Bir futbol yazısı… Değil!

Spor; gençlerin zinde ve sağlıklı kalabilmesi, galeyanını ve enerjisini yanlış yerlere harcamaması, kötü alışkanlıklar etmemesi adına ahlâk vurgusu yapılan bir iştir.

Eskiden güreş, cirit, kılıç, izcilik gibi sporlar daha revaçta iken, son bir asırda seyir zevki açısından da toplumu cezbeden futbol; bir tutku, bir fenomen haline getirildi.

Kabul edersiniz veya etmezsiniz futbol bir gerçek. Milyar dolarların döndüğü, yaşlısıyla-genciyle, son yüzyılda dünyanın en çok gündeminde olduğu bir spor, büyük bir sektör, hatta hayat biçimi olmuştur.

Mâlûmunuz Fatih Terim’in mekân basma haberleri medyanın gündeminde epeydir. Bir müddet önce de Arda Turan’ın uçakta bir gazeteciyle giriştiği sözlü sataşma ve basın toplantıları vs. şehir gazetelerinin ikinci sayfa haberleri nev’inden gündemi gereksiz yere meşgul etti durdu.

Şimdi mekân bastı mı basmadı mı, haklı mı haksız mı, oraya konuşmaya mı gitti veya hakkını kendi mi aradı, işin o tarafı ve futbol kritiği değil asıl mevzumuz; bizi ve okuyucularımızı ilgilendiren her mevzuda olduğu gibi işin manevî boyutu.

Tabiî bu görüntüler sadece bir iki isimle sınırlı kalmayıp, şike ve tapelerdeki çirkin konuşmalar ve futbolun içine yolsuzluk, kumar ve gece kulüplerinin girmesiyle ne başarı kaldı, ne de ahlâk. Elbette bu bütün bir camiayı kapsamaz.

Ancak toplumun bütün kesimlerince bir ahlâk çöküntüsü yaşadığımız vakıa ki her tarafa sirayet etti. Yukarıdan aşağıya kabadayılık, kadınlara sarkıntılık, tecavüzler, cinayetler, bebek katli, küfürler, argo konuşmalar, magandalık vs. serapa bir dejenerasyon; bizim asıl derdimiz budur..

Mevzu futbolsa başarı ve ahlâktan söz edilir. Son 15 senedir maalesef bu ikisinde de 2000’lerin çok altında seyrediyoruz.

Her transfer mevsiminde 20-30 milyon dolara futbolcu transfer edilir, bombalar! patlatılır (ne demekse) takımlar yüz milyon dolarlar harcar, daha mevsim başında Avrupa’nın bir köy takımına elenir. Teknik kadro ve futbolcu değişir, seneye sil baştan. Böylelikle takımlar UEFA’nın radarına takılır ki, vaadlerini yerine getirmeyen takımlar, Avrupa’dan men cezası alırlar ve aldık.

2000’lerdeki kulüp ve millî takım başarılarının arkasında yatan saiklerin, sebeplere müracaatın yanında mâneviyatın da olduğu kabul görmüştü.

GS’nin UEFA şampiyonu olması ve Süper Kupa’yı kaldırması sadece güç ve taktikle izah edilmedi. Çünkü çok güçlü rakiplerle mücadele edildi ki, öyle saliselik anlarda gidip-gelebilecek neticeler mümkün iken; her seferinde talih bizden yana olarak bir-bir turlar atıldı ve Avrupa’nın en büyük kupalarından biri alındı.

Keza Şenol Güneş yönetimindeki millî takım da aynı ekiple, Dünya 3.lüğünü aldı ki tarihteki en büyük derecelerdir.

SİYASET TOPLA BULUŞTU

O dönemde Fatih Terim ve futbolcular çok mütevazi ve inançlı bir tablo çiziyorlar, maç öncesi milletten duâ talep ediyor ve başarılarının arkasında duânın gücüne vurgu yapıyorlardı.

Öyle ki o günkü gençlerimizin topluca Cum’a namazlarına gitmeleri ve oruç tutmaları milleti çok mütehassıs etmişti.

İşte o dönemlerde ahlâklı kişilikleri ve başarılı futbollarıyla milletin teveccühünü kazanmış bazı millî futbolcular bir camiaya mal edilmişlerdi. Bir kısım futbolcular, genç yaşta onca para ve şöhretin getirdiği şımarıklıkla gece kulüplerinin müdavimi oldukları bir zamanda bunlar, daha mazbut yaşadıkları için diğerleri tarafından gerici diye nitelendiriliyorlardı.

Bir camiaya mensubiyet, iltizam veya ittisak kişiyi ahlâklı kıldığı ölçüde makbuldür. Hele böylesine millete mal olmuş şahsiyetler gönüllerde taht kurar.

Ancak ne yazık ki biz devlet ve millet olarak olgunlaşamadığımız ve demokrasiyi hazmedemediğimiz için Allah için sevmek emri siyasete yenik düşüyor. Siyasete göre muhabbet şekilleniyorsa böyle ani dalgalanmalarla en sevdiklerimizi bile arslanlara yem edebiliyoruz. Biz nasıl ki birileri yüzünden bütün sporcuları lekedâr edemiyorsak, birilerinin yanlışları yüzünden de taraftarlar giyotine teslim edilmemeli. İllâki suç sabit ola!

Ne oldu bize?

Hiç çayını içmediğimiz, yol arkadaşlığı etmediğimiz hatta alış verişte bulunmadığımız insanları değil mahalleye, misak-ı millî sınırlarına bile almıyoruz. Bu bizim dinden nasibimizle bağlantılı bir durum. Ne yazık ki beynamaz insanlar bile birilerini, siyaseten din dışına atabiliyor.

Acaba biz atalarımızın dinine ters düştü diye Müslümanları Mekke’den kovar mıydık?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*