Bir devrin tahribatı

Yaşadığımız çağın zaman şeridi içerisinde bilgilerin ve teknolojinin sürekli, sistemli ve hızlı bir şekilde değişikliklere uğraması, yenilenmesi beraberinde fikirlerin, birikimlerin ve değerlerin de erozyona uğramasına sebep olmuştur. Bunu fırsat bilen inkârcı anlayış ve yaklaşım eskiye ait ne varsa tamamını atmak, dışlamak, terk etmek anlamında, çağın gereğiymiş gibi dayatılan militarist menfi propagandalar, insanları ister istemez etkilemiştir.

İnancından, kültüründen ve insanlığı ayakta tutan manevî değerlerden uzaklaşan genç kuşaklar, aldıkları inkılâpçı eğitim ve telkinlerle geçmişten kalanların tamamına sırt dönmüşler, umursamaz ve duyarsız ve küçümseyici tavırlarla her şeye tepeden bakmayı bir karakter olarak benimsemişlerdir.

İnancı, imanı, ibadeti çağrıştıran ne varsa soğuk, küçümseyici ve yapmacık saygı ifade eden tavır gösterip eleştirip tenkit etmekten de geri durmazlar. Ziyaret ettikleri başında namaz takkesi olan, sakallı ve takva sahibi bir yaşlı insan, inancı gereği elini öptürmek için uzatmadığı zaman, sosyete bayanlardan olmadık lâfları duyar. Bu çağda, böyle bir anlayış diye başlayan modernlik ahkâmlarını, bir yığın safsata lâflarla sıralar gider. Güya acıdığı ve küçümseyerek şefkat gösterdiği yaşlı insandan sevgisine karşılık göremediği vehmine kapılarak üstü kapalı, usturuplu bir ifadeyle inancına yansımış, yanlış hayat felsefesini ve ahlâk anlayışını dikte etmeye çalışır.

İçinde yaşadığımız toplumu inancından ve kültüründen koparmak için yapılan çalışmalar, atılan tohumlar yıllar sonra böyle acube, ve gülünç denecek boyutta yanlış bir sonuç verdi.

Bediüzzaman’ın Barla’ya sevk edildiği 1925-1926 senesinden itibaren Türkiye’de yirmi beş sene şiddetli zulüm, baskılar altında gizli dinsiz komiteleri, komünistler, farmasonlar milletimizi dinî bağlarından uzaklaştırmak, örf, adet, an’ane ve ahlâk bakımından tamamen İslâmiyet’e zıt bir duruma getirmek planlarını uygulamaya başlamışlardı.

O devrin şahitlerini dinleyelim: “Gizli dinsiz komiteleri, İslâmî şeairleri birer birer kaldırarak İslâm ruhunu yok etmek, Kur’ân’ı toplatıp imha etmek planlarını güdüyorlardı. Buna muvaffak olunamayacağını iblisane düşünerek, otuz sene sonra gelecek neslin kendi eliyle Kur’ân’ı imha etmesini intaç edecek bir plan yapalım demişler ve bu planı tatbike koymuşlardı. İslâmiyeti yok etmek için tarihte görülmemiş bir tahribat ve tecavüzat hüküm sürmüştür.” 1

Bu tahribatın ve çalışmaların sonuçlarını görmek için etrafımıza bakmak, haberleri izlemek ve gazeteleri okumak yeterli. Ankara Üniversitesi salonunda Peygamberimiz (asm) anmak için hazırlanmış olan Kutlu Doğum Programını bir gurup kendini bilmez, genç sabote edip iptal ettiriyor. Ege üniversitesinde bir prof. bütün işini gücünü bırakıp kapıyı bekliyor. Başı örtülü öğrencileri içeri almıyor, resimlerini çekerek fişleyip gözdağı veriyor. İnkârcılık bataklığına düşmüş, imandan ve İslâm’dan uzaklaşmış çağın insanlarının içinde bulundukları sıkıntılar, buhranlar, bunalımların haddi hesabı yok.

Toplum içerisinde küçük yaştan itibaren bu tahriplerin ve menfi propagandaların rüzgârı ile savrulmuş yaşını başını almış insanları görüyoruz. Materyalist felsefenin etkisinde kalmış, hayata ve her şeye menfaat nazarıyla bakmış, haram helâl demeden çok kazanmak, yiyip, içmek ve rahat, konforlu, eğlenceli yaşamanın dışında başka ufku, ideali, derdi olmayan insanlar o devirlerde yapılan tahribatın neticeleridir.

Tarihin bu kirli yüzüne bakmadan, mevcut hayat içerisinde o devirden kalan tahribatların acı sonuçları görmeden geçmiş zamda İslâm düşmanlarının yaptıkları tahribatın boyutlarını düşünemeyiz. Devletin bütün güçlerinin bir avuç İslâma hizmet eden insanlara, Kur’ân hizmetkârlarına hapis, baskı, sindirme, zehirleme, cerp, darp gibi mahrumiyetlerle dışladığını, yok saydığını ve akıl almaz işkencelerle cezalandırdığını anlayamayız.

O karanlık devirlerde soğukta, sıcakta, karda, yağmurda aç susuz, yokluklar içinde omzundaki torbadaki Risaleleri muhtaç olanlara ulaştırmak için yollara düşen çilekeş Nur Talebelerinin göz kamaştırarak ettikleri hizmetler, yaptıkları çalışmalar ve gösterdikleri faaliyetleri tarihin altın sayfalarına birer fedakârlık nişanesi olarak geçmiştir.

Bu gün, inkârcıların o zulüm devrindeki tahribatına bakmadan, Nur Postacılarını, gece, gündüz elinde kâğıt ve kalemle Risale-i Nurları çoğaltan kâtipleri, bütün malını, varlığını ve hayatını Kur’ân hizmetine adamış, vakfetmiş İslâm mücahitlerini, Isparta Kahramanlarını tanıyamayız.

Daha önemlisi bütün bu hizmetlerin, çalışmaların, gayretlerin merkezinde bir devre mührünü vuran ve ahirete kadar devam edecek, İslâmî faaliyetlerin, iman dâvâsının, yeniden dirilişin mimarı, gönüller sultanı, Peygamberimizin (asm) Sünnet-i Seniyyesini ihya eden varisi, çileli ve mahrumiyetler içerisinde geçmiş ömrünü ulvî ve kudsî Kur’ân hizmetlerine vakfetmiş Üstad Bediüzzaman Said Nursî’yi bilemeyiz, anlayamayız, idrak edemeyiz.

Dipnot:
1. Tarihçe-i Hayat, s. 137.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*