Bediüzzaman’ın Barla’daki zaferi

Hür adam Bediüzzaman Said Nursî, yüzyılı aşkın bir zamandır konuşuluyor. Böyle giderse daha çok konuşulacak gibi.
Aslında o hep gündemde kalmıştı. Çok zaman gündemi o belirlemişti. Onu ve fikirlerini gündemden düşürmeye çalışanların çoğu gündem dışına atıldı. O, fikirlerini her zeminde serbestçe söyledi, kimseden çekinmeden ve korkmadan. Buna Tarihçe-i Hayat’ı şahittir.

Vizyona yeni giren “Hür Adam” filmi dolayısıyla basın-yayın organlarında tartışmalar artmaya başladı. Hemen her gün bir-iki televizyon kanalında film üzerinden Bediüzzaman Said Nursî’ye saldırılar yapılıyor. Filmdeki bir sahneyi ele alıp olanca hınçlarını ve kinlerini kusmaya çalışıyorlar. Bazıları isimlerinin önündeki titre güvenerek desteksiz atışlarına devam ediyorlar. Bu arada ilim adamı olduklarını söylerken ne kadar cahil olduklarını da yakından görmüş oluyoruz. Önce inkâr ediyorlar. Sonra gerçekleri görünce ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Bazı insaf sahibi olanları da takdir etmek gerekir. Bilmediklerini söyleyip tevazu gösteriyorlar. Hatta öğrenmek için çaba sarf ediyorlar. Bu açıdan güzel bir zemin oluştu.
Eğer muhalif olanlar Bediüzzaman’ın çektiği sıkıntıların binde birini yaşasalardı, herhalde kıyameti koparırlardı. Ama o müsbet hareketten asla vazgeçmedi, talebelerine de her vesile ile müsbet hareketi tavsiye etti. Hatta kendisine zulm edenlere bedduâ bile etmedi, “Risâle-i Nurla imanlarını kurtarmak” şartıyla hakkını helâl edeceğini söyledi.
Bunlar Bediüzzaman’ın şu sözünü ne güzel tefsir ediyor:

“Tesâdüm-ü efkârdan ve tehâlüf-ü ukulden hakikat tamamıyla tezahür eder.”1

Said Nursî, Barla’ya Eğirdir Gölü üzerinden sandalla getirilmiştir. Çünkü henüz karayolu yoktur. Ama onu takip ve kontrol edecek bir karakol vardır.

Bediüzzaman’ın Barla hayatı güllük gülistanlık değildir. Geçtiği yollara ne kırmızı halılar, ne de güller döşenmişti. Gerçi onun hayatında “rahat” denilen bir kelime yoktur. Onun tek derdi bu milletin imanını kurtarmaktır. Bunun için dünyasını da, ahiretini de feda etmiştir. Bu durumunu 1952 yılında Eşref Edib’e verdiği bir mülâkatta şöyle ifade ediyordu:
“Beni, nefsini kurtarmayı düşünen hodgâm bir adam mı zannediyorlar? Ben, cemiyetin îmânını kurtarmak yolunda dünyamı da fedâ ettim, âhiretimi de. Seksen küsûr senelik bütün hayatımda dünya zevki nâmına bir şey bilmiyorum. Bütün ömrüm harb meydanlarında, esaret zindanlarında yahut memleket hapishânelerinde, memleket mahkemelerinde geçti. Çekmediğim cefâ, görmediğim ezâ kalmadı. Dîvân-ı harblerde bir câni gibi muâmele gördüm, bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilâttan menedildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere mâruz kaldım. Zaman oldu ki, hayattan bin defa ziyâde ölümü tercih ettim. Eğer dînim intihardan beni menetmeseydi, belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti.”2

Bediüzzaman’a Barla’da tam bir açık hava hapishanesi hayatı yaşatılmıştır, denilebilir. Etrafındaki kıskaç gün geçtikçe daraltılmıştır. Memleketin üzerine çöken kara bulutlardan insanlar ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Ona yanaşmak, selâm vermek her türlü eza cefayı göze almaktı. Hatta ölümü hiçe saymaktı. “Bediüzzaman” demek, “Risâle-i Nur”u ağzına almak işkence edilmek için yeterli sebep sayılıyordu. Tek kelimeyle her şey Bediüzzaman aleyhine kullanılmıştır.
Bediüzzaman Said Nursî, Barla beldesinde sürekli ve çok şiddetli bir istibdat, zulüm ve takip altında bulunduruluyordu. Barla’ya sürgün edilmesinin sebebi ise, kalabalık şehirlerden uzaklaştırıp, böyle ücrâ bir köye atılarak, rûhunda var olan İslâm sevgisinin coşmasına engel olmak, onu konuşturmamak, söyletmemek, İslâmî, îmanî eserler yazdırmamak, âtıl bir vaziyete düşürüp dinsizlerle mücahededen ve Kur’ân’a hizmetten alıkoymaktı. Bir bakıma nisyana, unutulmaya mahkûm etmekti. Böyle kuş uçmaz, kervan geçmez bir yerde tek başına unutulup gideceğini zannettiler.
Bediüzzaman ise, bu planın tamamen aksine hareket etmekte başarılı oldu. Bir an bile boş durmadan, Barla gibi ıssız bir yerde Kur’ân ve îman hakîkatlerini ders veren Risâle-i Nur eserlerini telif ederek, perde altında neşrini sağladı. Bu başarı ise, çok büyük bir galibiyet idi. Zîra o pek dehşetli dinsizlik devrinde, hakîki bir tek dînî eser bile yazdırılmıyordu. Din ve dindarlar büyük baskı altındaydı. Din adamları susturulup, yok edilmeye çalışılıyordu.
Bediüzzaman’ı Barla’ya hapsetmekle maksatlarına ulaştıklarını zannettiler. Ama yanıldıklarını kısa sürede anladılar. 1934 yılından sonra ağır ceza mahkemeleri ve hapishaneler devri başladı. Memlekete yayılan menfî propaganda ile idam edileceği yayıldı.

Dinsizler, Bediüzzaman’ı yok edememişler, uyuşmuş kalb ve akılları harekete getiren İslâmî ve îmanî neşriyatına engel olamamışlardı. Bediüzzaman tek başına yirmi beş yıllık zulüm ve baskı devrinde hiçbir zâtın yapamadığı bir işi başarmıştı.

Gizli dinsiz komitelerinin, “İslâmî şeâirleri birer birer kaldırarak İslâm rûhunu yok etmek, Kur’ân’ı toplatıp imha etmek” planları vardı. Buna muvaffak olmak için, “Otuz sene sonra gelecek neslin kendi eliyle Kur’ân’ı imha etmesini intac edecek bir plan yapalım” demişler ve bu planı tatbike koymuşlardı. İslâmiyeti yok etmek için tarihte görülmemiş bir tahribat ve saldırılar hüküm sürmüştü.3

Memleket üzerindeki korku, Bediüzzaman’ın ölümünden yıllarca sonra bile devam etti. Onun aleyhinde yazıp-çizenler terfî ettiler, doğrusunu yazanlar mahkûm edilmek istendi. Adalet tarihinde benzeri görülmemiş beraat kararları verilmesine rağmen…

Hür Adam filminde bunlara yer veriliyordu. Film başta oyuncuları olmak üzere pek çok kişinin Bediüzzaman’ı yakından tanımalarına vesile oldu ve olacak inşaallah.

“Hür Adam” filmi güzel bir zeminin oluşmasına sebep oldu. Filmi önce fragmanından anlamaya çalıştım, sonra tartışma programlarından. Film hakkında çok şeyler söylendi, yazıldı ve çizildi. Filmi vizyona girdiği ilk gün seyretmek nasip oldu. Arkadaşların organizesiyle bir sinema salonunu tutmuştuk. Film başlamadan önce, arada ve sonunda yapılan yorumlara şahit oldum. Çok güzel gelişmeler olacak inşaallah.

Ben film eleştirmeni değilim. Teknik yönden bir şey diyecek de değilim. İlk çalışmalarda bazı eksiklerin olması normaldir. Anlatılanlardan çok anlaşılanlara bakarım. Belki her günü bir film olacak Bediüzzaman Said Nursî’nin hayatı üç saate yakın bir filme sıkıştırılmaya çalışılmıştı. Konular arasında hızlı geçişler yapılmış. Filmde en çok-–haklı olarak—Barla hayatına yer verilmiş. Mahkeme müdafaaları ve hapishaneler birbirine girmiş. Olaylar kronolojik olarak ele alınmamış. Filmi seyrederken gel-gitleri yaşadım. Belki bununla filme akıcılık katmak niyet edilmiş olabilir. Seyirciler filmi dikkatle sonuna kadar heyecanla izlediler.

Özet olarak söylemek gerekirse, film bir emek mahsulü. Oyuncular rollerinin hakkını vermeye çalışmışlar. Filme katkıda bulunanların hepsinin tebrike ve takdire lâyık olduklarını düşünüyorum. “Hür adam” filminin bu konuda yapılacak daha güzel filmlere öncülük yapacağını ümit ve temenni ediyorum. Zaten film yapımcısı da, bu kanaati taşıdığını belirtiyor.
2011 yılı “Bediüzzaman yılı” denilmeye lâyıktır. Geçen yıl “Kur’ân yılı”ydı. Bu yıla çağımızın Kur’ân müfessiri Bediüzzaman’ın adını versek ne güzel olur, değil mi?

Dipnotlar:

1-  Bediüzzzaman Said Nursî, Mektubat, s. 258
2- Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, s. 960-961
3- Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, s. 241

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*