Bir derdim var!

altİslâm’ın derdidir bizim derdimiz,
Bu yükün hamalı her bir ferdimiz,
Fikir çilesini çekenlerdeniz,
Çile bizim, tasa bizim, dert bizim.

Yazının başığına bakıp da, “senin bir derdin varmış, benim bin tane var” diyenler olabilir. Zaten her insanın da bir veya bir kaç derdi olmalıdır. Yoksa, hayatın tadı tuzu olmaz. İnsan yaşadığının farkına varmaz. İnsanın derdi olmalı ki, derdine derman arasın. Aczinin ve fakrının farkına varsın. Dertler musallat olsun ki, insanın da buna karşı direnme gücü artsın. Atmacaların tasallutu ile serçelerin savunma istidatları inkişaf ettiği gibi, dertlerin saldırmasıyla da insanın sabır ve tahammül gücü inkişaf etsin.

En dertsiz olarak bilinen kabak varmış, onun da başı kelmiş. Yani dert, hayatın bir parçası, bazen sevinci, bazen de tasasıdır. Zaten insan dediğimiz varlık, zıtların cem olduğu bir ruh ve bedenden ibaret değil midir?

Şarkılarda, şiirlerde, destanlarda, türkülerde bol bol dertten bahsedilir.

Kimisi “Derdim çoktur hangisine yanayım” diye şaşkınlık ve çaresizliğini ifade eder, kimisi “Dertleri zevk edindim, bende neşe ne arar” diyerek, derdi ile yaşamaya alıştığını belirtir. Kimisi de “Dert bir olaydı, ağlaması kolaydı” diyerek derdinin çokluğundan yakınır.

Âşık Mir’ati ise bir şiirinde şöyle der: “Neye gam çekersin hey koca sersem / Dertsiz baş mı olur, âdemiz madem.”

Niyazî Mısrî de, “Ey derde derman isteyen / Yetmez mi dert derman sana” diyerek, derdin de aynı zamanda bir derman olduğunu ifade ediyor.

Âşık, derdinden şikâyetçi olmaz. Bilir ki, nefsine dert ve elem görünen şeyler, ruhu ve kalbi için bir şifadır. Onu gafletten uyandıran, dalâletten hidayete eriştiren bir vasıtadır.

Bir ehl-i kalbin dediği gibi: “Beliğ belâdır bâlâya sebep / Belâ ile olur inâyet-i Rab” (Belli ki belâ, yükselmeye sebeptir. Eğer o belâ olmasa Rabb’a yakınlık olmazdı).

Hamur fırın ateşinde piştikten sonra ekmek haline gelir. İnsanlar için de bu böyledir. Hz. Mevlânâ ancak aşk ateşinden pişip yandıktan sonra hamlıktan kurtulup, olgunluğa erişmiştir.

Dert, aynı zamanda yüksek bir gayeyi ve ulvî bir amacı ifade eder. İnsan gayesini dert edinirse, ona ulaşmak için gerekli her türlü zorluğa katlanır.

Derdin büyüğü, dünyevi değil, dinî dertlerdir. Dünyevi olarak en büyük dertlere düçar olan Üstad Hazretleri, bunları dert bile saymıyor.

“Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir. Musibet-i diniyeden her vakit dergâh-ı İlâhiyeye iltica edip feryad etmek gerektir. Fakat dinî olmayan musibetler, hakikat noktasında musibet değildirler” diyor ve asıl derdin, insanın manevi hayatını tehlikeye atan dertler olduğunu ifade ediyor.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*