Beklenen şahıs…

Asırlar onu beklemişti… Dehşetli bir zamanda geleceği belli idi.
 
Bunun muhtelif tevilleri ve hatta redleri dahi oluyordu…

Fakat burası dünyadır. Her şey açık ve net olamaz. Böyle şeyler perdeli ve sırr-ı teklife uygun olmalıdır.

Özellikle Kastamonu havalisinde, birisine Nurlar tanıtılması gerektiği zaman, ona önce Beşinci Şuâ okunurdu.

Bu açıdan şapka inkılâbında Kastamonu’nun seçilmesi hiç de tesadüfî değildir.

Yüzlerce âlimin ve ehl-i imanın Kastamonu deresinin kenarında darağaçlarında günlerce cesetleri bekletilmiştir.

İşte bu atmosfer içinde İnebolu’da yaşanan bu olaylar ve dehşetli cinayetler neticesinde beş-altı kişilik bir esnaf heyeti “Mehdi ya geldi veya gelecek, onun için at besleyelim ve kılıçlarımızı bileyelim, Mehdi geldiği zaman hazırlıksız olmayalım” diyerek, her gün İnebolu’nun yüksek bir yerine çıkar, toplu halde kılıçlarını bileyler, atlarını da büyük bir itina ile beslerler ve tımar ederlermiş.

Tam bu atmosfer içindeyken, duymuşlar ki: “Kastamonu’ya derin bir hoca gelmiş, devlet mecburî ikamete tabi tutmuş.”

Ziyaret etmeye karar verirler.

Atlarına bindikleri gibi, sabahın erken saatlerinde yola çıkarlar. Önce Küre beldesinde mola verirler ve ihtiyaçlarını giderirler, namazlarını kıldıktan sonra yola devam ederler.

İnebolu yolu zor bir yoldur, yokuşu inişi boldur.

Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra varırlar Kastamonu’ya…

Bu derin hocayı nasıl bulacaklar? Kime soracaklar?

Zaman nazik ve kritiktir.

Sabri Bey gözüne kestirdiği birine yaklaşır ve kulağına eğilerek sorar:

“Buraya mecburî ikamete tabi tutulan derin bir âlim gönderilmiş, acaba kaldığı evi biliyor musun?”

Bu sözü ve suali duyan telâşa kapılmış ve:

“Bak kardeşim, sen bunu bana ne söylemiş ol, ne de ben duymuş olayım. Siz Nasrullah Camii’nin bahçesinde, doğudan sürgün olarak gelen ağalardan Çaycı Emin var ona gidin, size gerekeni yapar.”

“Tamam hemşehrim, çok sağol.”

Sabri Efendi bu işin zorluğunu o zaman anladı.

“Öyle atlar ile şehrin merkezine girmek dikkat çeker, atları bir hana bağlayalım, ben yalnız gidip bir tahkik edeyim” diyerek arkadaşlarına bir yerde beklemelerini tavsiye eder.

Nasrullah Camii’nin avlusuna gider, Çaycı Emin Efendiyi aramaya başlar. Doğu giyimli ve doğu şiveli bu mübarek zatı bulur sonunda.

“Esselâmü aleyküm ağam”

“Aleykümselâm kurban”

“Gel otur, kimsin, yabancıya benziyorsun, hayırdır?”

“Evet, çok yabancı sayılmam, İneboluluyum.”

“Dur, yoldan gelmişsin, önce karnını doyurayım”

“Sen Emin Efendi bırak şimdi bunları, buraya derin bir âlim gelmiş onu ziyaret için arkadaşlar ile geldik, onun ile görüşmek istiyoruz, bize yardımcı olmanızı rica ediyorum.”

“Tamam anladım, ama bu biraz zor iş, hem de tehlikeli.”

“Sen zor ve tehlikesini düşünme, bize bir yol göster.”

“Dur önce en azından bir çayımı iç.”

“Tamam zahmet olacak?”

“Ne zahmeti kurban, siz uzun yoldan gelmişsiniz, bunun zahmeti mi olur?”

Çaylar içilir, muhabbet koyulaşır, sonra iş ziyaret planına gelir.

Çaycı Emin efendi derin bir soluk aldıktan sonra:

“Bak kurban, ben bile efendi hazretlerinin yatağını ve yorganını satın aldım, o vesile ile günlük belli zamanlarda ancak görüşebiliyorum. Ben birkaç saat önce görüştüm, kendisi biraz rahatsız, bizim oğlan Abdullah’ı gönderelim, bir sorsun, ondan sonraki duruma göre hareket ederiz.”

“Tamam Emin efendi, biz size bağlıyız.”

Emin Efendi koşarak Abdullah’ı evden çağırır ve:

“Oğlum, hoca efendiye git, İnebolu’dan gelen bir heyet var, sizinle görüşmek istiyorlar, acaba gelebilirler mi?’ diye bir sor”

Abdullah’ın yaşı küçük olduğu için evin karşısındaki karakolda bulunan polisler pek ses çıkarmazlar.

Koşarak Üstadın evine giden Abdullah kapıyı itina ile çalar, Bediüzzaman Hazretleri biraz sonra kapıyı açar ve:

“Buyur Abdullah, hoş geldin, gir içeri.”

Abdullah, Üstadın elini öper, Üstad da Abdullah’ın alnından öper:

“Söyle bakalım Abdullah, ne bu telâşın?”

“Efendim babam gönderdi, selâmı var. İnebolu’dan bir heyet sizinle görüşmek istiyor, acaba gelebilirler mi?”

“Olur Abdullah efendi, hemen gelsinler, ben kapıyı açık bırakırım, birer birer ve aralıklı olarak, birer birer gelsinler, polislere dikkat etsinler.”

Bu sözden sonra Abdullah tekrar Üstadın elini öperek, koşarcasına Emin Efendinin yanına ulaşır.

“Soluk soluğa kalmışsın Abdullah, söyle bakalım?”

“Hoca efendi ‘Gelsinler’ buyurdu, fakat tek tek ve aralıklı olarak girsinler dedi.”

“Tamam Abdullah, sen şimdi Sabri Efendi ile beraber git, evi geriden göster ve eve dön.”

“Tamam babacığım.”

Bu habere oldukça sevinen Sabri Efendi, Abdullah ile arkadaşlarının olduğu yere giderler.

“Bakın arkadaşlar, durum biraz nazik, hoca efendi bizleri kabul buyurmuş, fakat içeri birer birer gireceğiz, önce ben gireyim, ondan üç-beş dakika sonra biriniz, daha sonra sıra ile girersiniz.”

Bu şekilde Üstadın evine yakın bir yere kadar gelirler. Abdullah evin yerini ve kapısını gösterir ve gider.

İlk olarak Sabri Efendi girer içeri, ikinci katta bulunan Bediüzzaman’ın huzuruna vardığı zaman heyecanı had safhadadır.

Merdivenleri yavaş yavaş çıkar.

“Selâmün aleyküm efendim. Hoş geldiniz.”

“Sen hoş gelmişsin kardeşim, safa geldin.”

İki dizinin üzerine oturan Sabri Efendiden sonra, planlandığı gibi bir bir diğer arkadaşları da gelirler, el öpmek isterler. Bediüzzaman müsaade etmez, tokalaşıp otururlar.

Hepsi aynı heyecan ve helecan içindedirler. Nereli olduklarını ve ne iş yaptıklarını sorar Bediüzzaman.

Her biri mesleğini ve İnebolu’dan olduklarını söyler. Bediüzzaman Hazretleri:

“Kardeşlerim, bu zaman iman kurtarmak zamanıdır. Din dahilde menfî bir tarzda istimal edilmez. Bu zamanın cihad-ı manevisi budur. Risale-i Nur elmas kılıçtır. Kılıçlarınızı kınına koyun, size birer kitap vereceğim, onun aynısını yazar bana gönderirsiniz, ben onları tashih eder, tekrar size başka kitapları gönderirim. Çok ihtiyat ediniz. ‘Sırren tenevveret’ sırrını unutmayınız.”

Bu sözlerden sonra her biri diğerinin gözüne bakar.

“Bu hoca efendi bizim kılıçları nereden biliyor?”

Büyük bir tazim içinde Üstadın evinden ayrılırlar.

Sabri Efendi, Çaycı Emin Efendiye teşekkür için gider.

“Çok sağol Emin Efendi, çok feyizyab olduk, biz ‘Mehdi gelecek, ordusuna katılacağız’ diye her ikindiden sonra kılıç biler, at beslerdik, hoca kerâmeti ile bunu bildi, bizlere kitap verdi, onları yazıp tekrar göndereceğiz inşaallah.”

“Bak Sabri Efendi, bu asırda beklenen zât-ı mübarek budur, başımıza devlet kuşu kondu. Siz de bunu böyle bilin, yakınlarınıza ve emin olduklarınıza söyleyin. Bediüzzaman bu zamanın ve gelecek zamanın müceddididir.”

Tam atlara binip gidecekleri zaman, bu ziyareti geriden takip eden polisler, heyeti karakola dâvet eder.

Karakolda sorgu başlar:

“Ne için geldiniz, İnebolu’da hoca yok mu, bu zatın menfî olduğunu bilmiyor musunuz?”

“Biz bu zatı tanımak ve hoşgeldin demek için geldik ve ziyaret ettik, bunda ne var?”

“Bakın bir daha bu zat ile görüşmeyeceksiniz, gelecek olanları da engelleyeceksiniz tamam mı?”

Kimlik bilgilerini aldıktan sonra heyet İnebolu yoluna düşer.

Yolda Sabri Efendi:

“Bakın arkadaşlar, Allah niyetimize göre bize bu asrın sahibini görmek ve hizmet etmeyi nasip eyledi. Bundan sonra atmış, kılıçmış yok! Artık Risale-i Nurlar ile hizmet edeceğiz ve savaşta kılıçla ve silâhla cihad etmiş kadar sevap kazanacağız inşaallah.”

Heyetteki diğer üyeler de aynı görüşte olduklarını belirttiler.

İnebolu’ya büyük bir sevinç içinde giden heyet İnebolu’ya yıllarca hizmet verecek olan bir çığırın kapısını açıyorlardı ve “İkinci bir Sav” hükmüne geçen hizmetler yapılacaktı. Yazdılar, yazdılar ve ilk teksir makinasını alarak “bin kalemli Nurcu” ünvanını kazandırdılar.

Ve halen o İnebolu, o azim ve gayret içinde hizmetlerine devam etmektedir.

Hem de kıyamete kadar…

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. Cenabı ALLAH İman Hakikatlerini duymamıza öğrenmemize sebep olan Ustadımızdan da,onun ihlaslı Fedakar Cefakar Nur talebelerinden ve bu yazıyı yazanlardan edediyyen Razı Olsun. Amin

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*