Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri daima “müspet hareket” prensibini esas almış ve asayişi korumayı çalışmıştır.
Mutlakiyet döneminde, Meşrutiyet döneminde ve Cumhuriyet döneminde hep aynı ilkeli davranışı muhafaza etmiştir. Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinden Zübeyir Gündüzalp’in ‘Davasını ifade eden kazanır’ sözüyle de tariflenebilecek müspet hareket prensibi Nur Talebeleri tarafından hassasiyetle devam ettirilmiş ve Nur Talebelerinin hizmetlerinde ve içtimai hayatlarında çok önemli bir rehber olmuştur.
Sosyal ve siyasi olaylar ve Bediüzzaman Said Nursi
Bediüzzaman Said Nursi, sosyal ve siyasî olaylarda daima yatıştırıcı rol oynamıştır. 31 Mart 1909’da isyan edenlere destek olmadığı gibi, isyan edenleri vazgeçirmek için elinden geleni yapmıştır. Hattâ sekiz taburu isyandan vazgeçirmiştir. İsyanı bastırmak için gelen “Hareket Ordusuna” da destek olmamış, İzmit’e gitmiş; ama orada yakalanarak İstanbul’a getirilmiş ve Divan-ı Harb-i Örfi’de yargılanarak berat etmiştir. Bu hususlar “Divan-ı Harb-i Örfi” isimli eserinde ayrıntıları ile anlatılmıştır.
1914 yılında Bitlis yöresinde İttihat ve Terakki’nin şeriata aykırı uygulamalarına karşı Molla Şeyh Selim, Şeyh Şehabettin ve Seyyid Ali Seyda’nın önderliğindeki Bitlis İsyanına karşı da önemli bir duruş sergilemiştir. Bediüzzaman’a “Gel, harekâtımıza katıl!” dedikleri zaman, o “Senin isyan ettiğin ve savaşacağın Osmanlı ordusunda yüz bin evliya var. Ben bu orduya kılıç çekemem!” diye Şeyh Selim’i ikaz etmiştir. Sonuçta Bitlis’te Şeyh Selim ve Musul’da Şeyh Abdusselam Barzanî idam edilmiştir. Gazeteci Nevzat Bingöl 1914 yılındaki bu isyanı “Bitlis İsyanı ve Şeyh Selim” ismi ile kitaplaştırmıştır. (İlgili kitaba Bingöl Bilgi Kitabevinden temin edilerek bakılabilir.)
Bediüzzaman Şualar isimli eserinde bu Şeyh Selim hadisesinden şöyle bahseder: “Eski harb-i umumîden biraz evvel, ben Van’da iken bazı dindar ve müttaki zâtlar yanıma geldiler. Dediler ki: ‘Bazı kumandanlarda dinsizlik oluyor. Gel bize iştirak et. Biz bu reislere isyan edeceğiz.’ Ben de dedim: ‘O fenalıklar ve o dinsizlikler, o gibi kumandanlara mahsustur. Ordu onun ile mes’ul olmaz. Bu Osmanlı ordusunda belki yüzbin evliya var. Ben bu orduya karşı kılıç çekmem ve size iştirak etmem.’ O zâtlar benden ayrıldılar, kılıç çektiler, neticesiz Bitlis hâdisesi vücuda geldi. Az sonra, Harb-i Umumi patladı. O ordu, din namına iştirak etti, cihada girdi ve o ordudan yüz bin şehidler evliya mertebesine çıkıp beni o davamda tasdik edip kanları ile velayet fermanlarını imzaladılar.” (Şualar, 2005, s. 566)
Bediüzzaman daha sonra 1925 yılında Şeyh Said’in M. Kemal’e karşı isyan etmesine karşı çıkmış ve Kürt Hüseyin Paşa’yı sert dille ikaz etmiştir. Şeyh Said’e de mektup göndererek “Türk Milleti asırlardan beri İslâmiyet’e hizmet etmiş ve çok veliler yetiştirmiştir. Bunların torunlarına kılıç çekilmez, siz de çekmeyiniz; teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Millet, irşad ve tenvir edilmelidir!” diye cevab vermiştir.
(Tarihçe-i Hayat, 2006, s. 238) Isparta Sav Köyünde Marangoz Ahmet eliyle yazılan teksir Asay-ı Musa mecmuasında bu mektubun aslını Bediüzzaman koydurmuştur. Orada ayrıca “Yaptığınız mücadele kardeşi kardeşe öldürtmektir ve neticesizdir” ifadeleri vardır. (Abdulkadir Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat, 1:535)
Emekli Yüzbaşı Mehmet Kayalar’ın müşahedesiyle Şeyh Said İstiklal Mahkemesinde yargılanırken evinde yapılan aramada ele geçirilen bu mektup mahkeme dosyasına konmuştur.
Bediüzzaman “Nerede bir yangın görsem, onu söndürmeye koştum.” demektedir.
Hayderan Aşireti reisi Kör Hüseyin Paşa ile Bediüzzaman arasındaki muhavere şöyle cereyan etmiştir:
Kör Hüseyin Paşa:
– Sizinle müşaverem var. Askerim hazır, atlar hazır, silahlar ve cephaneler de hazır. Sizden emir bekliyoruz.
– Sen ne diyorsun? Ne yapacaksın? Kiminle harp edeceksin?
– M.Kemal’le.
– M.Kemal’in askeri kim?
– Ne diyeyim… İşte askerdir.
– Askerler bu vatanın evlâdıdır. Senin ve benim akrabalarımdır. Kime vuracaksın? Onlar kime vuracak? Düşün, idrak et. Ahmed’i Mehmed’e, Hasan’ı Hüseyine mi kırdıracaksın?
(Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Said Nursî, s. 275-276)
Bu görüşmeden bir süre sonra Bediüzzaman cuma namazı için Erek dağından inmiş ve Nurşin Camii’nde namaz kıldıktan sonra, Kör Hüseyin Paşa, yanına aldığı birkaç aşiret reisi ile tekrar Bediüzzaman’a gelmişti.
Hiddetli ve ikna edici bir üslupla onlara katılamayacağını ifade eden Bediüzzaman, bu kez onları da vazgeçirmek adına, yaklaşımlarının ne din, ne hukuk ve ne de akılla bağdaşmayacağını ifade eder. Ardından, ses tonunu yükselterek; Hüseyin Paşa’ya hitaben, “Kan dökme, kan dökme, kan dökme!” diyerek son mesajını vermiştir.
Gerçekten de bu aşiretler Şeyh Said ile birlikte hareket etmeyerek isyana katılmamış ve felâketin daha da büyümesine engel olmuşlardır. (Age, 278-279)
Daha sonra meydana gelen 1926 İzmir Suikastı, 1930 Menemen Hadisesi, 1951 Ticaniler Vak’ası, 1952 Malatya Hadisesi ve 1955 yılındaki 6-7 Eylül Olayları gibi hadiselerin hiçbirinde Bediüzzaman ile irtibat dahi kurulamıyor. Bediüzzaman gerçekten de 1907-1960 yılları arasında asayişi ihlâl edici hiçbir hadisenin içinde yer almadığı gibi, yer aldığı dahi iddia edilemiyor. Bu derece açık ve net bir şekilde bu tür olayların dışında kalmıştır.
Bediüzzaman bütün hayatı boyunca şiddetten uzak durmuştur. Hayatının hiçbir döneminde kuvvete ve şiddete tenezzül etmemiş, başkalarının da şiddete ve kuvvete başvurmasına müsade etmemiştir. Talebelerine de daima “şiddetten uzak durmayı” ve “müspet hareket etmeyi” ders vermiştir.
Bediüzzaman yine bu nedenledir ki daima şeriat adına meşrutiyet-i meşruayı, yanı meşru demokratik sistemi savunmuştur. Ahrar ve Demokrat çizgiye destek olmuştur. “Demokratlar dine taraftardır” demiş ve Nur talebelerini de demokratlara destek olmaya teşvik etmiştir. Demokratlara açıktan destek olmuş, onların şahsî hatalarına rağmen bu desteğini çekmemiştir. Zira demokratların siyasî çizgileri, misyonları şeriate uygun, hareketleri müspet ve asayişi korumaya yöneliktir.
Bediüzzaman talebelerine verdiği son dersinde de “Aziz kardeşlerim! Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. …Evet, mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, âsâyişi muhafaza etmek içindir. …Bu kuvvet dahile karşı değil, ancak hâricî tecavüze karşı istimal edilebilir. …Bunun içindir ki, bütün hayatımda bütün kuvvetimle âsâyişi muhafazaya çalışmışım.” (Emirdağ Lâhikası, 2006, s. 873) demiş ve böyle olmalarını istemiştir.
Benzer konuda makaleler:
- Öğrenciler Said Nursi’yi anlattı
- Müsbet hareket
- Bediüzzaman’ın vatanını savunduğu bir cephe: Rımrım Dağları
- Neticesiz Bitlis Hadisesi
- Mirza’nın oğlu
- Yola çıktık Mardin’e
- Said Nursi, Şeyh Said’i vazgeçirmeye çalıştı
- PKK ve dış yangınları söndürme cihazı: Münazarat ve…
- Bediüzzaman Bitlis’te esir düşmüştü
- Şeyh Said ile Said Nursi
İlk yorum yapan olun