4 diye haykırabilmek ve bunu hayâtı ile de ispât edebilmekti.

Bedîüzzamân’a tam tevâfuk etmek, inandığı dâvâsı uğruna doğduğu yerlerden, ana-babasından, hısım-akrabâsından, dostlarından ve sevdiklerinden ömrü boyunca ayrılmayı göze alabilmek ve bunun için hiç kimseye kin ve adâvet beslemeden kadere rızâ gösterebilmekti.

Bedîüzzamân’a tam tevâfuk etmek, “Âlem-i İslâm’a indirilen darbelerin en evvel kalbime indiğini hissediyorum.” 5 deyip, yalnızca duyduğu ıztırapla kahrolmak değil, kurtuluş çâreleri arayıp bulmaktı. Zîrâ onun hayât felsefesi problemler ve zorluklar karşısında eli-kolu bağlı, çâresizliğiyle baş başa bir köşede oturmak değil, hastalığı teşhîs, problemi tespît edip tedâvî ve kurtuluş çârelerini de göstermekti.

Bedîüzzamân’a tam tevâfuk etmek, “Ye’sin (ümitsizliğin) içimizde hayat bulup dirildiği” 6 bir dönemde “İstikbâl yalnız ve yalnız İslâmiyet’in olacak; ve hâkim, hakâik-ı Kur’âniye ve îmâniye olacak.” 7 diyebilmekti. Bunu da kuru bir iddiâ olarak değil, aklî ve mantıkî delillerle ispât ederek ve inanarak söyleyebilmekti.

Bedîüzzamân’a tam tevâfuk etmek, kendisine yapılan bütün baskı, zulüm ve işkencelere rağmen inancından ve dâvâsından aslâ tâviz vermemek, sünnet-i Resûlullah’a harfiyen iktidâ edebilmekti. Bir sünnetin tatbîki uğrunda başını ortaya koyabilmek, “Bu sarık bu başla beraber çıkar” diyerek boynunu uzatabilmekti. 8

Bedîüzzamân’a tam tevâfuk edebilmek….

Bu cümleyi başlangıç yapıp sayılamayacak kadar çok hakîkati peşinden sıralamak mümkün. Zîrâ seksen küsûr yıllık bir ömür her günü, her saati, her dakîkası ile söylenebilecek bu hakîkatlerin bizzat yaşanarak ispâtı ile dolu. O zaman Bedîüzzamân’a tam tevâfuk edebilmek nasıl mümkün olacak; ya da olabilecek mi?

Üstâd Bedîüzzamân yaşadığı her saat, her dakîkada “ahlâkı Kur’ân ahlâkı”9 olan bir zâtın (asm) sünnetine ittibâ gayreti içinde olmuş bir şahsiyet. Hiç kimse Hz. Muhammed’in (asm) “kendisi” olmak iddiâsında olamaz. Ama herkes, o zâta (asm) en çok benzeme, onun (asm) gibi yaşama azmi, gayreti, iddiâsı içinde olabilir ve olmalıdır. İşte Bedîüzzamân da Hz. Resûlûllah’a (asm) tâbi olma, onun gibi yaşama, onu örnek alma gayretinde olduğunu, o zâta (asm) “tam tevâfuk etme” azmini gösterdiğini hayâtıyla bilfiil ispât etmiş bir şahsiyettir. “Bu zamanda bu nasıl olacak?” diyerek âhirzamanda İslâm’ı yaşamanın, sünnet-i Resûlûllah’a (asm) ittibânın güyâ mümkün olmadığını iddiâ edenleri tekzîb etmiş bir şahsiyettir. Biz de-–ne kadar zor olduğunu bilmekle beraber—“ona tam tevâfuk etme” gayretinden aslâ vazgeçmemeliyiz.

Karıncanın Hacca gitmesi misâli…

Zîrâ biz Bedîüzzamân’dan şu dersi aldık: “Yeis, mâni-i herkemâldir.” 10 Zor olduğunu biliyoruz; ama Bedîüzzamân’a tam tevâfuk etme emel ve gayretinden aslâ vazgeçmeyeceğiz. Bir gün Âyet-i Hasbiye’nin birinci mertebesini “tam zevk edeceğim” İnşâallah! Duâlarınızla!..

DİPNOTLAR:

1- Şuâlar; s: 58. 2- Tarihçe-i Hayât; s: 44.

3- Beyânât ve Tenvîrler; s: 316. 4- Târihçe-i Hayât; s: 543.

5- A.g.e. s: 143. 6- A.g.e. s. 79. 7- A.g.e. s. 80. 8- Emirdağ Lâhikası s. 266. 9- Müslim, Müsâfirîn 139. 10- Münâzarât s. 30.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*