Bir derse gitmedim, başıma gelmeyen kalmadı

Doğrusu bu tür hadiseleri sohbet erbapları kendi dünyasında tecrübe edebilir ve zaten ediyordur da. Günlük, haftalık Risale-i Nur sohbetlerinden beslenenler bu yaşama şeklini bir değiştirmeye görsünler, gerçekten tabir yerindeyse feleği şaşıyor insanın.

Nitekim ilgilisinden bunun pek çok hatıralarını dinlemişizdir. Üretilmiş veya basit bir mazeret sebebiyle haftalık beslenmesini yapmayanlar, sohbetlere iştirak etmeyenler, manevî ziyafetlerden mahrum kalanlar pek çok hasarete uğruyorlar.

Bunlardan en birincisi, niçin gitmedilerse, o gitmedikleri gerekçenin aksiyle tokat yemeleridir.

İkincisi, kesinlikle ruh halleri gitmeden önceki ile gittikten sonraki arasında dağlar kadar fark meydana gelmiştir. Yani daha anlaşılır tabirle, ihmal sonucu ruh hallerinde ciddî bir bozulma kendini göstermiştir. Bu da sanırım, derse gitmemenin insana verdiği ruh hali yansıması olsa gerek. Manevî sofradan mahrum kalınca, ister istemez bozuk bir ruh hali oluşuyor. Kötü ruhlar ortama hücum ediyor ve olmadık işler baş göstermeye başlıyor.

Bir diğer durum da, manevî işlerden tavizler vererek, maddî işler veya manevî işler rayına oturuyor, düzeliyor değildir. Hatta daha beter bozulmalar kendini gösteriyor.

Bir başka durum da, ruh hali bozulan insanın elbette insanî ve İslâmî ilişkilerinde de bozulma başlıyor. Vücut kimyası bozulan insanın, elbette böyle bir bozuk kimyalı vücutla yaptığı her iş de bozuk olacaktır.

Tabiî en büyük hasar da, kişinin kendi ruhuna yüklediği azap halidir. Bozulan ruh haliyle oluşacak yıkım ve kirlenme elbette uzun süreli bir temizlenmeyi, manevî bir operasyonu gerektirecektir.

Buna, aynı zamanda şefkat tokatları da demek mümkündür.
Onuncu lem’a bu anlatının değişik versiyonları ile doludur.

“Valla ben sohbete gitmiyorum, pek de bu dediklerinizden şefkat tokatı falan bir şeyler olmuyor” diyenlere, elbette zaten diyecek bir şey kalmamış demektir. Onların bu muhteşem sohbet ortamlarından mahrum kalmaları başlı başına bir acı, zecir tokatı değil de nedir?

Hele bazıları da, ‘Falanca kişi ile aram iyi değil. O varsa oralarda ben oralara ayak basmam’ demektedir. Aslında böylelere de ciddî ciddî acımak gerekir. Çünkü bu tam bir zavallılık halidir. Zayıflık halidir.

Ama gelin görün ki, bazen uzaktan küçücük gözüken bir mesele, o yaşayan ve içinde olan için, tam bir kaldırılması güç yüktür. Ama ne yaparsın ki, herkesin hadiseleri kaldırma kapasitesi aynı değildir.
***
Öğrencilik yıllarında, “Bu akşam çok ders çalışmam lâzım. Yarın sınavlarım var” bahanesi derse gitmekten alıkoyar ve sonrasında da ne ders çalışılır ne de başarılı bir sonuç ortaya çıkar.

Aslında buradan şu çıkıyor, nefis ve şeytan birlikte el ele verip, o önemli işten, o mühim faaliyetten seni alıkoyarlar. Ama sonrasında da ‘Nasıl kandırdık ama…’ şeklinde kıs kıs gülerler. Böylece insan şeytana kendini maskara etmiş ve güldürmüş olmaktadır.

Hiç unutmadığım bir hatıramdır. Üniversite öğrencilik yıllarımda bir ders akşamında nefis ve şeytan aynı bahane ile karşıma çıktı. “Yarınki sınav önemli bu gece iyi bir çalışma yapmalısın. Onun için de bu gecelik derse gitmesen daha iyi olur” şeklindeki teklif makul gözüküyordu. Ve gerçekten de herkes nur sohbetine gittiği halde ben evde kaldım. Önce, kendi kendime şimdi ortalık sakinken biraz uyuyayım. Sonra uyanır, bir güzel—gerekirse-gece geç vakitlere kadar çalışırım. Tabiî başımı yastığa koydum. Ama gidiş o gidiş. Arkadaşlar dersten dönmüşler. Onlar da düşünmüşler ki, bu biz gideli çalıştı, onun için şimdi yeni uyumuştur. Onun için de hiç karışmamışlar.

Tabiî sabah uyandığımda durum anlaşılıyordu. Sınava çalışılmamış, derse de gidilmemiş, derken tam bir dağınıklık hali kendini gösteriyordu.

Sonucun ne olduğuna dair bir şeyler söylemem sanırım fazlalık olur.
Tabiî bu tür meseleler tarihte yaşanıp kalmıyor. Her günün, her zaman diliminde böyle şeytanî tuzaklar yaşanmıyor değildir.

Yeter ki farkında olalım.

Bunu böyle bildiğimiz halde, yine de zaman zaman kör hislerle dolu nefis ve şeytanın galebesi söz konusu olabilmektedir. Aslında bunu da aşmanın yolu, kendimizi nefsimize terk etmemek veya kendini nefsine terk etmiş kardeşlerimiz varsa, onları nefislerine terk etmemek gerekiyor.

Bir sohbete, bir manevî ziyafete gitmediğinizde daha iyi bir iş yapmayacağınızdan, daha kârlı bir adım atmayacağınızdan emin olabilirsiniz.

Eh artık gelecek olan tokadın zecir mi, şefkat mi olacağına içinde olduğunuz durum karar verecektir.

Yapılacak bir hizmet var, gidilecek bir ders var siz oturuyorsanız, bu bir kaşınma halidir. Kaşınmayalım lütfen!

Çünkü kardeşimizin başının ağrıması, şahs-ı manevinin başının ağrıması demektir. Nefsi tercihlerimizle kimseciklere rahatsızlık vermeyelim. Kendimize de. Ne dersiniz?

Kendinizi düşünmüyorsanız bari, kardeşlerinizi düşünün.
Çünkü aramızda bir görüşme hakkı ve hukukumuz var.

Epeyce görüşmediğiniz kardeşinize, ‘sizinle görüşme hakkıma müdahale ediyorsunuz.’ deme hakkınız var. Neticede hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Öyle değil mi?

Hasılı siz siz olun, haftalık sohbetlerinize hiçbir şeyi engel olarak koymayın. Yoksa, başınıza gelmedik kalmaz. Yaşayan konuşuyor. Tecrübe konuşuyor.

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*