Bediüzzaman’dan ezber bozan duruşlar

Bizler, içtimâî ve siyâsî hayatın çalkantılarında boğulmamak için Risale-i Nur prensipleri doğrultusunda meşveret ile hareket ederek, harekâtımızı şahs-ı mânevî ruhu ile teyid edip yerine getiriyoruz. Neticesini de Rabbimize bırakıyoruz.

Öncelikle bir kaç sual ile girmek istiyorum? Üstad Bediüzzaman Hazretleri kendisini tazyik eden ehl-i dünyanın lehinde olarak bir fikirde bulunabilir mi? Kendisine işkence eden mübtedi’ ve kısmen münâfık baştaki insanların takip ettikleri siyâsete taraf olabilir mi? Ya da mübtedîlerin hükümetleri tarafında olabilir mi? Öncelikle bu suallerin cevabını almamız gerekiyor.

On Altıncı Lem’a’da “beni tazyik eden ehl-i dünyanın lehinde olarak bir fikirde bulundum.” diyen Bediüzaman Hazretleri, bulunulan bu fikir neticesinde “Bazı zatlar hayret içinde hayrette kaldılar.” diyor. Dediler ki: “Sana işkence eden bu mübtedi’ ve kısmen münafık baştaki insanların takip ettikleri siyaseti nasıl görüyorsun ki ilişmiyorsun?” dediklerini söylüyor. Çünkü bu duruş zahiren ezber bozuyor. Muhatapların hem hoşuna gitmiyor hem de ters mantık ihtiva ediyor. Bunun sebebini yaşanan ahirzaman fitnelerine bağlayan Bediüzzaman Hazretleri “Bu zamanda ehl-i İslâmın en mühim tehlikesi, fen ve felsefeden gelen bir dalâletle kalblerin bozulması ve imanın zedelenmesidir. Bunun çare-i yegânesi nurdur, nur göstermektir ki, kalbler ıslah olsun, imanlar kurtulsun. Eğer siyaset topuzuyla hareket edilse, galebe çalınsa, o kâfirler münafık derecesine iner. Münafık, kâfirden daha fenadır. Demek, topuz böyle bir zamanda kalbi ıslah etmez. O vakit küfür kalbe girer, saklanır, nifaka inkılâp eder.” diyerek ahirzaman asrında hüküm süren özellikle dâhilî cereyanlara karşı nasıl bir metod takip edilmesi gerektiğinin prensiplerini gösteriyor.

Yine Bediüzzaman Hazretleri’ne “Niçin bu yakında İngiliz ve İtalya gibi ecnebîlerin bu hükûmete ilişmesiyle, eskiden beri bu vatandaki hükûmetin hakikî nokta-i istinadı ve kuvve-i mâneviyesinin menbaı olan hamiyet-i İslâmiyeyi tehyiç etmekle şeâir-i İslâmiyenin bir derece ihyâsına ve bid’aların bir derece def’ine medar olacağı halde, neden şiddetle harp aleyhinde çıktın ve bu meselenin âsâyişle halledilmesini duâ ettin ve şiddetli bir surette mübtedi’lerin hükûmetleri lehinde taraftar çıktın? Bu ise, dolayısıyla bid’alara tarafgirliktir.” sualini sorduran sebep ve Üstadı bu noktaya sevk eden hadiseler nelerdir?

Biliyorsunuz Üstad Bediüzzaman Hazretleri Birinci Cihan Harbinin mağlûbiyetinin hikmetlerini Sünûhat Risalesi’nde ayrıntısı ile yazar. Mânevî canipten gelen ihtâr ile Osmanlı’nın mağlûbiyetine sebep olan hikmetleri gösterir. Çünkü galip olsaydık bu rejim-i bid’akârâne mukaddes beldelere bizim elimizle kolayca teşmil edilecekti. Halbuki bu rejim-i bid’akârâne o mübârek beldelere girmemesi gerekiyor. Bu büyük hikmet için kader mağlûbiyetimize hükmeder. Mağlûbiyetin zahirî sebepleri ise üç erkân-ı îmâniyenin terkidir. Gelen musîbet bu ihmallerin keffaratü’l zünubu olur.

Bundan yirmi sene sonra, İkinci Cihan Harbine ise zahirde “bu vatandaki hükûmetin hakikî nokta-i istinadı ve kuvve-i mâneviyesinin menbaı olan hamiyet-i İslâmiyeyi tehyiç etmekle şeâir-i İslâmiyenin bir derece ihyâsına ve bid’aların bir derece def’ine medar olacağı halde, “Üstad Bediüzzaman Hazretleri bu noktalara bakmayarak şiddetle harp aleyhinde çıkıyor ve bu meselenin âsâyişle halledilmesini duâ ediyor ve şiddetli bir surette mübtedi’lerin hükûmetleri lehinde taraftar çıkıyor.

Pekâlâ, Bediüzzman Hazretleri bu duruşları niçin yapıyor? Bakınız bunun cevabı yine Risale-i Nur’da var. “Yirmi sene evvel tab edilen Sünûhat Risalesinde, hakikatli bir rüyada, âlem-i İslâmın mukadderatını meşveret eden ruhânî bir meclis tarafından bu asrın hesabına Eski Said’den sordukları suale karşı verdiği cevabın bir parçası şimdilik tezahür etmiştir. O zaman, o mânevî meclis demiş ki: “Bu Alman mağlûbiyetiyle neticelenen bu harpte Osmanlı Devletinin mağlûbiyetinin hikmeti nedir?”

Cevaben Eski Said demiş ki: “Eğer galip olsaydık, medeniyet hatırı için çok mukaddesatı feda edecektik. Nasıl ki yedi sene sonra edildi. Ve medeniyet namıyla âlem-i İslâm, hususan Haremeyn-i Şerifeyn gibi mevâki-i mübarekeye, Anadolu’da tatbik edilen rejim kolaylıkla, cebren teşmil ve tatbik edilecekti. İnâyet-i İlâhiyeyle onların muhafazası için kader mağlûbiyetimize fetva verdi.”

Aynen bu cevaptan yirmi sene sonra, yine gecede, “Bîtaraf kalıp, giden mülkünü geri almakla beraber, Mısır ve Hind’i de kurtararak, bizimle ittihada getirmek, siyaset-i âlemce en büyük muzafferiyet kazanmak varken, şüpheli, dağdağalı, faydasız bir düşmana (İngiliz) taraftarlık göstermekle muzaaf bir surette ve zararlı bir yolu tercih etmek, böyle zeki, belki dâhi insanların nazarında saklı kalmasının hikmeti nedir?” diye sual benden oldu.

Gelen cevap, manevî cânipten geldi. Bana denildi ki: “Sen, yirmi sene evvel mânevî suale verdiğin cevap, senin bu sualine aynı cevaptır. Yani, eğer galip tarafı iltizam edilseydi, yine mimsiz medeniyet namına galibâne mümanaat görmeyecek bir tarzda, bu rejimi âlem-i İslâma, mevki-i mübarekeye teşmil ve tatbik edilecekti. Üç yüz elli milyon İslâmın selâmeti için bu zahir yanlışı görmediler, kör gibi hareket ettiler.” İşte cevap, işte melekût âleminden Üstad’a mânevî canipten gelen ihtârlar.

Şimdi zahire bakılırsa;

1. Hem Üstad’a hem alâkadar olduğu çok kardeşlerine kavî bir ihtimalle ferah verecek bir teşebbüs etmek lâzımken, Üstad o vaziyete hiç ehemmiyet vermiyor. Neden?

2. Üstad’a işkence eden bu mübtedi’ ve kısmen münafık baştaki insanların takip ettikleri siyasete Üstad ilişmiyor. Neden?

3. İkinci Dünya Savaşı’na Üstad neden şiddetle harp aleyhinde çıkıyor ve bu meselenin âsâyişle halledilmesini duâ ediyor ve şiddetli bir surette mübtedi’lerin hükûmetleri lehinde taraftar çıkıyor?

4. Yine İkinci Cihan Harbinde “giden mülkünü geri almakla beraber, Mısır ve Hind’i de kurtararak, bizimle ittihada getirmek, siyaset-i âlemce en büyük muzafferiyet kazanmak varken,” Üstad neden harbe girilmemesi cihetinde duâ ederek yukarıda sayılan zahiri fütuhatları görmüyor? Acaba görmüyor mu? Yoksa başka hikmetler mi var? Başka hikmetler olduğu uzun uzun Risale-i Nur satırları arasında yer alıyor.

Öyleyse zahirde acele olarak elde edilecek olan fütuhat ve ferecin neticesi âlem-i İslâm için daha şiddetli musîbetlerin mukaddimesi olacağından Bediüzaman Hazretleri yine ezber bozan duruşlar sergilemiştir. Çünkü kendisine mânevî canipten gelen ihtârlar bu duruşları yapmayı zarûrî kılmaktadır.

Böylece biz Nur Talebeleri içtimâî ve siyâsî ahvâle yansıyan hadisat-ı âlemin satırları altında müstetir meselelerin sırrını Üstad Bediüzaman Hazretleri’nin ezber bozan duruşlarını mihenk alarak, bizlere Risale-i Nur satırları içerisinde göstermiş olduğu prensipler doğrultusunda yerine getirmeye çalışıyoruz. İçtimâî ve siyâsî hayatın zahiren girift çalkantılarında boğulmamak ve yanlış basmamak için Risale-i Nur prensipleri doğrultusunda meşveret ile hareket ederek, harekâtımızı şahs-ı mânevî ruhu ile teyid edip yerine getiriyoruz. Neticesini de Rabbimize bırakıyoruz. Tâ Üstad’ın zamanında zahirperestler Bediüzzaman Hazretleri’nin mânevî canipten gelen ihtârlar ile yaptığı ezber bozan duruşları anlayamayarak hayret içinde hayrette kalmışlarsa; aynen öyle de Bediüzzaman Hazretleri’nin mesleğinden zerre kadar inhiraf etmeyen Yeni Asya Nur Talebelerinin Üstâdlarından almış oldukları hakikat dersleri ile ezber bozan duruşlar sergilemesi de şimdiki zahirperestleri hayret içinde hayrette bırakıyor.

Demek Yeni Asya Nur Talebeleri doğru duruyor, hakkı tutuyor ve meşveret ile almış oldukları haklı kararlarının arkasında duruyorlar ki, bu duruş şimdiki zahirperestlerin ezberini bozuyor. Bu kadar saldırıların ve kara propagandaların arkasında yatan saiklerin bir ciheti bu olsa gerek…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*