Bediüzzaman’ın Mardin hayatı

MOLLA SAİD’İN MARDİN’E GELİŞ TARİHİ

Büyük İslâm âlimi Bediüzzaman Said Nursî’nin Mardin’de geçirmiş olduğu hayat devresi ile ilgili olarak yapılan araştırma eserlerinde, ayrıntılı ve açıklayıcı bilgilere—yeterince—ulaşılamamıştır. Bediüzzaman’ın hayatı konusunda, birinci elden bilgiye kardeşinin oğlu Abdurrahman Nursî tarafından yazılan ve yayınlanan “Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayatı’’ adlı 1919 yılı basımı eserle ulaşıyoruz. Ancak bu eserde de Bediüzzaman’ın Mardin’de geçirmiş olduğu devrede yaşanan hadiselere ve sürgün olayının detayına ilişkin tarih bilgilerine ulaşamıyoruz. 1958’de Nur Talebeleri tarafından yayınlanan Tarihçe-i Hayat’ta da, adı geçen eserdeki bilgiler hiçbir ilâve yapılmadan aynen aktarılmıştır. Her iki eserde de Bediüzzaman’ın Mardin’e geliş tarihi belirtilmemiştir. Ancak 1974’te basılan Necmettin Şahiner’in Bediüzzaman’ın kronolojik hayatının anlatıldığı eserde, Mardin hayatı ile ilgili olarak hayatta olan şahitlere dayanılarak iki hatıra nakledilmiş ve Bediüzzaman’ın Mardin’e geliş tarihi olarak da 1892 tarihi gösterilmiştir. Daha sonra Abdülkadir Badıllı tarafından hazırlanan üç ciltlik “Mufassal Tarihçe-i Hayat’’ta ise, bu tarih 1895 olarak kayda geçmiştir. Bizce de Badıllı’nın tesbit ettiği tarih daha sağlıklıdır. Çünkü Risâle-i Nur Enstitüsü’nce yapılan en son araştırmada Bediüzzaman’ın doğum tarihi 1878 yılı olduğuna göre ve Mardin’e 16 veya 17 yaşlarında geldiğine göre, geliş tarihi 1894 veya 1895’tir. Bu tarih de H. 1312 yılına tekabül etmektedir. Şahiner’in 1892 tarihini tesbit etmesi Bediüzzaman’ın doğum tarihini 1876 yılı olarak kabul etmesinden kaynaklanmaktadır.

MOLLA SAİD MARDİN’DE İKEN ÇIKAN ERMENİ HADİSELERİ

Bediüzzaman’ın siyasî hayata ilk girişi 1895 yılında Mardin’e gelmesiyle başlamıştır. O yılda Mardin birçok karışıklığa sahne olmuştur. Bazı aşiretler Ermeni köylerine saldırmış, öldürme ve yaralama neticesinde Ermeniler şehir merkezine sığınmışlardır. Mardin’in ileri gelen din âlimleri onlara sahip çıkmış, sağduyulu davranarak ileride oluşabilecek büyük bir kaosun önüne geçmişlerdir. Ermeni olaylarının Mardin’e en önemli yansıması 1895 Kasım’ında Diyarbakır’da yaşanan olayların ardından olmuştur. Kasım 1895’te Ermenilerin Batı dünyasının dikkatlerini çekmek için Diyarbakır’da Müslümanlara saldırmasıyla başlayan olaylar (1), Mardin’de Hamidiye Alaylarının 45. Bölüğünü oluşturan Kiki aşiretinin başta Tel Ermen olmak üzere bazı Ermeni köylerine saldırmasına sebep olmuştur. “Mardin sancağı dâhilinde Kiki Çerkan ve Hercân aşiretlerinden iki bin kadar eşhas”ın sebep olduğu bu olaylarda Göllü, Kalatılmarra, Benabil ve İbrahimiye gibi Süryani köyleri de yağmalanmıştır. Mardin Ermeni Katolik Murahhası Melkon bu saldırılar sırasında yaptığı şikâyette Hamidiye Süvari Alayı’na mensup Kiki Çerkan ve Kiki Helecan aşiretleri reisi Kaymakam Reşid Bey ile Binbaşı Osman ve Timur Ağa’yı olayların müsebbipleri olarak gösteriyordu.

Diyarbakır valiliğinden, hükümet merkezine gönderilen bir telgrafta Mardin Mutasarrıfının olayların sebebi ve alınan tedbirlerle ilgili verdiği bilgiler aktarılmaktadır: “Ermeni ifsadatı ile galeyana gelmiş olan aşairde olan bir cemm-i gafir Mardin dâhilinde ahalisi Hıristiyan olan Mansuri karyesine hücum göstermiş olmaları üzerine Hamidiye kâimmakam ve jandarma binbaşı bir miktar efrad-ı redife ile sevk olunarak vukuatsız def’ edilmiş oldukları müteakiben Mardin Kasabası’nın Mişkin Kapusu cihetinde taarruza başlamış olan ve nasihat dinlemeyib silâh istimaline cüret eden Ekrad dahi bi’lmükabele püskürdülerek yedlerinden bir mikdar hayvanat ve emval-i mühime istirdad olındığı Mardin Mutasarrıflığından…… malûmat arz olunur.”(2) Ermeni murahhası tarafından yapılan şikâyette “300 Katolik cemaatinden oluşan ve Ermeni meselesinden haberi olmayan kişilere adı geçenler tarafından saldırıldığını” söylemesi olaylarda Ermeni isyanlarına duyulan tepkinin sebep olduğu veya Mardin ve çevresinde klasikleşen aşiret yağmalarını hem Ermenilerin hem de aşiretlerin siyasî bir sebebe dayandırarak, bu durumu kendi lehlerine kullanma çabası içine girmiş olduklarını göstermektedir.

Aşiretlerin saldırıları üzerine, Ermenilerin bir kısmı kendi imkânlarıyla bir kısmı da jandarmalar ve eşraf aracılığıyla şehir merkezine nakledilmişlerdi. Bu sırada şehir merkezinde Ermenilerle Müslümanlar arasında herhangi bir olay yaşanmadığı gibi saldırgan aşiretlere karşı şehre sığınan mülteciler birlikte savunulmuştur. Ermeni olaylarının ardından Diyarbakır’a gönderilen ve Maiyet-i Seniye-i Erkân-ı Harp İkinci Feriki Abdullah Paşa, Mahkeme-i Temyiz azası Reşidi Efendi ile Şûrâ-yı Devlet azası Sami Efendi’den oluşan tahkikat heyeti hazırladığı raporda Mardin şehir merkezinde kargaşa yaşanmamasının sebebini ve Müslümanlarla Ermenilerin saldırganlara birlikte karşı koyduklarını şöyle anlatmaktadır: “Mardin kasabasında mütemekkin Ermeniler, Arapça ile mütekellim olub başka lisana vakıf olmamalarından dolayı Ermeni komitesinin ilkaat ve tehyicatını telâkki edemeyerek rabıta-i lisaniye ile merbut bulundukları ahali-i İslâmiyeye daima asar-ı muhadenet göstermişler ve Müslümanlar da Ermeni vatandaşlarını galeyana gelmiş olan bazı aşaire karşı bi’l-fiil müdafaa ederek bir Ermeni’nin burnu kanamamış olduğu halde yirmiyi mütecaviz ehl-i İslâm bu yolda fedayı can etmişlerdir.”

Şehir merkezinde hükümet kuvvetleriyle birleşerek aşiretlerin şehre girmesini engelleyenler şunlardır: Hamitoğlu Şeyh Seydullah, Hüseyin Saraçoğlu, Fuat Efendi, Daşili Ahmet Efendi, Hamdan Ağa, Mişkinli Ahmet ve Hanaş Ağalar, Mendikanlı Faraç Bey ve Kermozade Hacı Faris Çelebi. Bediüzzaman’ın bu hadiselerdeki rolünü kesin bilemiyoruz. Ancak tarihî belgeler incelendiğinde, bazı bilgilere ulaşabileceğiz.

CEMALEDDİN-İ AFGÂNÎ DÜŞÜNCESİ VE SÜNUSÎ TARİKATI İLE TANIŞMASI

Molla Said, Mardin’de bulunduğu sıralarda biri Cemaleddin-i Afganî Hazretlerine, diğeri Sünusî tarikatına bağlı iki dervişle karşılaşır. Bu iki seyyahın İslâm Birliği düşüncesi, ona yol gösterici olur. Bediüzzaman Said Nursî de Afganî’yi İttihad-ı İslâm meselesinde selefim diye tanımlayarak “siyasette muktesit meslek”i ondan öğrendiğini belirtmiştir. (Nursî 1996, 105) Bediüzzaman, siyasette muktesit meslek kavramı ile aşırılıklardan kaçınmayı kastetmiştir. O, Doğu aşiretlerinin suallerine verilen cevaplardan oluşan “Münâzarât” isimli eserinde siyasîlerden ehl-i ifrat ve ehl-i tefrite rastgeldiğini belirtmiştir. (Nursî, 1996, 123-124) Ehl-i ifrat, İslâmiyet’in kıvamı Türkleri dalâletle niteleyip, istibdadı hürriyet zannetmekte ve Kanun-u Esasiyeye itiraz etmektedirler. Ehl-i tefrit ise dini bilmedikleri halde ehl-i İslâma insafsızca itiraz etmekte ve dindarlardaki taassubu haklılıklarına delil göstermektedirler. Bu iki düşünceye karşılık Bediüzzaman’ın tavrı ise çok nettir: “….Hücum edenler bazıları ‘Haydo, Haydo’ derlerdi, bazıları, ‘Haydar Ağa, Haydar Ağa’ derlerdi. Ben Haydar derdim, şimdi de Haydar diyorum.” (Nursî, 1996, 125)
Bediüzzaman aynı zamanda tarafgirane körü körüne siyasetin de tahlilini yapmıştır. Ona göre salih ve âlim bir kişi kendi siyasî fikrine uyan münafık bir kişiyi coşkuyla övmüş; buna karşılık kendi siyasî fikrinden olmayan salih ve âlim bir kişiyi ise ön yargı ile tenkit etmiş ve fasık ilân etmiştir. Bu tür körü körüne yapılan ilkesiz, gerekçesiz ve ölçüsüz siyasetten Allah’a sığındığını belirtmiştir.

Hac konusunda da Bediüzzaman’la Afganî’nin fikirleri benzerlik göstermektedir. Bediüzzaman, haccın fikir alış verişi ve tearüf suretiyle tevhid-i efkâra, teavünle teşrik-i mesaiye vesile olduğunu belirtmiştir. (Nursî, 1996, 71) Zamanla hacdaki fikir alışverişi ve teşrik-i mesai gibi hizmetlerin ihmali düşmanın milyonlarla İslâm milletini İslâm aleyhinde kullanmasına zemin hazırlamıştır. (Nursî, 71) Yine Bediüzzaman, milliyet hususunda da, İslâm birliğini temin eden din bağı olduğunu belirtmiştir. (Nursî, 1995, 69)

Molla Said’in Şeyh Sünusî’nin talebesiyle Mardin’de görüşmesi ise ilerde kaderin sevkiyle kendisine Şeyh Sünusî’nin yerine şark vaizi umumiliği teklifini getirecektir. Şeyh Sünusî, İttihatçıların Trablusgarb Savaşı sırasında ilişki kurdukları, Birinci Dünya Savaşı sırasında cihad ve Teşkilât-ı Mahsusa çalışmaları kapsamında İstanbul’a gelen, mütarekede Bursa’ya, daha sonra Millî Mücadele döneminde Ankara’ya giderek, Doğu gezisine çıkan zâttır. Asıl gayesi İslâm Birliğinin sağlanmasıdır.

NAMIK KEMAL’İN “RÜYA”SI İLE UYANMASI

Aynı zamanda hürriyet düşüncesi de Mardin’de alevlenir. Namık Kemal’in “Rüya” adlı makalesi eline geçer ve böylece onun hürriyet ve fikir mücadelesini takdir eder ve daha sonra Münâzarât adlı eseriyle bu düşüncelerini anlatmaya çalışır. Yine Bediüzzaman, 1895 yılında geldiği ve yoğun siyasî çalışmalarda bulunduğu Mardin’de, Namık Kemal’in hürriyetçi fikirlerinden etkilendiğini şu ifade ile belirtmektedir: “İnkılâptan on altı sene evvel, Mardin cihetlerinde, beni hakka irşad eden bir zata rast geldim. Siyasetteki muktesit mesleği bana gösterdi. Hem, tâ o vakitte, meşhur Kemâl’in ‘Rüyâ’sıyla uyandım.’’

Bediüzzaman’ın, uyanmasına vesile olarak zikrettiği Rüya isimli eseri, Namık Kemal’in nesir eserlerinden biridir. Bu eser Magosa’da yazılmıştır. Türk Edebiyatı Tarihinde, bu eser ile ilgili olarak şunlar ifade edilmektedir: “(Namık Kemal bu eser ile ilgili olarak İstanbul’da bulunan dostu) Zeynel Abidin Bey’e gönderdiği mektubunda: ‘Rüya’yı gönderdim. Tab’ına Kasab (Kasab Theodur: Yahudi bir gazeteci) değil, kahraman katil bile cesaret edemez. Avrupa’da bastırırsanız,  onu bilmem.’’ demek lüzumunu duymuştur.

KURUMSAL MEDRESE TALEBELERİYLE MÜNÂZÂRALARI

Bediüzzaman’ın Mardin hayatı, yayınlanan eserlerden edindiğimiz bilgilere göre, çok hareketli ve çalkantılı geçmiştir. Onun medrese talebeleri ve âlimlerle münâzâraları neticesinde kendini kabul ettirmesi kayda değer önemli sayılabilecek hadiselerdendir. Molla Said Mardin’e kadar olan hayat safhalarında sadece klâsik medrese usûlü ile eğitim gören hoca ve talebelerle münâzâraya girişmişti. Mardin’de ise ilk defa kurumsal kimliğe sahip medrese hocalarıyla tartışmaya girmiş ve kendini ilmi çevrelere kabul ettirmiştir. Bediüzzaman’ın Mardin’den sürgünü ile ilgili bir iddia da şöyle: Mardin’de yaşamış bulunan büyük âlimlerden Şeyh Yusuf Efendi (1873-1956) gençliğinde Şehidiye Camii’nde Bediüzzaman’la tartışmaya girdiği, onu “Delâil-i zâhire hakkında milleti şüpheye düşürmekle’’ suçladığı, sertleşen tartışmanın sonunda Said Nursî’nin Mardin’den sürüldüğü anlatılmaktadır. Bediüzzaman’ın sürgünü, sadece bu olayla açıklanamaz. Yine belirtmeliyiz ki, devlet arşivlerindeki ilgili belge ve bilgilere ulaşılmadan bu konuda kesin bir hükme varamayız. Özellikle yakın tarih araştırmacılarına büyük bir iş düşmektedir.

MOLLA SAİD’İN İLK SÜRGÜNÜ VE MARDİN MUTASARRIFI MEHMET ENİS PAŞA

Bediüzzaman’ın Mardin hayatı, yayınlanan eserlerden edindiğimiz bilgilere göre, çok hareketli ve çalkantılı geçmiştir. Onun medrese talebeleri ve âlimlerle münâzaraları neticesinde kendini kabul ettirmesi, Meşrûtiyet ve Hürriyet düşüncesi ile ilk tanışması ve en önemlisi de ilk defa siyaset hayatına Mardin’de başlaması kayda değerdir. Evet, Bediüzzaman ilk defa devlet sistemi ile tanışacak, devletle yüzleşecek ve bilinmeyen sebeplerle ‘bir mutasarrıfın pençe-i kahrıyla’1 Bitlis’e sürgün edilecekti.

Bediüzzaman’ı sürgüne yollayan mutasarrıfın adı eski tarihçelerde belirtilmemektedir. Ancak Şahiner’in adı geçen ilk baskı eserinde Nadir Bey ismi geçmektedir. Bu kaynağa dayanarak, daha sonra yapılan bütün araştırmalarda bu isim yazılmıştır. Halbuki Nadir Bey, Mardin’e 1919 yılında mutasarrıf olarak atanmıştır. O tarihte ise, Bediüzzaman İstanbul’dadır. Şahiner, kitabının son baskısında hatasını anlamış olmalı ki, mutasarrıfın ismini vermemiştir.

Bediüzzaman H. 1312 yılında Mardin’e geldiğine göre, o zaman Diyarbakır vilayetine bağlı bulunan Mardin Sancağı mutasarrıfının Selanikli Mehmet Enis Efendi olduğunu “Diyarbekir Salnameleri”nden öğreniyoruz. Daha sonra Diyarbakır’a vali olarak atanan ve Enis Paşa olarak bilinen Rumeli Beylerbeyi unvanına sahip bu zât, mutasarrıf olduğu 1895 yılında, yağmacı kabileler köylere saldırmış,

Mehmet Enis Paşa, saldırıya uğrayan halk da şehir merkezine sığınmıştır. Mardin’in âlimleri ve ileri gelenleri Ermenileri himaye etmeye ve yardımcı olmaya çalışmışlardır. Bu arada Patrik Azaryan Efendi, mutasarrıfın ‘pençesi’nden Kazasyan Havsep Efendi tarafından kurtarılmıştır. I. Meşrûtiyet döneminde, Diyarbekir mebusu olarak Meclis-i Mebusan’a seçilmiş bulunan Havsep Efendi, 640.000 altın zarara uğramış, ‘valinin doymak bilmez iştahının, zindanda ölüme mahkûm ettiği bu bahtsız adam’, oğlu Diran ve yeğeni ile İstanbul’a gitmişti.

Devlet arşivlerinde Ermeni meselesi ile ilgili bir belgede; Vali Enis Paşa’nın Diyarbakır’da görevli olduğu 1896 senesinde, Ermeni meselesinde karışıklık yaşandığı bahanesi ile Fransa Büyükelçiliği tarafından sadrazamlık makamı vasıtasıyla Paşa’nın görevinden azli istenildiği anlaşılmaktadır.

Bediüzzaman’ın mutasarrıf Enis Paşa tarafından sürgün edilmesi olayının perde arkası ve gerçek mahiyetini öğrenebilmemiz için 1895 senesinin mutasarrıflık ve adlî yazışmalarını incelemek gerekir. Onu da işin uzmanlarına havale ediyoruz. Şayet bu belgelere ulaşabilirsek, Bediüzzaman’ın devletle ilk tanışmasını ve Selanikli Enis Paşa ile aralarında hangi meselelerin konu edildiğini öğrenmiş olacağız.

Molla Said’in Mardin hayat devresinden çıkarabildiğimiz sonuçlar özetle şöyle sıralanabilir:

1- Molla Said Mardin’de klâsik medrese hayatından kurumsal medrese hayatına ilk defa giriş yapmış ve ilimde rüştünü ispat etmiştir. Böylece kimsenin ona itiraz etme mecali kalmamıştır.

2- Hayatının ilk siyasî devresi Mardin’de başlamış olup, Sultan Abdülhamid’in mutasarrıfı Enis Paşa’nın pençe-i kahrına maruz kalıp, hayatının ilk sürgününe maruz kalmıştır.

3- Namık Kemal’in meşhur rüyası ile Mardin’de uyanmış ve Hürriyet ateşiyle yanıp tutuşmuştur. Bunu sonraki bütün hayatında gözlemlemek mümkün.

4- Cemaleddin-i Afgani ve Şeyh Sunusi’nin talebeleri ile Mardin’de tanışmış olup, bu görüşme ilerde İslâm Birliği düşüncesini pekiştirmeye vasıta olmuştur.

5- Molla Said Cizre hayatı devresinde olduğu gibi Mardin’de de Ermeni hadiselerine şahit olmuştur.

MOLLA SAİD’İN MARDİN HAYATINDA İZ BIRAKAN MEKÂNLAR

Mardin Ulu Camii

Molla Said-i Meşhur Mardin’e genç yaşında geldiğinden, Medrese hocaları ile talebeler önce onunla fikrî çatışma ve münâzaraya girmek isterler. Başarılı olamayınca onu kendilerine üstad olarak kabul ederler. Her halde Üstad bu enaniyetli hocalara meydan okuma nevinden olacak ki, Ulu Cami’nin minaresinin şerefesine atlar ve her iki kolunu yana açarak pervane gibi minare şerefesinde dolaşmaya başlar. Molla Said’i korkuyla izleyen halk hayretini gizleyemez. İşte bu olay için düşüncemiz, ister tatlı bir hayal veya mizansen deyin, acaba o anda Bediüzzaman minarenin başında böyle haykırmış olamaz mı:

“Ey muhataplarım! Ben çok bağırıyorum. Zira asr-ı sâlis-i asrın (yani on üçüncü asrın) minaresinin başında durmuşum; sûreten medenî ve dinde lâkayt ve fikren mazinin en derin derelerinde olanları camiye dâvet ediyorum. (Münâzarât, 86)”

Bu minare maddî olarak neden Mardin Ulu Cami minaresi olmasın? Dilerseniz cami hakkında bazı bilgiler vererek, Bediüzzaman’ın hayatında iz bırakan mekânı tanımaya çalışalım.        

“Mardin’de Ulu Cami Mahallesi’nde, Ana cadde üzerindeki çarşının içinde bulunan Ulu Cami çıplak gözle cepheden tam olarak görülemeyecek biçimde, caddenin altında, eğimli arazi doldurularak tesviye edilmiş alan üzerinde yapılmıştır. Caminin varlığını haber veren nişane, hemen dikkat çeken ve kuzey köşede bulunan kare kaide üzerine yapılmış silindirik gövdeli süslü minaresidir. İki minareli yapıldığı kayıtlardan anlaşılan caminin, doğuda yer alması gereken minaresi bugün yoktur. Bugün mevcut olan tek minare, daha geç dönemlerde yapılmış olmakla birlikte, kaidesindeki yazıt 1176 gibi erken bir tarihi vermektedir.”

Mardin Şehidiye Medresesi ve Camii

Molla Said’in Mardin hayatında önemli bir yere sahip olan, Şehidiye Medresesi ve Camisi, onun Mardin Âlimlerine karşı rüştünü ispat ettiği mekânlardan biridir. Burada şiddetli fikir çatışmaları yaşandığına şahit oluyoruz. Mardin’de yaşamış bulunan büyük âlimlerden Şeyh Yusuf Efendi (1873-1956) gençliğinde Şehidiye Camii’nde Bediüzzaman’la tartışmaya giriştiği, Said Nursî’yi “Delâil-i zahire hakkında milleti şüpheye düşürmekle” suçladığı ve Şeyh Yusuf’un girişimiyle, Said Nursî’nin Mardin’den sürüldüğü bazı hatıralarda iddia edilmektedir. Ancak bu iddianın ne derece doğru olduğunu bilemeyiz. Bilinen bir şey varsa o da Molla Said’in bu mekânda Mardin âlimlerine üstadlığını kabul ettirmiş olmasıdır. Dilerseniz bu mekânı da tanımaya çalışalım.

Ana caddenin güneyinde eski postahane binasının karşısında, cami ile birlikte bir kompleks oluşturan yapı Şehidiye, Nasıriye ve seksen hücreli olmasına izafeten, Semanin adlarıyla da anılmaktadır. Nasıreddin Artuk Arslan tarafından yaptırılmıştır. Abdulgani Efendi’nin aktardığına göre, cami bilinmeyen bir tarihte yıkılmış olan doğu tarafının aslına uygun olmayan bir biçimde yapılmıştır. Büyük mihrabın 1920’lerdeki görüntü ve o tarihte mevcut mezarlık, burasının bir dönem kabristan olarak kullanıldığına şahitlik etmektedir.

Aynı yıllarda, medresenin batı tarafı da harabe görünümündedir. Yapının bu kısmında ayakta kalan iki büyük oda okul olarak kullanılmış, arsa haline gelmiş bölüm üzerinde kahvehane ve dükkânlar yapılmıştır. 1920’lerde, doğu tarafında yer alan altlı ve üstlü sekiz oda ayaktadır ve içinde yoksullar barınmaktadır. Medrese revaklı avlulu ve ayvanlı medrese şemasına uygundur.

Şeyh Eyyüp Ensari’nin Evi

Molla Said Mardin’e geldiği zaman, Şeyh Eyyub-i Ensari Efendi’nin evinde kalmıştır. Ensari ailesinin atası ise, Yemen hükümdarı olan Tübba soyundan gelen, Medine’de yerleşen, Harislerin Hazrec kolundan, Enneccaroğullarından, İslâm Peygamberinin (asm) ünlü bayraktarı Ebu Eyyüb’el Ensari’dir.

Kâinatın Efendisini (asm) evinde misafir etme şerefine nail olan büyük sahabi Ebu Eyyüb’el Ensari’nin, on üç asır sonra aynı adı taşıyan, aynı soydan gelen bir zatın evinde Zamanın Bedii’nin misafir edilmesi bir tesadüf olabilir mi?

Bilindiği gibi Medine şehri İslâm’ın sosyal hayata başlangıç beldesi olarak kabul edilmiştir. Burada iman dersleri tamamlanmış, İslâm hayata geçirilmiştir. Mardin de Bediüzzaman’ın siyasî ve sosyal hayata atıldığı ilk şehir olmuştur. Onun için Mardin, Bediüzzaman’ın hayatında önemli bir yer edinmiştir.

Dipnotlar:
1-http://www.dallog.com/kurumlar/hamidiyealay.htm
2- Bütün yönleriyle Cizre, Abdullah Yaşın, 1983

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*