Bilim ve fende kimlik krizi

Son iki asırdır insanlık bilim ve fen konusunda çok ilerleme kaydetti. Bir çok teknolojik keşifler yapıldı. Kuantum ve İzafiyet teorisi gibi ileri düzey bilim konuları tüm insanlığın en çok dikkat ve merak ettikleri konular haline geldi. Yeni buluşlar ve keşifler ise düşünce dünyamızda çok büyük açılımların kapısını açtı. Atomun derinliklerine inilerek o küçük dünyada saklanmış büyük olayların davranışları hakkında ileri düzey bilgiler elde edildi.

Evet, günümüzde de yine bilim ve fen konusunda çok hızlı gelişmelere şahit oluyoruz ve olmaya da devam edeceğiz. Ancak tüm bu gelişmeler yanında bilim ve fende ciddi problemler ve krizler de yok değil. İnsanlığın en büyük zekaları bu yolda ileri doğru son sürat giderken, bazı sorular, bazı problemler de göz ardı ediliyor. Veya o konu üzerine hiç gidilmiyor. Gündeme geldiği zaman da üzeri örtülüyor. O da şu: Bilim ve fende çok ciddi bir “kimlik” krizi var.

Yani bilim ve fen dünyasında çalışan, büyük emekler ile harika keşifler yapan kişiler “kim” sorusu sorulduğu zaman ya susuyorlar, ya da büyük bir gaflet ile olayın üzerini örtmeye çalışıyorlar. Mesela iki yanıcı gaz olan hidrojen ve oksijen maddesinin bir araya gelmesi ile su denilen hayati bir maddenin bütün mahiyetini bilimsel olarak çözüme kavuşturuyor. O maddi bileşim içindeki bütün incelikleri kimyasal formüllerle tanımlıyor. Kütlesini, molekül değerlerini en hassas bir şekilde hesaplıyor ve bilimsel verileri tüm açıklığı ile ortaya koyuyor. Buraya kadar güzel. Fakat “Bu iki yanıcı maddeyi bir araya getirip insanlığın ve hayatın hizmetine sunan kim?” diye sorduğunuz zaman boş boş size bakıyor. Ya da burun kıvırarak soruyu görmezden geliyor veya bazı süslü kelimeler ile olayın üstünü örtmeye çalışır.

Mesela tuz denilen yine hayati bir maddeyi ele alalım. Tuz maddesinin ana bileşeni sodyum ve klor. Her iki madde de zehir ihtiva eden maddeler. Bu maddelerden ayrı ayrı bir miktar yiyecek olsanız çok büyük bir zarara uğrarsınız. Ama gelin görün ki bu iki zehirli madde bir araya getirilerek tuz gibi hayati bir maddeye kapı açılmış. Bilim, bu gün bunun kimyasal yapısı hakkında en ince sırlara bile vakıf olmuş. Peki “Bu iki zehirli maddeyi bir araya getirip ondan hayat için çok kıymetli tuz maddesini yapan kim?” diye sorduğunuz zaman, bilim, yine kimlik krizine giriyor ve bu tür sorulara cevap vermek istemiyor.

İşte bu gün bilim dünyasının en büyük problemi ve sorunu bu “kimlik” krizidir. Bu krizi aşmak için de ciddi bir çaba sarf etmediğinden dolayı ilim ve fennin hakikatlerine de tam olarak vasıl olamıyor. Yapılan çalışmalar ve bulunan keşifler de, nihai hedefleri olan manaları tam olarak izah edemedikleri için ya yanlış anlaşılıyor, ya da farklı yönlere sapıyor. Hatta bazen oluyor ki insanların bulduğu icat ve keşifler kişilere mal edilerek haksız övgülere dahi sebep olabiliyor.

Maddenin içine enerjiyi kim yerleştirdi?

Mesela maddenin içinde büyük bir enerji depolandığı Einstein tarafından keşfedilmiş ve E=mc^2 denklemi ile de formülize edilmiş. Bu önemli buluş nedeniyle bilim dünyası Einstein’i sürekli övüyor ve ona minnetini bildiriyor.

Peki Einstein’in bulduğu bu enerjiyi o maddelerin için kim koymuş? O kadar devasa bir enerjiyi kim oraya yerleştirmiş? Şayet bu keşfi yaptığı için Einstein bir övgüyü hak ediyor ise, o enerjiyi oraya yerleştiren bu kainatın Yaratıcısı için dünya kadar, belki kainat kadar, belki de kainattaki atom sayısı olan 10^79 kadar övgü söylememiz ve minnet duymamız gerekmiyor mu?

Enerji paketlerini kim kaniata salıyor?

Mesela Planck bu günkü en önemli teori olan Kuantum teorisinin kurucusudur. 10^-35 m aralığından kesik kesik salınan enerji paketlerinin keşfini yaparak kuantum düşüncenin temellerini kurmuştur. Şayet Planck bu buluşla bir övgüyü hak ediyorsa, kainatın Yaratıcısı da kainattaki enerji paketçikleri sayısı kadar, hatta sonsuz sayıda övgüyü ve minneti hak ediyor demektir.

blank

Mesela Heisenberg atom altındaki belirsizlik kavramını keşfetmiş. Bu sayede “atom altında hiçbir şeyi kesin olarak belirlemek mümkün değil” diyerek önemli bir fikir ortaya koymuş. Bu buluşu ile elbette ki övgüyü hak ediyor. Peki, atom altındaki sayısız karışık bir ortamdan şu gördüğümüz düzeni ortaya koyan İlahi İradeye en az atomların sayısı kadar minnet duymamız gerekmiyor mu? Belirsiz sel gibi akan atomları sınırları belli kalıplar içinde istihdam eden Kudret-i İlahiye atomlar sayısınca teşekkür hak etmiyor mu?

Bu üç misal tüm bilim ve fen konularına uygulanabilir. Çünkü insanlar nihayetinde Allah’ın kainata koymuş olduğu kural ve kanunları keşfederek bilim ve fen konusunda ilerleme kaydediyorlar. Yani Mülk Allah’ın. Bu mülkte elde ettiğiniz her değer de Allah’a aittir. Şayet insan mülkü sahibine teslim etmez ise çok ciddi bir sıkıntı içindedir demektir. İsterse dünyanın en büyük keşiflerini yapsın, sonunda kabrin karanlığına yalnız olarak gider.

Bilim ve fen Allah’ın isimlerini tanıtır

İşte bilim dünyası bu kimlik krizini doğru bir şekilde çözdüğü zaman yaptıkları gerçek bir ilim olur. Tüm bilim ve fennin nihai hakikatleri olan Allah’ın güzel isimlerinin kanattaki tecellilerine ulaşarak bilim ve fennin hakiki hakikatlerine vasıl olurlar.

blank

Bu husus 20. Sözde şöyle izah edilmiş:

“Herbir kemâlin, herbir ilmin, herbir terakkiyâtın, herbir fennin bir hakikat-i âliyesi var ki, o hakikat bir ism-i İlâhîye dayanıyor. Pek çok perdeleri ve mütenevvi tecelliyâtı ve muhtelif daireleri bulunan o isme dayanmakla, o fen, o kemâlât, o san’at kemâlini bulur, hakikat olur. Yoksa, yarım yamalak bir surette, nâkıs bir gölgedir.

Meselâ, hendese bir fendir. Onun hakikati ve nokta-i müntehâsı, Cenâb-ı Hakkın ism-i Adl ve Mukaddir’ine yetişip, hendese âyinesinde o ismin hakîmâne cilvelerini haşmetiyle müşahede etmektir.

Meselâ, tıp bir fendir, hem bir san’attır. Onun da nihayeti ve hakikati, Hakîm-i Mutlakın Şâfî ismine dayanıp, eczahane-i kübrâsı olan rû-yi zeminde Rahîmâne cilvelerini edviyelerde görmekle, tıp kemâlâtını bulur, hakikat olur.”

İşte bilim ve fen bu hakikatlere ancak kimlik problemini çözerek ulaşabilir. “Kainatı ve içindekileri kim yaptı ve yarattı?” sualini cevaplayarak üstünü örttüğü soruların cevaplarını bulabilir. Aksi taktirde bazı gaflet yollarına saparak aklını ve fikrini uyutur ve “yarım yamalak bir surette, nakıs bir gölgede” kendini avutmak zorunda kalır.

Kuran’da fen ve teknolojik gelişmelere dair işaretler

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*