Bediüzzaman’ın mücadelesi ve fecr-i sadık

Dönem sonu geldi ve yıllık okuma programlarımız başladı. İlk program üniversiteliler için yapıldı. Dershane öğrencilerimiz ve misafir katılımcılarla güzel bir program gerçekleşiyor inşaallah. Genç beyinlerin alâka ile takip ettikleri programda konular itina ile seçildi, en çok merak edilen ve çok az bilgi sahibi olunan konular üzerinde yoğunlaşıldı. Hassaten Risale-i Nur meslek ve meşrebi üzerine konular müzakereli ders olarak yapıldı. Sorular, en çok kafaya takılan ve pek dışarıda dillendirilmeyen konular üzerinde idi.

Bunlardan birisi; “Bediüzzaman’ın manevî kimliği ve hakikî vazifesi” üzerine bir dersti. Konu açıldıkça meraklı zihinler soruları sıraladı. Güç yetirebildiğimiz kadar acizane cevap vermeye çalıştık. Özellikle bir soru oldukça ilginçti. Bediüzzaman’ın hakikî vazifesi gereği küfr-ü mutlak fikrini öldürmesi hakkında idi.

Kardeşlerimizden biri söz isteyip, şöyle bir soru sordu: “Ben bu konuda Üstadın mânevî kimliğini kabul ediyorum. Karşısındaki dehşetli şahıs hakkında da tereddüdüm yok. Fakat bir türlü anlayamadığım ve çözemediğim bir konu var. Madem küfr-ü mutlak cereyanının başındaki dehşetli şahıs ölmüş, bugün hâlâ neden fikren devam ediyor?”

Cevabı şöyle özetledik: Evet, Tabiat Risalesi’nde beyan edildiği gibi Üstad, küfr-ü mutlakın belini kırmıştır. Süfyanizmin başını öldürmüştür. Fakat bu, anladığımız mânâda somut bir öldürme fiili değildi. Onun “küfr-ü fikrî”sini öldürecektir. Gerçekten öyle de olmuştur. Zira tek parti zihniyetinin hâkim olduğu mutlak istibdat döneminde 27 yıl boyunca yapılan tek icraat “dini yok etmeye çalışmak” olmuştur. Şeâir-i İslâmiye ortadan kaldırılmaya çalışılmış, dindarlara ölüme varan zulümler yapılmış ve dinsizlik neşredilmiştir. Bütün bunların karşısında ise yalnızca Bediüzzaman ve talebeleri dimdik ayakta durabilmiş ve bu küfür cereyanına baş kaldırmıştır. Bununla ilgili olarak, Üstadın yazdığı eserler, mahkeme müdafaaları ve tarihçe-i hayatı meydandadır.

Somut delil isteyen kardeşimize şunları örnek verdik.

Meselâ; Kur’ân harfleri yasaklanmış, ortadan kaldırılmış, yok edilmek istenmiş. Bugün bakıyorsunuz Kur’ân hâlâ orijinal metniyle ve harfleriyle dünyanın en çok satılan ve okunan kitapları arasında. Sonra Risale-i Nur, hâlâ bir grup tarafından hususiyetle Osmanlıca olarak, Kur’ân harfleriyle okunup yazılmaya devam ediliyor. Latin harfleriyle Risale-i Nur’un neşrine ve okunmasına Üstad izin vermiş, fakat yine içinde âyet, hadis, başka Arabî ifadeler var ve öyle de devam ediyor. Yani Risale-i Nur “huruf-u Kur’âniyeyi” (Kur’ân harflerini), şeâiri muhafaza ediyor.

İkinci misâl; kılık kıyafet kanunu ile kadınlar açılıp, Kur’ân’ın kat’î bir emri olan tesettür yok edilmek istenmiş. Üstad Hazretleri, Tesettür Risalesi ile bu belânın da önüne geçmiş.

Üçüncü misâl; camiler kapatılmış, kimileri ahır, kimileri depo yapılmış, kimi camiler de yakılıp yıkılmıştır. Ayasofya ise hâlâ açılmayı bekleyen son örnek olarak meydandadır. Bugün bakıyorsunuz pekçokları açılmış ve içinde ibadet edilir halde aslî vaziyetlerine uygun devam ediyor. Demek ki Üstad, bu hareketi de akîm bırakmış.

Bir diğer örnek; okullarda din eğitimi yok; evrim gibi mesnedsiz, sapık fikirler çocuklara aşılanmak istenmiş. Köy Enstitüleri’nde dinsiz eğitimciler yetiştirilmiş. Bir dönem kuşağı böyle yetişmiş. Fakat; bugün genel anlamda din dersleri mevcut ve dindar insan yetiştiren kurumlar faaliyettedir. Bir fiiliyat da böylece akim kalmış.

Beşinci örneğimiz; ezan Türkçe’ye çevrilmiş ve 18 yıl öyle okutulmuş. Fakat bugün ise ezanlarımız felillahilhamd aslına uygun olarak minarelerden semayı inletiyor.

O kardeşimize dediğimiz gibi örnekleri çoğaltmak mümkün. Ancak hepsini burada anlatmak, yazmak mümkün değil.

Buradan çıkacak ders özetle; Bediüzzaman kendisine verilen o yüce vazifeyi bihakkın yerine getirmiş ve ‘mutlak dinsizliğin’ önünü almıştır. Bugün dindar nesil yetiştirme hayali kuranlar (!) boşa aldanmasın. O beklenen nesl-i cedidin mimarı Bediüzzaman’dır. Ve o nesl-i cedid inşaallah zeminimizde çiçek açacaktır. Bunu bu Medrese-i Nuriye’lerimizde görmek mümkün.

Demek ki kendisine ilhamen yazdırılan eser külliyatı ile Bediüzzaman, mutlak küfrün belini kırmıştır. Artık dirilmesi mümkün değildir inşaallah.

Şimdiki vaziyet ise: Hadiste işaret edildiği gibi dört günü vardır. Yani dört devresi. Bu devre, artık son devredir, uzatmaları oynuyor inşaallah. Durumu kurtarmanın derdinde yani. Fakat artık onun da ayakta kalmaya mecâli kalmamış ve yıkılmaya mahkûm.

Bu son devreyi ayakta tutan bir sebep ise; maalesef dindarların maşalığı ile ‘dokunulmaz kanunlar’dır. Yeni anayasa ile bu kanunlardan da kurtulup tamamen menhus ruhun çöküşünü, tarih sayfasındaki yerini alışını birlikte göreceğiz inşaallah.

Elhâsıl; inşaallah Demokrat bir iktidar ve Nurcuların onlara nokta-i istinat oluşu ile bu kırk yamalı anayasadan ve Kemalizm korkuluğundan kurtulacağız ve İslâm’ın fecr-i sadıkını—artık gün ortasını—görecek bu nesl-i cedid vesselâm.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*