‘Ben bakmadım ne kaybettim; siz baktınız ne kazandınız?’

Biz her şeyi merakımız sayesinde öğreniriz. Zira, merak ilmin hocasıdır. Ne var ki, merakımızı çok basit dünya işlerine, hayatımızda hiç lâzım olmayacak haberlere de ayırırız. Halbuki Nasreddin Hoca gibi demeliyiz.

“Hocam demin biri bir tepsi baklava ile buradan geçti!”

“Bana ne?”

 

“İyi ama sizin eve gidiyordu?”

“Sana ne?”

Ehl-i imanı ve özellikle Nur talebelerini kasup kavuran hadiselerden birisi, dünya cereyanlarını, habelerini merak ile takip etmektir.

O kanal senin, bu kanal benim, ömrümüzü dünya boğuşmaları içinde zayi edip gidiyoruz.

Tanzanya’nın ormanlarında neler olmuş? Uganda’da neler dönüyor? Balinalar Avustralya’nın sahillerine nasıl vurmuş?

Bütün bunlardan haberimiz var, ama evimizden haberimiz yok! Çoluk-çocuğumuz hangi sefahet ve sefalet sahilerine vurmuş; bilmiyoruz! Oğlumuz nerede, kızımız nerede, haberimiz yok!

Bediüzzaman, “Küre-i arzı herc ü merce getiren ve İslâm mukadderatıyla (geleceğiyle) alâkadar olan dehşetli Harb-i Umumî (II. Dünya Savaşı)” ile ilgili seneler geçtiği halde hâlâ hiçbir şey sormuyor, merak etmiyor! Halbuki bir kısım dindar ve âlim insanlar, cemaati ve camii bırakıp haberleri dinlemeye koşuyor! Bu hâl karşısında sorulan şu: “Acaba bundan daha büyük bir hadise mi var? Veya onunla meşgul olmanın zararı mı var?”

Şimdi, verdiği cevaptan bir bölümünü takip edelim:

“Ömür sermayesi pek azdır; lüzumlu işler pek çoktur. Birbiri içinde mütedâhil dâireler gibi, her insanın kalb ve mide dairesinden ve ceset ve hane dairesinden, mahalle ve şehir dairesinden ve vatan ve memleket dairesinden ve küre-i arz ve nev-i beşer dairesinden tut, tâ zîhayat ve dünya dairesine kadar, birbiri içinde daireler var. Herbir dairede, herbir insanın bir nevi vazifesi bulunabilir. Fakat en küçük dairede en büyük ve ehemmiyetli ve daimî vazife var. Ve en büyük dâirede en küçük ve muvakkat arasıra vazife bulunabilir. Bu kıyasla, küçüklük ve büyüklük makûsen mütenasip vazifeler bulunabilir.”

Evimizle, çoluk-çocuğumuzla ilgilenmezken, onları düzeltemezken mahallemiz, şehrimiz ve koca Türkiye’ye nasıl nizâmât verebiliriz?

Oysa, “bu Cihan Harbinden daha büyük bir hadise ve bu zemin yüzündeki hâkimiyet-i âmme (dünyayı ele geçirme) dâvâsından daha ehemmiyetli bir dâvâ, herkesin ve bilhassa Müslümanların başına öyle bir hadise ve öyle bir dâvâ açılmış ki, her adam, eğer Alman ve İngiliz kadar kuvveti ve serveti olsa ve aklı da varsa, o tek dâvâyı kazanmak için bilâtereddüt sarf edecek.”1

İşte, o dâvâ ise, ebedî bir hayatı kazanıp kazanamama ile ilgilidir.

Tuttuğu futbol takımının kazanıp kazanamadığını merak edenler, acaba ebedî hayatı garanti altına mı almış?

Bir mü’min, “Eğer iman vesikasını sağlam elde etmezse kaybedecek. Ve bu asırda, maddiyyunluk tâunuyla çoklar o dâvâsını kaybediyor. Hattâ bir ehl-i keşif ve tahkik, bir yerde kırk vefiyattan yalnız birkaç tanesi kazandığını sekerâtta müşahede etmiş; ötekiler kaybetmişler. Acaba bu kaybettiği dâvânın yerini, bütün dünya saltanatı o adama verilse doldurabilir mi?”

“‘İnsan şüphesiz ki çok zalimdir’ (İbrahim Sûresi: 14:34.) âyetine en âzam bir tarzda şimdiki boğuşan insanlar mazhar olmalarından, onlara değil taraftar olmak veya merakla o cereyanları takip etmek ve onların yalan, aldatıcı propagandalarını dinlemek ve müteessirane mücadelelerini seyretmek, belki o acip zulümlere bakmak da caiz değil. Çünkü zulme rıza zulümdür; taraftar olsa, zalim olur; meyletse ‘Zulmedenlere en küçük bir meyil göstermeyin; yoksa Cehennem ateşi size de dokunur‘2 âyetine mazhar olur. (…)

“Hem zındıka, nifak hasiyetiyle her tarafa döner. Senin dostunu kendine dost edip sana düşman eder. Senin taraftarlık cihetiyle kazandığın günahlar, faydasız boynunda kalır. Risâle-i Nur şakirtlerinin vazifeleri iman olduğundan, hayat meseleleri onları çok alâkadar etmez ve merakla baktırmaz. İşte bu hakikate binaen, değil on üç ay, belki on üç sene dahi bakmasam hakkım var. Sizler baktınız, günahlardan başka ne kazandınız? Ben bakmadım, ne kaybettim?”3

Dipnotlar: 1-Şuâlar, s. 184-185.; 2-Kur’an, Hûd Sûresi, 113.; 3-Kastamonu Lâhikası, s. 160-161.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*