Benim adım İstanbul

Çok bekledim, çok…
Suya hasret topraklar, güneşe hasret yapraklar gibi.
Mekke, Medine gibi, Kahire, Kudüs gibi…
Şam, Bağdat gibi, Bursa, Edirne gibi çok bekledim.
Fâtih’imi çok bekledim.

Bir şehir Fâtih’ini ancak bu kadar bekler. Her bahar erguvanlarla karşıladım gelecek diye Fâtih’imi. Ki onu haber veren, Sevgili Peygamberimdi (asm). Bu müjdeyi o haber verdiyse, gelecekti. Beklenen fetih acaba ne zaman gerçekleşecekti?

“Setüftehu’l-Kustantıniyyetü feni’me’l-emîrü emirüha ve ni’mel ceyşu ceyşuha.”

“İstanbul elbette feth olunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel bir komutan ve onun askeri ne güzel bir askerdir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 335)

Bu haberde bana, Fâtih’ime ve kutlu yiğitlerine işaret vardı. Kelimelerin dizilişinde bile dolu dizgin koşan atların nal sesleri vardı. Doğum vakti yaklaştıkça heyecanım arttı. Bir ana gibi kahramanımı karşılamak, bağrıma basmak istedim. “Gecikme, gel yiğidim” diye yollarını gözledim. Yüzyıllar boyu cana kıyan, yakıp yıkan, güzelliğimi bin parça yapıp doğrayan, çapulcu sürülerinden bezdim. Nerede onların fetih anlayışı, nerede benim Fâtihim…

Sevgili Peygamberimin (asm) adımı zikrettiği bir müjdesi olur da, benim Fâtih’im için bir duâm olmaz mı?

Yeri göğü yaratıp, güneşi, ayı lamba yapıp semâyı yıldızlarla donatıp, baharı bir deste gül yapıp, başıma tâç diye takan Rabbimden benim de bir duâm vardı.

Gelen baktı, şehir diye. Geçen baktı, deniz diye. Kimse bana Fâtihim gibi bakmadı, bir bakışta Fâtih’im gibi kalbime akmadı. Rabbimden hiç kimse beni Fâtih’im kadar dilemedi: “Ya ben seni alırım; ya sen beni alırsın.” demedi.

Benim adım İstanbul.
Saadet asrından fethedildiğim yıla kadar tam 857* yıl bekledim Fâtih’im gelsin diye.
Benim tarihim, aslında o müjde ile başladı. Ruhuma yaşımı melekler fısıldadı. Fâtihim surlara dayandığında, 21 yaşındaydı ve mevsim bahardı.

Benim adım İstanbul.
Her devir, kendine göre bir isimle yâd etti beni. Hazreti Peygamberimin (asm) devrinde imparatorun adına nispetle Konstantinopolis’tim. Öyle geçiyordu o müjdeli hadiste ismim. Yıllar sonra “İstanbul” dendi. Bu ismi daha da çok sevdim.

Kimler geldi, kimler geçti… Bende yaşayan herkes, nasibi kadar alır nefes. Bende olan, benimdir, ayırmam, hepsi misafirimdir.

Kayıtların açılacağı günü bekliyorum. Olanın bitenin Rabbime arz edileceği o büyük günü. Herkesin bir duâsı olur da, benim olmaz mı? O gün geldiğinde Rabbimden benim de bir isteğim olacak. Duâmı o güne saklıyorum.

Benim adım İstanbul.
Bir kere görenler, bir defa gelip ayak değdirenler ayrılamazlar benden. Dillere destan güzelliğim kalplerini çeker âdetâ bir mıknatıs gibi.

Gönülden isteyene açarım kapılarımı. Sadece kapılarımı mı? Sırlarımı da.
Aradığını bende buldu nice sultan, nice Allah dostu güzel insan. Ruhu, burada kemâle erdi. Bereketli derslerini, nurlu ve feyizli eserlerini bende verdi. Akşemseddin mi desem? Molla Güranî mi? Zenbilli mi? İbni Kemâl mi? Evliya Çelebi mi? Fâtih mi, Kanûnî mi? Hele o güzel mimarım Koca Sinan mı? Ya da Bediüzzaman mı?

Beni eserleriyle ve camileriyle süslediler. Asırlar sonrasına mesajlar ilettiler.
Daha nice san’atkârın adı bende saklıdır. Saymaya kalksam, dinlemeye ömrünüz yetmez.

Benim adım İstanbul.
Ben anayım, vefalıyım. Evlâtlarımı bağrımda saklarım. Unutmam zerre miktar hiç kimsenin iyiliğini. Adımı bir kerecik olsun anan dilin güzelliğini. Bir gece bende misafir olanın adını ve hatırasını kalbime basarım, silinmeyen bir mühür gibi…

Benim adım İstanbul.
İçimden geçen yolcuları tek tek sayarım. Ben anayım, evlâtlarımı bilirim, tanırım.
Ama Fâtih’im bir başka. Onu hiç unutmam. Yâdıyla yaşarım, hatırasıyla taşarım, coşarım. O, beni değil, önce gönlümü fethetti. Fethi gibi niyeti de güzeldi. Baştan aşağı imar etti beni, yeniledi. Her yanımı cennet bahçelerine çevirdi. Böyle bir Fâtihi, böyle bir fethi ne dünya gördü, ne de ben gördüm ömrü hayatımca.

Ben, bendeki sırrı, ona talip olana açarım. Fâtih’im anladı, “Yâ Fettah” deyip açtı bendeki sırrı.

Siz Fâtih’imin sadece bir şehri mi fethettiğini sanıyorsunuz hâlâ? O beni fethetti, gönlümü mest etti evvelâ. “Yâ Müfettiha’l-Ebvâb” dedi ve açıldı önündeki kapılar. Öyle gerçekleşti ulu rüyalar. O büyük müjde öyle tamam oldu. Fâtih’im bana, ben Fâtih’ime kavuştuk. Bu sırrı bilen bildi, bulan buldu.

Fâtih’in niyeti gibi bir niyet taşımayana, onun kutlu yolunu tutmayana sırrımı açmam.

Bir bedel gerekir her şey için. Onu veren alabilir ancak bendeki o sırrı. “Nedir o sır?” diye soranlara cevabım: Siz bana ne kadar yakın, ne kadar dost olursanız, onu işte o zaman anlarsınız. Allah’ın istediği, Rasulünün (asm) haber verdiği gibi bir insan olup, ona uygun bir hayat yaşarsanız, o sırrı o zaman size de açarım.

Yeter ki kapıma Fâtih gibi gelin. Önce kendinizi fethedin. Fâtih’im, bayrağı burca değil, önce gönlüne dikti. Sonra bana işaret etti: “Ya ben seni alırım, ya sen beni.” diye. Görünen hedef bendim, ama asıl müjde Fâtih’imin kalbindeydi.

Kalbini fethetmeyen bir Fâtih, benim Fâtih’im olamazdı. Olsa da o sırrı bulamazdı.
Sırrımı sadece Fâtih’im bildi.

Bende yaşayan her gönül, bir İstanbul şimdi.
Yeni yeni gönüller fethedecek Fâtihler, nerede şimdi? Nerede genç Saidler? Kalpleri yeni fetihlere hazır yiğitler, nerdeler? Ey 21 yaşındaki gençler! Yeniden kalpler fethetmeye var mısınız? Bendeki sırrı çözmeye var mısınız? Yoksa hâlâ oyunda, oynaşta mısınız?

Benim adım İstanbul.
Bir geceliğine gelen, bir ömür yaşamış gibi hisseder kendini bende. Gelen gider, ama hatırası kalır bende. Farkına varsın varmasın, bir koku veririm ona o mübarek gecenin, o fetih gecesinin içinden. Anlayan, anlar. Duyan, duyar. O koku üzerine başka bir kokuyu koklayamaz artık.

Benim adım İstanbul…

Mayıslarda Fâtih’imi erguvanlarla karşıladım. Ha bugün, ha yarın, geldi gelecek, fethedecek diye… Bir gün duâm kabul oldu ve Fâtih’im surların önünde beyaz atıyla beliriverdi.

Beni fethetmek demek, insanlığı fethetmek, kâinatın kalbini fethetmek demektir.

Haydi, ne duruyorsunuz? Fethedilecek daha çook insan var, daha milyonlarca yürek var. Nerdesiniz yiğitler? Nerdesiniz gençler, Fâtihler? Uyanın artık şu ağır uykulardan. Size ideal verecek, kutlu görevler yükleyecek nurlu yollardan geçip de gelin…

Fethedildiğim günden beri semâlarımda ezanlar dalgalanıyor, Hazret-i Peygamberimin (asm) mübarek ismi yankılanıyor. Bu ses, benim ruhumun sesi. Fetihle geldi bana bu hediye. Fetihle geldi hasret kaldığım bu ses. Mekke’ye, Medine’ye geldiği gibi; Şam’a, Bağdat’a, Bursa’ya, Edirne’ye geldiği gibi. Dünyadaki her şehri mutlu kılan bu ses, bana da erişti. Bekliyordum yıllardır Fâtih’im gelsin, beni de fethetsin, yıllardır tutsak olan bu sesi benim de semâlarıma salsın diye… Allah’ımın adını ezanlarla tâ arşa kadar yüceltsin ve yükseltsin diye çok bekledim. Uzaklardan duyduğum bu sesi ben de hasretle çok bekledim. Özledim ve Rabbimden istedim.

Hiçbir şeyden bu kadar çok mutlu olmadım. Hiçbir şey beni semâlarımın ezanlarla kaplandığı fetih günleri kadar sevindirmedi.

Bir şehir niye sevinir, niye hüzünlenir ki? Bir şehri mutlu kılan, onun içinde yaşayan insanların gönlünün coştuğu ve inancının buluştuğu mübarek mekânlardır. Camiler, dershaneler ve ibadethanelerdir.

İşte ezan, işte mekân, işte insan…
İstanbul’da ancak buralarda kemâle erer iman.
“İstanbul, sende bir sır var. Ben bu sırrı fethetmeye geldim.” dedi Fâtih. Girdi, aldı ve gitti.

Siz de gelin. Bu sırrı görmek ve anlamak için, siz de fethin ruhuyla, Fâtih’in şuuruyla gelin ki, bu güzellikleri göresiniz.
“Bu şehir benim; ben de bu şehirdenim.” diyebilmek için bana benim Fâtih’imin gözüyle bakmanız gerek. Sırrımı teslim ettiğim Fâtih’imin gözüyle.

Benim adım İstanbul.
Özüyle, sözüyle, Fâtih’imin gözüyle baktığınızda göreceğiniz İstanbul’um ben.
Benim adım İstanbul.
Fâtihim beni fethettiği gün, bendeki sırrı da açtı. Ayasofya’da ilk ezanı okudu, ilk namazı kıldı. O mübarek ezan sesleriyle, asırlarca üzerime sinmiş olan o eski ve ağır kokuları, bir anda sildi, temizledi.

Bir şehri yıkayan, sadece yağmurlar değildir. İçindeki kirleri, pasları arıtan, onlar değildir sadece. İşte, bu mübarek ezan sesleri, bereketli yağmurlar gibi yıkadılar içimdeki bütün isleri, pisleri ve dahi çirkin sesleri. Bir kere daha fethetti beni, Ayasofya’da kıldığı namazla.

Benim adım İstanbul.

Benim Ayasofya’da bir sırrım var. Orada okunan ezanlar bir gün tekrar o ruhla okunmaya ve namazlar beş vakit tekrar kılınmaya başladığı zaman, bir sırrım daha anlaşılacaktır. Uzakta değil, yakındır. O günler çok yakında gelecektir. Sırrımı o gün açacağım, yaşayanlar görecektir. Bendeki sır, Ayasofya’daki sırla özdeştir.

Benim adım İstanbul.

Ben bir aynayım. İçinizde ne taşırsanız, bana o yansır, bende onu görürsünüz. Ben anayım, ben aynayım.

Benim adım İstanbul.
Güzel bakın; güzel görün. Güzel düşünün; hayatınızdan lezzet alın. Bana kendi hayatınıza kattığınız gibi hayat katın, iman katın, İlâhî bir ses katın. O mübarek dersleri ve o nurlu hizmetleri katın.

Güzel duygularla ve temiz niyetlerle gelin bana. İçinizde güzellik taşıyın ki, bende onu bulasınız. Beni ve bende yaşayan kalpleri yeniden fethetmeye gelin ki, ben de sizin kalbinize gireyim. Fâtih’im gibi gelin. Ayasofya’dan yükselen ezan seslerine âşık bir Fâtih gibi gelin. Bende bir vakit olsun namaz kılmadan gitmeyin. Beni fethetmek istiyorsanız eğer, bende eğlenmeye ve günah işlemeye değil, beni anlamaya, beni yeniden fethetmeye gelin; fetih ruhuyla, Fâtih’in şuuruyla gelin.

Fetih demek, insanlık demek. Fetih demek, Ayasofya demek. Fetih demek, İstanbul’un her yanını kaplayan bir ruh demek. O ruhun İstanbul’dan dalga dalga bütün bir kâinata yayılışı demek. Fethedilmem önemlidir. Böyle bir fetih, dünyada sayılıdır, tarihte dönüm noktasıdır. Bunun içindir ki, Hazreti Peygamberim (asm) haber verdi fethimi. Her gün ezan sesleriyle arınıp yıkanacağım. İnşaallah kıyamete kadar mü’min ellerde ve gönüllerde yaşayacağım.

Fetih hiç bitmez. Kesintisiz, süreklidir. Bunun içindir ki, her gelenden tek dileğim, bana teslim olmaya değil, beni yeniden teslim almaya gelmesidir.

Benim adım İstanbul.
Eyyüb Sultan Hazretleri’nin aziz hatırası da bende saklı.
Allah Rasulü’nü (asm) misafir edeni misafir ettiğim için, dünyada bu şeref bana yeter.
Ben Fâtihle, fetihle özdeşim. Ayasofya’nın ruhuyla kardeşim. O ruh, o kafesten, o esaretten kurtulduğu ve kanat çırpmaya başladığı gün, nice ruhlar ve nice sırlar da özgür olacak. Siz o zaman görün yeniden bu son fethi, siz o zaman görün bendeki sevinci…

Benim adım İstanbul…
O mânâyı bende arayın, o mânâyı bende bulun.
Fâtih gibi bende bütünleşen bir ruh, bir şuur olun.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*