Bilek güreşi yaşanıyor

Referandumla ilgili tarafların bilek güreşi bütün şiddetiyle devam ederken, benzeri çekişmeler, daha başka sahalara da sirayet etmeye başladı.

Merkeze alınan Eskişehir Emniyet Müdürü Hanefi Avcı’nın yok satan “Simonlar” isimli kitabı ve bir “dinî cemaat”le ilgili televizyonlarda yaptığı açıklamalar, kamuoyunda büyük dalgalanmalara yol açtı.

 

Hemen bütün medya organları (gazete, tv, internet…) konuyla ilgili haber, yorum, yahut analizlerde bulunurken, siyasetçiler, hatta bazı bakanlar da bilmecburiye aynı konuya müdahil olma durumunda kaldılar.

Emniyetçi Hanefi Avcı, bir anlamda gazeteci Şamil Tayyar’ın yaptığının zıddını yapmaya koyulmuş gibi görünüyor.

Tayyar, “Ergenekoncular” üzerinde ciddî tahşidat yaptı. Bu konu hakkında birkaç kitap neşretti ve sayısız köşe yazıları yazdı. Bunu yapmakla, gerek medyada, gerek siyaset âleminde, gerek kamuoyunda ve gerekse adlî çevrelerde büyük tesirler icra etti.

Avcı ise, Tayyar’ın kendi çapında estirdiği rüzgârı, adeta tersine çevirmeye çalışıyor. Kitabında ve mülâkatlarında, Ergenekoncuları es geçiyor, buna mukabil polis, ordu ve adliye içerisinde bir “cemaat teşkilâtlanması” olduğu iddiasını gündeme taşıyor.

Avcı, bilhassa emniyet camiası içindeki bir grubun hukuk devletinin prensiplerini değil, cemaatî kriterleri esas aldığını, hatta “suç soruşturma”larında bile bu kriterlerin öne çıkarılmak istendiği iddiasında bulunuyor.

* * *

Şüphesiz ki, herşey şahıslardan ve onların yaptıklarında ibaret değildir. Yani, olup bitenleri sadece şahıs bazında görmemek lâzım.

Dolayısıyla, bahsini ettiğimiz çekişmede ve bilek güreşinde de herşey Şamil Tayyar ile Hanefi Avcı’dan ibaret değil.

Bunlara sembolik isimler olarak da bakılabilir. Asıl önemli olan, bu sembol isimlerin arka plânındaki destekçileri, hemfikirleri ve ihtiyat kuvvetleridir.

İşte, bir cihetiyle “siyaset topuzu” kullanılarak, bir cihetiyle de hariçten kuvvet veya destek devşirilerek yapılagelen bilek güreşleri, bugünlerde daha da şiddetlenmiş görünüyor.

Özellikle şunu duâ ve temenni edelim ki: Cenâb–ı Hak, yaşanan bu yüksek gerilimli gelişmeleri dinimiz, vatanımız ve milletimiz hakkında hayırlara tebdil eylesin. Amin.

Bunun dışında bizler daha başka ne yapabiliriz? Olup bitenler karşısında nasıl bir tavır alabiliriz, biraz da ona bakalım…

* * *

Hemen her meselede olduğu gibi, bu tarz konularda da esas almamız gereken ölçü ve prensipler, Kur’ân’ın hakiki bir tefsiri olan Nur Risâlelerinde vâz edilmiştir.

İşte, dahilî sıkıntı ve çekişmelerin bilek güreşi tarzında, yahut siyaset topuzu kullanılarak halledilmesi cihetine gidilip gidilmemesi hususunda sorulan bir “meraklı suâl” hakkında Üstad Bediüzzaman’ın vermiş olduğu cevabın omurgası niteliğindeki ifadeleri:

“Bu zamanda ehl–i İslâmın en mühim tehlikesi, fen ve felsefeden gelen bir dalâletle kalblerin bozulması ve imânın zedelenmesidir. Bunun çare–i yegânesi nurdur, nur göstermektir ki, kalbler ıslâh olsun, imanlar kurtulsun. Eğer siyaset topuzuyla hareket edilse, galebe çalınsa, o kâfirler münafık derecesine iner. Münafık, kâfirden daha fenadır.

“Demek, topuz böyle bir zamanda kalbi ıslâh etmez. O vakit küfür kalbe girer, saklanır, nifaka inkılâp eder.

“Hem nur, hem topuz, ikisini bu zamanda benim gibi bir âciz yapamaz. Onun için, bütün kuvvetimle nura sarılmaya mecbur olduğumdan, siyaset topuzu ne şekilde olursa olsun bakmamak lâzım geliyor.

“…Evet, ehline göre kâfirin veya mürtedin tecavüzatına sed çekmek için topuz lâzımdır. Fakat iki elimiz var. Eğer yüz elimiz de olsa, ancak nura kâfi gelir. Topuzu tutacak elimiz yok.” (On Altıncı Lem’a’nın İkinci Suâli, s. 107.)

* * *

Demek ki, en büyük tahşidatı, imân ve ahlâkın tamiri üzerinde yapmak lâzım. Kalpleri ıslâha çalışmak lâzım.

Bunlarda eksiklik, zaaf, yahut ihmal varsa, diğer sahalardaki gelişmelerin bir kıymet–i harbiyesi yoktur.

Şu mübarek Ramazan günlerinde başımızda gelen dehşetli sel ve yangın felâketlerinin lisân–ı hikmetle bize neler söylediklerini bilmek, anlamak gerek.

Bunların yanı sıra, mânevî musibet olarak camilere sokulan bid’alar, o mübarek mekânlarda Nemrutlara, Şeddatlara okunan duâlar, ne yazık ki ferec ve ferah ve sürûr kapılarını açtırmadı, aksine başımıza felâket ve musîbetlerin celbine sebebiyet verdi.

Topuzlar, güreşler, çekişmeler bir yanda kalsın; biz var kuvvetimizle nura bakmaya, nura banmaya devam edelim.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*