Aziz vatanımızın değişik il ve ilçelerinde Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Öğretmeni olarak görev yaptıktan sonra Bursa’da 1999 yılında bir ilköğretim okulunda müdür olarak görev yaparken aynı okuldan bir öğretmen arkadaşımın beni bir Çarşamba akşamı öğretmenlere verilen bir akşam yemeğine ve ardından Risale-i Nur’dan yapılan bir derse dâvet etmesiyle çok güzel bir hususiyet cereyan etmiş oldu. O akşam yapılan tefsir sohbeti benim çok hoşuma gitmişti. Risale-i Nur’un meslek ve meşrebi beni çok etkilemişti. İhlâsla bir müddet sohbetlere devam ederken arkadaşlar her Pazar sabahı namazdan sonra Yeni Asya Vakfı’nda müzakereli (Risale-i Nur’dan) tefsir derslerinin olduğunu ve devam ettiğini söyleyip beni sabah dersine dâvet ettiler.
Akademik olarak İslâmî ilim dallarından Tefsir ilmine karşı Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde öğrenciliğimden beri bir alâkam vardı. Bundan dolayı sürekli bir arayış ve araştırma içerisindeydim. Yeni Asya Vakfı’nda müzakereli olarak İşârâtü’l-İ’câz tefsiri okunurken, Üstadımızın meslek ve meşrebini, “Bir lahana yaprağı kadar olsa da bir gazetemiz olsun” diyen merhum Zübeyir Ağabeyi ve Zübeyrî çizgiyi, Risale-i Nur hizmetlerindeki sapmaz ve şaşmaz duruşuyla gazetemizin sevgisinin bütün zerratıma kadar tesir etmesine vesile olan İhsan Paşalıoğlu ve şu an Ankara’da meskûn olan Kasım Ali Güngör, esnaf ve şair ağabeyim Eyüp Otman ve Dr. Orhan Kaşlıoğlu’nun da içlerinde bulunduğu bahtiyar dostlarımın bu ilim meclisindeki müzakereli tefsir dersleri beni çok etkilemişti. Ben de bundan sonra sadakat ve ihlâs ile Kur’ân-ı Kerîm’in asrımıza bakan bu eşsiz tefsiri İşaratü’l-İ’câz derslerini kaçırmamak için gereken önemi vererek dersleri takip ettim.
Bu nadide tefsir kitabının yüksek ilmî kıymetinin farkında olan bir ilahiyatçı ve eğitimci olarak öyle yoğunlaştım, araştırıp okudum ki gittiğim her ilçe derslerinde (sohbetlerinde) bu tefsir kitabıyla tanınmama ve ders yapmama vesile oldu ve sözlerim bu eşsiz tefsir kitabıyla güzelleşti. Nefsimle birlikte dinleyenlerin istifade ve istifazasına vesile oldu.
BEDİÜZZAMAN’A GÖRE İŞARATÜ’L-İ’CÂZ’IN KIYMETİ
Aziz Üstadımız Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, Kur’ân-ı Kerîm’in asrımıza bakan ilmî kıymeti yüksek bu eşsiz tefsir kitabıyla ilgili olarak şöyle buyuruyor: “Eski Said, en dakik ve ince olan nazm-ı Kur’ân’daki icazlı olan i’cazı beyan ettiği için kısa ve ince düşmüştür. Fakat şimdi ise Yeni Said nazarıyla mütalâa ettim. Elhak, Eski Said’in bütün hatiatıyla beraber, şu tefsirdeki tetkikat-ı âliyesi onun bir şaheseridir. Yazıldığı vakit daima şehit olmaya hazırlandığı için, halis bir niyet ile ve belâgatin kanunlarına ve ulum-u Arabiyenin düsturlarına tatbik ederek yazdığı için, hiçbirini cerh edemedim. Belki Cenâb-ı Hak, bu eseri ona kefaret-i zünub yapacak ve bu tefsiri de tam anlayacak adamları yetiştirecek inşaallah.” (İşaratü’l-İ’câz, Yeni Asya Neş. s. 9)
Yine aynı eserle ilgili olarak Üstad Bediüzzaman Hazretleri: “Eğer Birinci Harb-i Umumî gibi maniler olmasaydı, tefsirin şu birinci cildi, i’câz vücuhundan olan i’câz-ı nazmîyi beyan ettiği gibi, diğer cüzler ve mektuplar da müteferrik hakaik-i tefsiriyeyi içine alsaydı, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’a güzel bir tefsir-i cami olurdu. Belki inşaallah, şu cüz-ü tefsir ve altmış altı adet, belki yüz otuz adet Sözler ve Mektubat risaleleriyle beraber me’haz olursa, ileride bahtiyar bir heyet öyle bir tefsir-i Kur’ânî yazsın, inşaallah.” (A. g. e.) buyuruyor.
SAFF-I EVVELLERİN DİLİNDEN İŞARATÜ’L-İ’CAZ’IN ÖNEMİ
İlmî hususiyeti yüksek bu eşsiz tefsir kitabıyla ilgili olarak Aziz Üstadımızın bazı saff-ı evvel talebeleri—özetle—diyorlar ki: “Kırk sene evvel, harb-i umumide, cephede, avcı hattında, bazen at üstünde telif edilen bu İşaratü’l-İ’câz tefsirinin bir kısmını Üstadımızdan ders aldık. İlm-i belâgati ve kavanin-i Arabiyeyi bilmediğimiz halde, aldığımız ders ile bundaki bir sırr-ı azîmi fehmettik ki, bu İşaratü’l-İ’câz tefsiri hakikaten harikadır. Bu tefsir, Kur’ân’ın vücuh-u i’cazından yalnız nazmındaki i’cazı harika bir tarzda göstermesi bakımından dört noktayı beyan ediyoruz.
“Birincisi: Madem Kur’ân kelamullahtır; umum asırlar üzerinde ve arkasında oturan muhtelif tabaka tabaka olarak dizilmiş bütün nev-i beşere hitab ediyor, ders veriyor. (…) Beşer kelâmı gibi mahsus bir zamana, muayyen bir taifeye ve cüz’i bir manaya inhisar etmiyor. (…)
“İkincisi: Kelâm-ı ezelîden gelen ve bütün asırları ve bütün tavaif-i nev-i beşeri muhatap ittihaz eden Kur’ân-ı Hakim’in gayet küllî manalarının cevherlerinin sadefi hükmünde olan lafz-ı Kur’ânî elbette küllidir. (…)
“Üçüncüsü: Bir şeyin hüsün ve cemali o şeyin mecmuunda görünür. Cüzlere ayrıldığı vakit, görünmemesi onun sebeb-i kusuru tevehhüm edilmez. (…) İşte bu İşaratü’l-İ’câz Arabî tefsiri, İ’câz-ı Kur’an’ın yedi menbaından bir menbaı olan nazmındaki cezaleti, en ince esrarına kadar beyan ve izhar ediyor. Kur’ân-ı Hakim’in on, yüz, bin ve binler ve eyyam-ı mübarekede otuz bine kadar semere-i uhrevî veren hurufatının her birine ait, İşaratü’l-İ’câz’ın azamî ihtimamla onlardaki i’cazı göstermeye çalışması elbette israf değil, ayn-ı hakikattır.
“Dördüncüsü: Kur’ân-ı Hakim’in kelâm-ı ezeliden gelmesi ve bütün asırlardaki bütün tabakat-ı beşere hitab etmesi hasebiyle, manasında bir camiiyyet ve külliyet-i harika vardır. (…) Elbette onun manası, beşer kelâmı gibi cü’zi bir manaya ve hususî bir maksada münhasır değildir. Bu sebepten bütün tefsirlerde görülen ve sarahat, işaret, remiz, ima, telvih, telmih gibi tabakalarla müfessirinin beyan ettikleri manalar kavaid-i Arabiyeye ve usûl-ü nahve ve usûl-ü dine muhalif olmamak şartıyla, o manalar, o kelâmdan bizzat muraddır, maksuddur. Tahiri, Zübeyr, Sungur, Ziya, Ceylan, Bayram.” (A. g. e. s. 11,12)
HASIL-I KELÂM…
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse Aziz Üstadımız Kur’ân-ı Kerîm’in asrımıza bakan ilmî kıymeti çok yüksek bu eşsiz tefsiriyle ilgili olarak şöyle buyuruyor: “Evet, Kur’ân-ı Azimüşşanın müfessiri, yüksek bir deha sahibi ve nafiz bir içtihada malik ve bir velâyet-i kâmileyi haiz bir zat olmalıdır. Bilhassa bu zamanlarda, bu şartlar ancak yüksek ve azim bir heyetin tesanüdüyle ve o heyetin telahuk-u efkârından ve ruhlarının tenasübüyle birbirine yardım etmesinden ve hürriyet-i fikirlerinden ve taassuplarından azade olarak tam ihlâslarından doğan dâhî bir şahs-ı manevide bulunur. İşte, Kur’ân’ı ancak böyle bir şahs-ı manevî tefsir edebilir. (…)
“Maahaza, kaleme aldığım şu İşârâtü’l-İ’câz adlı eserimi, hakikî bir tefsir niyetiyle yapmadım. Ancak ulema-i İslâmdan ehl-i tahkikin takdirlerine mazhar olduğu takdirde, uzak bir istikbalde yapılacak yüksek bir tefsire bir örnek ve bir me’haz olmak üzere, o zamanların insanlarına bir yadigâr maksadıyla yaptım.” (A. g. e. s. 13, 14)
Asrın müceddidi Üstad Bediüzzaman ve saff-ı evvel talebelerine göre mütalâasını yaptığımız, okuyup haberdar olanların da tasdik edip kaynak bir eser olarak ellerinden bırakmadığı ilmî kıymeti çok yüksek olan bu tefsir kitabında geçen Tevhid, Nübüvvet, Haşir, Adalet ve İbadet gibi Kur’ân-ı Kerîm’in yürüdüğü hedefleri Rabbim hepimize anlamayı ve hizmete vesile olması açısından anlaşılıp okunmasına vesile olmayı nasip etsin inşaallah.
Benzer konuda makaleler:
- Toplumun bütün katmanlarına hitap
- İşârâtü’l-İ’câz’da “Kur’ân-ı Kerîm’in takip ettiği maksat”lar
- Mehmet Akif: En büyük âlim odur ki; İşaratü’l-İ’caz’ı anlasın…
- Secde ve Cennet âyetleri
- Risale-i Nur nasıl bir tefsirdir?
- Risale-i Nur’a ilişmek isteyen her el kırılır, her dil kurur
- Hem Kur’an, hem risale
- Risale-i Nur’da kaç âyet tefsir edilmiştir?
- Kur’ân’ı ancak yüksek bir heyet tefsir edebilir
- Nurların intişarı yasak değil ve mahkeme ilişemiyor
İlk yorum yapan olun