Belâ vereni bulduysan…

Image

Allah adına, İslâmiyet ve insaniyet adına, genel barış, birlik ve beraberlik adına ve başımızdaki dünya dolusu belâlardan korunmamız adına güzel gayretler sürerken ve bu mânâda aktiviteler sürdürülürken; görüntülü, sesli ve yazılı medyamız da bu güzelliklerden nasiplenirken, ne olduysa oldu, yine medya canibinden bir belâ zuhur etti.

Adı lâzım olmayanın biri, adı “güneş“ olan bir gazete lisanıyla belâ çıkarmaya tevessül etti. Gökteki güneş balçıkla sıvanmazdı, ama adam kendi “güneş“ini bir güzel sıvadı..

Bediüzzaman gibi bir zatı “Belâüzzaman“ olarak vasfetmenin, provokasyon belâsına dâvetiye çıkarmak olabileceğini idrak edemeyen bu adam, belânın da hakikî mahiyetini keşfedenleri, bu kelime ile ürkütmeyi denedi. Halbuki Said Nursî’ye “Bediüzzaman“ ünvanını lâyık gören İslâm âlimleri de bilir ki, âlem de buna şahit ki, Bediüzzaman ömrü boyunca belâlarla boğuştu. O, çocukluğunu bile sıradan bir çocuk gibi yaşamadı. Bütün hayatı mücadele ve mücahede ile, savaş ve esaret meydanlarında, sürgünlerde, hapislerde ve mahkemelerde geçti. Defalarca zehirlendi, kaç defa idamdan döndü. Ülke ve millet üzerinde dolaşan belâları bile, paratöner gibi kendi üzerine çekti. Ülkeyi ve dünyayı saran belâları görerek, Rabb-ı Rahimine yönelip durmadan tazarru ve niyazda bulundu.. “Bana ıztırap veren, İslâmın maruz kaldığı tehlikelerdir“ dedi.

Ve yine dedi ki:

“Bırak biçare feryadı, belâdan gel, tevekkül kıl.

Zira feryat belâ-ender, hatâ-ender belâdır, bil.”

Ve şöylece sordu:

“Cihan dolusu belâ başında varken, ne bağırırsın küçük bir belâdan?”

Sonra ilâve etti:

“Gel, tevekkül kıl.”

Ve yine dedi ki:

“Belâ vereni buldunsa, atâ-ender, safâ-ender belâdır, bil.

Bırak feryadı, şükür kıl manend-i belâbil, demâ keyfinden güler hep gül mül.”

(Eğer musîbeti vereni bulduysan, bu da lütfun içinde lütuf, keyfin içinde keyiftir elbette, bil.

Bırak feryadı ve bübüller gibi şükret. Gül mül her zaman keyfinden güler.)

(Burada “belabil“ bülbüller anlamında olup, musîbet anlamındaki “belâ” ile ses benzerliği var. Ve yine bülbülün onsuz yapamayacağı gül çiçeğinin de “gülmek” fiiliyle ses benzerliği var.)

Ve yine dedi ki:

“Evet, Allah’ı tanımayanın, dünya dolusu belâ başında vardır. Allah’ı tanıyanın dünyası nurla ve mânevî sürurla doludur; derecesine göre, iman kuvvetiyle hisseder.”

Ve yine dedi ki:

“O’nu (Allah’ı) tanıyan ve itaat eden zindanda dahi olsa bahtiyardır. O’nu unutan saraylarda da olsa zindandadır, bedbahttır.”

Sonra şöylece sordu:

“Cenâb-ı Hakkı bulan, neyi kaybeder? Ve O’nu kaybeden, neyi kazanır?

Ve ilâve etti: “O’nu bulan her şeyi bulur, O’nu bulmayan hiçbir şeyi bulmaz, bulsa da başına belâ bulur.”

***

Büyükler ne güzel söylemiş:

“Kula belâ gelmez Hak yazmadıkça, / Hak belâ vermez kul azmadıkça..”

Allah dostlarından biri başına her ne gelirse, ayağına diken batsa, gözüne toz kaçsa, “Allah’tan“ bilip şükredermiş.. Bir gün düşünceli bir şekilde yürürken, muzip ve kendini bilmezin biri sessizce ona yanaşıp ensesine bir tokat vurmuş. Bu velî zat dönüp ona sert bir bakış atınca, edepsiz adam muzipçe sırıtmış:

“Hani ya, her şey Haktandır diyordun, bir de bana kızarak bakıyorsun.”

Allah dostu cevap vermiş:

“Rabbimin bunu, hangi densizin eliyle yaptırdığına baktım.”

***

Küçüklüğümde gördüğüm bir gazetede Üstadın muhteşem resminin altında büyük puntolarla yazılan şu ifade hâfızamdan hâla silinmedi:

“Dinsizlerin planlarını alt üst eden adam.”

Pekâlâ şimdi soruyorum, bu durumda Said Nursî kimlerin başına belâ kesilmiş oluyor? Ve bugün durup dururken anlamsız insiyakî bir refleksle Bedîüzzaman’a belâ yakıştırmasında bulunan kişi, kimlerin safında yer almış oluyor?

Yazarın, yersiz ve mesnetsiz iddialardan ibaret yazısı önüme gelince, nedense hiddet ve nefret duygularım devreye girmedi. Çünkü o iddiaların hiçbiri, Aziz Üstadın damenine bile yetişmez, ayağının altına bile yapışmazdı. Hattab oğlu Ömer’in, henüz sahabe olmadan kılıcını çekip Hz. Peygamberin (asm) evine yöneldiğini, ama o yönelişin bambaşka bir yönelişe dönüştüğünü hatırlayarak kendimi sükûnete dâvet ettim. Yazar hakkında kim ne yazarsa yazsın, isterse iddialar ciddiye alınıp cevaplar verilsin, isterse hakkında dâvalar açılsın, isterse aynı gazetede tekzip yayınlatılsın…

Ben şahsım adına yazarın şahsına yazacağımı yazıp gönderdim bile:

“Sayın …, Bütün insanlığın fitne ve belâlardan kurtuluşu için çırpınan ve başkasının günahına; senin de günahına ağlayan bir insan için ‘belâüzzaman’ tabirini kullanmanız, korkarım ki belâların celbine sebep olur. Çabuk tövbe ve istiğfar edip kamuoyundan özür dilemeniz gerekir. Bizden hatırlatması.. Selâm, hatasını anlayıp hatasından dönenlerin üzerine olsun..”

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*