Bir hüsn-ü misal

Birkaç gün önce “Risale-i Nur’un fıtrî talebeleri: Kadınlar” ile ilgili online bir sunum ödevini gerçekleştirdik. Talebelik kavramını açıklarken Risale-i Nur’un dört esasını aktarmamak mümkün mü?

“Cenâb-ı Hakk’a vâsıl olacak tarikler pek çoktur. Bütün hak tarikler Kur’ân’dan alınmıştır. Fakat tarikatlerin bazısı, bazısından daha kısa, daha selâmetli, daha umumiyetli oluyor. O tarikler içinde, kàsır fehmimle Kur’ân’dan istifade ettiğim ‘acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür’ tarikidir.

Evet, acz dahi, aşk gibi, belki daha eslem bir tariktir ki, ubûdiyet tarikiyle mahbubiyete kadar gider. Fakr dahi Rahmân ismine isal eder. Hem şefkat dahi, aşk gibi, belki daha keskin ve daha geniş bir tariktir ki, Rahîm ismine isal eder. Hem tefekkür dahi, aşk gibi, belki daha zengin, daha parlak, daha geniş bir tariktir ki, Hakîm ismine isal eder.”

26. Söz’ün akabinde yer alan bu satırlar Risale-i Nur mesleğinin dört esasını çok güzel özetler: Acz, fakr, şefkat ve tefekkür… İlgili âyet-i kerimelerle çerçevesi çizilen bu esaslar adım adım  insanı huzur-u İlâhiye yakınlaştırmanın da formülünü verir bizlere.

İKSİR İLÂÇLAR VE TILSIMLAR

7. Söz’de ifade edildiği üzere acz, fakr yaralarını sabır, tevekkül, şükür ve kanaat ilâçlarıyla tedavi eden insan, şefkatini ihlâsla kullandığında ve her daim huzur-u İlâhide kendini tefekkür ettiğinde imtihan sırrını da yakalayıp varlık âlemindeki tılsımı da çözer.

Bu tılsımı çözmek aczini, fakrını hayatında yaşayıp dergah-ı İlâhiye her daim sığınan hanımlarda şefkatlerini de ihlasla kullanırlarsa daha kolay gerçekleşir, diye düşünüyorum. Bu konuda Risale-i Nur’un satırları arasında bir hüsn-ü misal var: Risale-i Nur’un başkâtibi Şamlı Hafız Tevfik’in hanımı Zehra.

ZEHRA HANIM

Bediüzzaman Hazretleri kendisiyle birlikte Eskişehir Mahkemesi’ne çıkarılan Hafız Tevfik’i mahkemede şu sözlerle tanımlar, savunur: “Bu zat hem fakirül-hal, hem muhacir, hem ihtiyar a’ma bir validesiyle, hem ihtiyar bir kayınvalidesi, hem hastalıklı bir ailesinin idaresine bakmağa mecbur …” (Üstadın Eskişehir Savunması’ndan)

Zehra Hanımın evlâdı yoktur, anne değildir. Bununla birlikte şefkatli yüreği pek geniştir. Kendi hastalıklarıyla uğraşırken, bir taraftan da gözleri görmeyen ihtiyar kayınvalidesi ile ilgilenir, kendi yaşlı annesinin bakımını yapar, dağdan sırtında odun getirir ve eşi daha çok Risale-i Nur’a çalışsın diye evde erkeğin yapacağı ne iş varsa onu rıza ile şikâyet etmeden gerçekleştirir.

Zehra Hanım vefat ettiğinde Bediüzzaman Hazretleri Eskişehir Hapsi’nden çıkmış, Kastamonu’ya sürgün edilmiştir. Ölüm haberi ulaştığında Zehra Hanımı yaptığı ihlâslı hizmetleriyle yâd ederek Lâhika’nın satırları arasında ebedileştirir.

Şöyle der: “Risale-i Nur’un telifi başında başkâtip Şamlı Hafız Tevfik’in haremi merhume Zehra, ben Barla’da iken, Şamlı Hafız Risale-i Nur’u yazmasına çalışmak için, o merhume, Hafız’ın bedeline belinde odun taşımakla odun getiriyordu ve Hafız’ın işlerini görüyordu, ta Nurlar’ı yazsın. Biz de o merhumeyi, o iyiliğine mukabil, Risale-i Nur’un vefat etmiş has talebeleri içinde o vakitten beri duâmızda şerik ediyoruz, hem duâ edeceğiz.” (Kastamonu Lâhikası, 146. Mektub)

HÜLÂSA

Acz, fakr, şefkat ve tefekkür yolu öyle kısa, öyle keskindir ki bir hanımı ihlâs sırrıyla  adeta yıldırım hızıyla “has talebeler” dairesine dahil edebilir.

Zehra Hanım buna en güzel misaldir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*