Bediüzzaman´nın serveti

Peygamberlerin sonuncusu, âlemlere müjdeci ve rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed’dir (asm). Getirmiş olduğu Kur’ân ve İslâm’ı bütün insanlığa ebedî bir kurtuluş reçetesi olarak sunmuştur.

Öte yandan; gerek “Âlimler Peygamberlerin vârisleridir”, gerekse “Her yüz senede bir müceddid-i din gönderilir” hadis-i şerifleri mûcibince son yüzyılımızın, kıyamete kadar en son müceddidi Bediüzzaman Said Nursî’dir (ra).

Bediüzzaman, Hz. Peygamber’in (asm) sünnetine en titiz şekilde riâyet etmiş, gerektiğinde İslâm’ın küçük bir şeâiri için hayatını ortaya koymaktan asla çekinmemiştir.
Bu yüzden de yaşadığı müddetçe zalimlerle ve ehl-i dünya ile dost olmamış, “İzzetle ölmeyi, zilletle yaşamaya tercih ederiz” diyerek, Allah’tan başka hiç kimseye boyun eğmemiştir.

Bütün hayatı sürgün, hapis ve tarassutla takip altında geçen Üstadın, hayatı boyunca bütün dünyalık eşyası birkaç parça zarurî eşyadan ibarettir. Üstad, “İnsanın eşyası sağ eliyle taşıyabilecek kadar olmalı” diye talebelerine söylerken, kendisinin de eşyasının miktarı bunu hiçbir zaman geçmemiştir.
Hatta Urfa’da vefat ettiğinde kendisinden sonra dünyada kalan şu cüz’î parçaları okuduğum zaman, uzun bir süre duygulanıp ağlamış, bu hatırayı ibretle, defalarca nefesimi tutarak okumuştum. O hatırayı, İslam Yaşar Ağabey’in ‘Muhabbet Fedaileri’ adlı eserinden, aynen aktaralım:

Üstad Urfa’da vefat ettiği zaman; doktor, valiliğe, tuttuğu raporu verdikten sonra, koltuğunun altında bir sürü dosya, kâğıt ve matbu evrakla tereke hakimi geldi. Bürokratik teâmülleri bütün incelikleri ile işleterek Zübeyir’in de yardımıyla Said Nursi’den kalan eşyayı ve emvâli tesbite başladı.
“Saat, cübbe, seccade, sarık, birkaç parça eski çamaşır, çaydanlık, bardak, kap-kacak ve o­nbeş lira madenî para.”
“Hepsi bu kadar mı?” diye soran tereke hâkimine, “Daha ne olsun ki?” diye cevap verir Zübeyir Ağabey.
Özetle söylemek gerekirse; hâkim, Zübeyir Ağabey’e uzun yıllar yaşayan bir âlimin hiç olmazsa insanlığa faydalı eserler bırakabileceğini söyler.
Zübeyir Ağabey de insanın dünyada misafir olup, yanında getirmediği birşeye kalbini bağlamaması gerektiğini ve Bediüzzaman’ın da insanlığa faydalı altı bin sayfalık Risâle-i Nur Külliyatını bıraktığını söyler.

Risale-i Nur’dan “Elbette en bahtiyar insan odur ki; dünya için âhiretini unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin..” diye devam eden kısmı hâkime izah eder. (Muhabbet Fedaileri, s.17, 18)

Evet, işte milyonların kendisine mânevî evlat bulunduğu ve dâvâsına bütün samimiyet ve sadakatleriyle çalışıp inandığı ve kendisine talebe olmak için dünya ve âhiretini, hatta ruhunu feda etmeye hazır olduğu bu iman âbidesinin asıl mânevî serveti; bu memleket için ömrü boyunca çalışması, Risâle-i Nur ve talebeleridir. İmanının kurtulmasına vesile olduğu milyonlardır.

Üstad; “Ben cemiyetin iman selâmeti yolunda âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne cennet sevdası var, ne cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmi beş milyon Türk cemiyetinin imanı nâmına bir Said değil, bin Said fedâ olsun. Kur’ân’ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin imanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya râzıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur” demiştir.
İşte böyle bir Üstad’a ve Risâle-i Nur’a talebe olmaya çalışmak gâyelerin en yükseği, mertebelerin en büyüğüdür.

Ne mutlu Risâle-i Nur talebelerine. Allah hepimizi Üstad’a ve Risâle-i Nur’a lâyık talebe, şahs-ı mânevînin duâsına dâhil etsin. Âmin.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*