Bediüzzaman’ın hayatı onlarca Beşleme yazılacak zenginliktedir

Bediüzzaman Said Nursî’nin hayatını baştan sona roman tadında ele alan, yıllardır edebiyat ve tefekkür dünyasının takibinde olan Bediüzzaman Beşlemesi gelişen tarihî bilgi ve belgeler ışığında yazarı tarafından gözden geçirilerek yeni baştan kaleme alındı. Serinin 5. kitabı ise tamamen yeni yazıldı.
Röportaj: Selçuk Subaşı – İsmail Tezer

Edebiyatçı Yazar İslam Yaşar, Yeni Asya’nın sorularını cevaplandırdı. (1)

BEDİÜZZAMAN BEŞLEMESİ YENİDEN YAZILDI

…VE CENNETÂSÂ BAHAR KİTABI NASIL DOĞDU?

Beşleme bitti sanmıştık ki Beşinci Kitap yeniden doğdu ve “…VE CENNETÂSÂ BAHAR” ismini aldı. Bu sürece nasıl geldik? Muhabbet Fedaileri ne olacak?

Yetmişli yıllar; Risâle-i Nurların üzerine yapıştırılmak istenen “yasak yayın” yaftasını yırtmak ve cemiyete anlatmak için Nur cemaatinin her sahada başarılı çalışmalar yaptığı yıllardı. Sanat ve edebiyat da onlardan biri idi. Bu sahada roman revaçta olduğu için Bediüzzaman Said Nursî’nin hayatını ve Risale-i Nur Külliyatı’nın telif macerasını romanlaştırma gayreti içine girilmişti.

Bu maksatla merhum Sepetçioğlu’na iki roman yazdırıldı ise de maksat hasıl olmamıştı. Bunun üzerine Nur camiası içinde yetişen ve Yeni Asya’da yazan merhum Yavuz Bahadıroğlu’nun yazdığı iki roman da Bediüzzaman’ın hayatının bütününü muhtevi olmadığından kifayet etmemişti.

Umumî Meşveret Heyeti, o zamana kadar ikisi roman olmak üzere yirmi kadar sanat ve fikir muhtevalı kitap yazdığımı nazara alarak gıyabımda bana teklif etmişti. Ben de dördü Bediüzzaman’ın hayatını, beşincisi de Nur Talebeleri’nin altmışlı yıllardaki hizmetlerini anlattığım beş kitap yazmıştım. Zamanla, Nur hizmetlerinin devamının da anlatılması lüzumu hasıl olunca, şahsî bir teşebbüs olarak Nur Hareketi Serisi’ni yazmak istemiştim. Y. A. N. yayın kurulu teşebbüsümü isabetli bulunca, yine beş kitap şeklinde plânladığım ikinci seriyi yazmıştım.

Nur Hareketinin yetmişli yıllardan sonraki seyrini yazınca, Bediüzzaman’ın hayatının; manevî vazifesini hakkıyla yerine getirdiği, Risale-i Nur hizmetini tesis ettiği, Nur cemaatini faaliyete geçirdiği, demokrasiye din adına sahip çıktığı, siyasî liderlere şeair-i İslâmiyeyi ihya hususunda mühim tavsiyelerde bulunduğu, içtimaî hayata dinî istikamette yön verdiği Üçüncü Said safhasını tafsilatı ile anlatma ihtiyacı hissettim.

Muhabbet Fedaileri Beşlemenin beşinci kitabı idi. Halbuki Beşleme’nin tamamen Bediüzzaman’a hasredilmesi ve Risale-i Nur hizmetinin altmışlı yıllardaki seyrinin işlendiği o kitabın, Nur Hareketi Serisi’nin başında yer alması gerekirdi. O maksatla Bediüzzaman Beşlemesi’nin beşinci kitabını yeniden yazdım.

İnşallah Muhabbet Fedaileri’ni de Nur Hareketi Serisinin birinci kitabı olarak yeniden yazacağım.

Romanın ismi dikkat çekici ve müjdeli bir mânâ ifade ediyor. İsim nasıl belirlendi? Bu isim nereden geliyor, neye işaret ediyor?

“Ey üç yüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sâkitâne Nur’un sözünü dinleyen ve bir nazar-ı hafi-i gaybî ile bizi temâşâ eden Saidler, Hamzalar, Ömerler, Osmanlar, Tahirler, Yusuflar, Ahmedler ve saireler! Sizlere hitap ediyorum. Başınızı kaldırınız, ‘Sadakte’ deyiniz. Ve böyle demek size borç olsun.

“Şu muasırlarım varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgraflarla sizinle konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları zemininizde çiçek açacaktır.”

Romanın ismi Bediüzzaman Hazretleri’nin, hayatının Eski Said safhasında yaptığı bu hitaptan geliyor. Onun hayatını üç safhaya ayırması, her safhada da ancak yüz senede yapılabilecek hizmetlerin yapılması nazara alındığında, bu üç safha, hitaptaki üç yüz seneye tekabül eder.

O zaman ekilen Nur tohumları, Yeni Said safhasında Risâle-i Nur Külliyatı ve Nur Talebeleri, Üçüncü Said safhasında da Nur Cemaati çiçeklerini açmış, o çiçekler de zaman içinde beynelmilel meyvelere dönmüştü. Hitaptaki ifadelerin bu gibi hakikatlere işaret ettiği kanaatindeyim.

Romanı yazmaya karar verdiğimde mezkûr isim zihnimde şekillenmişti. Fakat bir röportajda ‘Bu romandaki hadiseleri siz yaşadınız, adını da siz koyun’ dediğim için okuyucularımızdan gelecek isim tekliflerini bekledik. Yayın kuruluna ve bana tahminimizin fevkinde isim teklifi geldi. Ekserisi güzel isimlerdi. Bazılarının önceden kitaplara verilmesi, bazılarının bölüm adı olması gibi sebeplerle ve yayın kurulunun, pazarlama kurulunun da tensibi ile …Ve Cennetâsâ Bahar kitabın ismi oldu.

Bu arada isim tercihi safhasında internetle isim teklifinde bulunan çok sayıda okuyucumuza teknik eksiklikler yüzünden cevap veremediğim için özür diliyor, onlar da dahil isim teklifinde bulunan bütün arkadaşlarıma, kardeşlerime teşekkür ediyorum.

Eserin konu aldığı dönemle ilgili Bediüzzaman Hazretleri’nin müjdelediği Cennetâsâ baharı tedai ettiren inkişaf ve inşirah yılları diyorsunuz. Müşahhas olarak bu inkişaf ve inşirahlar sizce nelerdir. Müjdelenen Cennetâsâ bahar sizce geldi mi? Gelmedi ise sebepleri nelerdir? Gelmesi için Nur Talebeleri’ne düşen vazifeler nelerdir?

Hayatının, münhasıran Üçüncü Said safhasında Risâle-i Nurlar’ın telifini tamamlaması, Nur Cemaati’ni teşekkül ettirmesi, demokrasiye sahip çıkıp siyasî, içtimaî ölçüleri ortaya koyması, inkişaf addedilecek yüzlerce faaliyetten birkaçıdır. Risâle-i Nurlar’ın matbaalarda tabedilmesi, elli dört ülkenin dinî mercilerine Risâle-i Nur gönderilmesi, cemaatin birliğini, beraberliğini muhafaza etmesi, tesanüdünü sağlaması gibi pek çok gelişme de inkişaf ve inşirah sıfatları ile tavsif edilebilir.

Cennetâsâ bahara gelince: Baharı, evvel ve asıl diye ikiye ayırmak mümkün. Bu nazarla bakınca ellili, altmışlı, yetmişli yıllar evvel bahar addedilebilir.  Bazen havalar biraz erken ısınır, bazı ağaçlar çiçek açar. Fakat ardından birdenbire havalar soğur. Şayet bu ihtimal düşünülerek gerekli tedbirler alınmamışsa, ağaçları ‘don vurur’ çiçekler kurur ve yapraklar yeşil de olsa yeterli mahsul alınamaz.

Nur Hareketinin Cennetâsâ bahar telâkkisi de bir bakıma böyle oldu. Ellili yılların evvel-baharı altmış ihtilâli, altmışlı yılların baharı 12 Mart Muhtırası, yetmişli yılların baharı da Seksen Darbesi kışlarının kara bürudetine maruz kaldı ve asıl baharın güzellikleri tecelli etmedi. Bilhassa 12 Eylül 1980 Darbesi ile ağır yara alan Nur hareketi, hayatiyetini korusa da inkişaf ve inşirah hızını kısmen kaybetti.

Bediüzzaman’ın müjdelediği Cennetâsâ baharın gelmesi için Nur Talebeleri’nin, muhabbetini, uhuvvetini, tesanüdünü sağlayıp Nur Şakirdleri’nin şahs-ı manevîsini tekrar teşekkül ettirerek Risâle-i Nurun şahs-ı mânevîsine mütenasip hareket etmeleri gerekir.

Kitabınızda Hakikat Mesleği’nin başlı başına bir bölüm olması dikkat çekici. Bunun sebebi nedir? Günümüzde meslek içinde pek çok meşreb görüyoruz. Bu normal mi veya olması gereken nedir?

“Şeriat tarikat yoldur varana
Hakikat ma’rifet andan içerü”

Sorunuzun birinci şıkkının cevabı Yunus Emre’nin bu mısralarında var. Zira hakikat mesleği; şeriat, tarikat gibi mesleklerin hepsini meslek olarak olmasa bile mânâ itibariyle içine alıyor. Bediüzzaman’ın bu mesleğe Sahabe Mesleği demesinin sebebi de bu olsa gerek. Said Nursî bu tabiri kullanarak mesleğinin menşeini nazara vermiş. Dinî, içtimaî, siyasî her meselede Asr-ı Saadeti esas alması, bu mesleğin müessiriyetini göstermeye yeter. Bu ve benzeri mülâhazalarla Hakikat Mesleği romanda müstakil bir bölüm oldu.

Meslek içinde meşreb, farklı insan tiplerine hitap etme imkânı sağlar. Bir vücutta ne kadar çok uzuv, aza, organ, hasse, lâtife varsa ve onlar ne derece birbirleri ile uyum içinde çalışırlarsa o vücudun, o nisbette sağlıklı olması misâli; bir meslek içinde ne kadar çok meşrep varsa, o mesleğin o kadar çok farklı fıtrattaki insanı bünyesinde barındırmaya ve onların müşterek hareketleri sayesinde gelişip büyüyerek kemale ermeye namzet olduğu görülür.

Hatta mesleklerin içinde zamanın gidişatına, cemiyetin işleyişine, ilmin irfanın ilerlemesine, icatların gelişmesine mütenasip olarak, bazı meşrepler vazifesini yapıp hayatiyetini kaybederken, yeni meşrepler geliştirilmeli ve meslekler yeni nesillere hitap etme kabiliyeti kazanmalıdır.

Meselâ, insanî hasletlerin azaldığı, ahlâkî değerlerin dumura uğradığı, İslâmî yaşayışın yara aldığı bilgisayar çağında, dinî hizmet maksatlı meslekler, insanî değerleri ve İslâmî ölçüleri esas alan yeni muasır meşrepler teşekkül ettirerek o imkânları iyi, doğru, faydalı bir şekilde kullanmanın güzel örneklerini göstermelidir.

Zîra bir meslekte değişik kabiliyetlere, farklı meziyetlere sahip olan fıtratına, mizacına uygun hareket etmek isteyen veya farklı düşünen kişiler, tek başlarına veya bazıları bir araya gelerek kendilerince meşrep teşekkül ettirmeye kalkarlarsa, hizmet hudutları tayin edilmeyen meşrepler arasında rekabet başlar, kargaşa çıkar, cemaatî nizam bozulur, intizam kaybolur.

Yeni meydana gelecek meşreplerin mesleğe zarar vermemesi için ya, altmışlı yıllarda İttihad’ın, yetmişli yıllarda Yeni Asya’nın çıkarılarak gazete meşrebinin teşekkülünde yapıldığı gibi ihtiyaç hasıl olmalı ve umumî meşveret heyeti tarafından izin vermeli; ya da Üstad Hazretleri’nin Nur Fabrikası, Gül Fabrikası, Mübarekler Heyeti, Nur Mektebi meselesinde yaptığı gibi fıtrî tezahürlere, fiilî temayüllere müsamaha ile bakılmalı, meslek içindeki hizmet hudutları çizilerek meşrepleşip farklı fıtratlardaki insanlara hitap etmeleri sağlanmalıdır.

Üstad, 3. Said döneminde tüm insanlığa seslenir

Romanda Üstadın Üçüncü Said dönemini işlediğinizi ifade ediyorsunuz. Kitapta dönemin bütünü ile var olduğunu söyleyebilir misiniz? Sizce hâlâ işlenmesi gereken önemli safhalar kalmış mıdır?

Bediüzzaman Hazretleri hayatının Üçüncü Said safhasında halin yanı sıra istikbale de hitap ettiği ve yalnız cemaati, milleti, İslâm âlemini değil, Hıristiyan dünyasını ve bütün insanlığı ilgilendiren siyasî, içtimaî meselelere müessir çareler gösterdiği için bir külliyat hacimli muhteva zenginliğine sahiptir.

Bu itibarla Bediüzzaman’ın diğer hayat safhaları olduğu gibi Üçüncü Said safhası üzerinde de roman, hikâye, tiyatro gibi sanat eserleri ve makale, fıkra, tahlil, araştırma, inceleme gibi fikir çalışmalarının yapılmasını bekleyen namütenahi haller, hadiseler, mevzular ve sair hususlar vardır ve her birinin, farklı kalemler tarafından her türde işlenmesi elzemdir.

BEŞİNCİ HALİFE RİSALE-İ NUR’DUR

Said Nursî Hazretleri Beşinci Halife tabirini telâffuz ettiği bir mektubunda, tabiri kullanmasının sebebini, Beşinci Halifenin Risâle-i Nur ve onun şahs-ı mânevisi olduğunu, vazife ve misyonunun vazife-i hilâfetin en ehemmiyetlisi olan neşr-i hakâik-i imaniyeyi ihya etmek olduğunu açık bir şekilde anlatmıştır.

 

Bir başka dikkat çekici bölüm Beşinci Halife başlığını taşıyor. Orijinal bir ifade ve bir kısım kamuoyu bu ifade ile yeni tanışacak. Eserde çerçevesi çizilen Beşinci Halife kimdir, vazifesi ve misyonu nedir?

“Hazret-i Hasan Radiyallahü Anhın altı aylık hilâfeti ile beraber Risâle-i Nur’un Cevşenü’l-Kebir’den ve Celcelutiye’den aldığı bir kuvvet ve feyizle vazife-i hilâfetin en ehemmiyetlisi olan neşr-i hakâik-i imaniye noktasında Hazret-i Hasan Radiyallahü Anhın kısacık müddetini uzun bir zamana çevirerek tam beşinci halife nazarı ile bakabiliriz. Çünkü adâlet-i hakikiye ile bu asırda insanları mes’ud edebilir bir istidatta bulunan Risale-i Nur’dur ve onun şahs-ı mânevîsi, Hazret-i Hasan Radiyallahü Anhın bir muavini, bir mütemmimi, bir mânevî veledi hükmündedir.” (Emirdağ Lâhikası s: 139)

Beşinci Halife tabirini Said Nursî hazretleri bu şekilde telaffuz etmiştir. Ederken de tabiri kullanmasının sebebini, beşinci halifenin Risâle-i Nur ve onun şahs-ı mânevisi olduğunu, vazifesinin ve misyonunun vazife-i hilâfetin en ehemmiyetlisi olan neşr-i hakâik-i imaniyeyi ihya etmek olduğunu sarih bir şekilde anlatmıştır.

Bir kısım kamuoyunun bu tabirle yeni tanışacağı doğrudur. Hatta bazıları yadırgayacaktır. Fakat Bediüzzaman’ın izahını, tarihi hadiselerin ışığında mütalaa edenlerin ve Nur hizmetinin serencamını bilenlerin makul karşılayacağı, yadırgayanların da zaman içinde gerçeği kabulleneceği muhakkaktır.

Romanın Beşinci Halife bölümü mezkûr paragrafın şerhi mahiyetindedir.

Edebî sanatlara hâkim ve bu alanda eserler vermiş bir isim olarak, Risale-i Nur camiasını sanat ve edebiyatta hangi noktada görüyorsunuz? Genç yazarlara tavsiyeleriniz nelerdir?

Sanat Allah’ın Sânî isminin, edebiyat da Kur’ân-ı Kerimin belâgatinin tezahürü olması hasebiyle Müslümanların sanatı ve edebiyatı hayatlarına mâl etmeleri gerekir. Eskiden öyleydi ve İslâm medeniyeti o sayede teşekkül etmişti. Avrupa kâselisleri muasır medeniyet addettikleri Batı medeniyetine ulaşmak hezeyanı ile İslâm medeniyetinin şeairlerini tahrip edince pek çok meziyet gibi o değerler de el değiştirmişti.

 

Bediüzzaman Said Nursî her sahada olduğu gibi sanat, edebiyat sahasında tecdit vazifesini yaptı ve Risâle-i Nur’da o değerlerle hakikati mezcetti. Risale-i Nur Külliyati sanat ve edebiyat cihetiyle de şaheser denecek hususiyetlere sahip olduğu için Nur camiası mensubu yazarlar o hususiyetlerden istifade ederek başarılı çalışmalar yaptı, yapmaya da devam ediyor.

Genç yazarlar sözlerinin müessir, eserlerinin kalıcı olmasını istiyorlarsa ki behemehal istemeliler; sadece fikir eseri yazmakla kalmamalı, sanat eserleri verme gayreti içine de girmelidirler. Şayet fikirlerini sanat ve edebiyatla tezyin ederlerse sözleri müessir, eserleri kalıcı olur.

Sanat ve edebiyat; temsil, icaz, belagat cihetiyle Kur’ân’ın üslubu, Peygamber Efendimizin (asm) hitap tarzıdır. Bediüzzaman müfessir, Risale-i Nur tefsir olması hasebiyle o üslup ve hitap tarzı Risâle-i Nurlara da aksetmiştir. Genç yazarlar, Risalelerin bu cihetini örnek alarak eser verirlerse Nur camiasının sanatta ve edebiyatta da kendisine yakışan noktalarda olacağı muhakkaktır.

 

Gençler kendilerini her alanda yetiştirmek için ne tür okumalar yapmalıdırlar.

Her alanda yetişmek, ancak ‘hezarfen’lerin harcıdır. Hezarfen ‘bin’ demek olan ‘hezar’ kelimesi ile ilim, bilgi, teknik yerine kullanılan ‘fen’ kelimelerinin birlikte telaffuz edilmesi ile meydana gelen ve ‘dâhi, alleme, ord. prof.’ gibi pek çok sahada eser verebilen büyük kişileri tavsif ve taltif için kullanılan bir terkiptir. Hakiki hezarfen ancak bin yılda bir yetişir.

Meselâ Risale-i Nur’un fidanlığı dediği Mesnevi-i Nuriye eserinin şümulünü anlatırken “Eski Said’in Yeni Said’e inkılâp etmesi zamanında yüzer ilimlerle alâkadar binler hakikatler, ayrı ayrı birer Risâleye mevzu olacak kıymettedir” (Mesne- vi s: 19) diyen Bediüzzaman Said Nursî tam bir hezarfendir. Onun bu vasfı, hayatının Üçüncü Said safhasında iyice tebeyyün, temayüz, tezahür ve tekâmül etmiştir. Zaten o küllî müktesebatı olmasaydı, Risâle-i Nur yazılmazdı.

Her hezarfen gibi o da sözleri, halleri, hareketleri muhatapları üzerinde müessir olan ve cemiyette makes bulan, şahsına münhasır hususiyetlere sahip müstesna bir şahsiyettir. Dinî, ilmi, içtimaî, siyasî, iktisadî, coğrafî, arzî, semavî, tasavvufî, tefekkürî, tezekkürî sahalarda; aklî, kalbî, ruhî, hissî, hayalî hususlarda ve sanat, edebiyat, mantık, tarih, felsefe, psikoloji, sosyoloji, biyoloji, tıp, matematik, kimya dalları gibi birbirinden farklı pek çok din, ilim, fen, düşünce, hitabet sahalarında kendisini yetiştirmiş; lüzumu halinde o sahalardaki müktesebatını eserlerinde kullanmıştır.

Bu itibarla gençler her alanda yetiştirmek yerine, çok alanda bilgi öğrenmeye, ama bir alanda ihtisas yapıp o alanın mütehassısı olmaya çalışmalıdırlar. Bunun için elbette çok okumaları elzemdir. Fakat okuyacakları kitapları, ihtisas alanlarını ilgilendiren eserlerden seçerlerse hem zihinlerini haricî meselelerle meşgul etmezler, hem de zamanı çok iyi değerlendirmiş olurlar.

Tabiî kâmil insan, mükemmel Müslüman olmak, imanını tahkiki hale getirip muhabbetullah’a ulaşmak hepsinin hayat hedefi olmalı. O ebedî hedefe ulaşmak için Risale-i Nur’u başucu eseri addedip her gün muntazaman okumaları saadet-i dareynin dünya safhasını yaşamalarına, ahiret safhasına da hazırlanmalarına vesile olacaktır.

Son olarak; bir roman daha doğar mı, ümidimiz olsun mu?

Bediüzzaman Said Nursî’nin hayatı, onlarca beşleme yazılacak kadar hali, hadiseyi, fikri, düşünceyi, tefekkürü ve sanat, edebiyat seviyesini havidir. O her nesle, o neslin hassasiyetleri nazara alınarak her on senede bir, o neslin mensupları tarafından anlatılmalıdır. Genç yazarların gayretiyle yakın bir gelecekte bunların olacağına benim ümidim var, sizin de olsun.

Şayet sorudan maksat, benim şu anda Bediüzzaman Beşlemesi dâhilinde yeni bir roman çalışmamın olup olmadığını öğrenmekse, hal-i hazırda öyle bir ihtiyaç hasıl olmuş değil, plânlama ve hazırlığım yok.

Ama Allah ‘Ol’ der de neler olmaz ki!

Lâkin Muhabbet Fedaileri’ni, Nur Hareketi Serisinin birinci kitabı olarak yeniden yazarken, Nur Hareketinin altmışlı yıllardaki safahatını anlatacağım inşallah. O yıllarda o kadar çok hadise ve hizmet hareketliliği var ki Muhabbet Fedaileri’nin mütemmimi olacak bir romanın daha doğacağı müjdesini verebilirim.

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*