Bir iki adam, bir iki nefes…

Haftada bir iki akşam bir araya geliyor, kırmızı kitaplardan bir miktar okuyor, kırmızı çaylardan birkaç bardak çay içip dağılıyoruz. Bazılarınca bu faaliyet, pek de ehemmiyetli bir hizmet gibi görülmüyor. “Bir araya geliyor, kitap okuyorsunuz da ne oluyor, hangi hizmeti yapmış oluyorsunuz?” şeklinde suâllere muhatap olabiliyoruz. Hatta nefsimizin sesini dinlediğimiz zaman nefsimizin de akıl ve kalbin kulağına aynı sözleri fısıldadığını duyar gibi oluyoruz. Nitekim derse gitmediğimiz zamanlarda niçin girmediğimizi sorguladığımızda, bazı mazeretlerin yanı sıra nefsin bu telkinlerinin de büyük etkisi olduğunu görüyoruz.

Halbuki iman hakikatlerinin okunup anlatıldığı bu derslerin ehemmiyetini tam olarak idrak edebilseydik, ölümden başka hiçbir bahanenin bizi bu sohbetten alıkoyamayacağını kabul ederdik. Dünyevî olan hiçbir işin bu derslerden daha önemli olamayacağını anlardık. Basit bahaneler, geçersiz gerekçelerle iman derlerini ihmal etmezdik. Dünyevî olan hiçbir kazancın iman ilmi tahsil etmekten daha değerli olamayacağını kabul ederdik. “Bu gün çok yorgunum, biraz rahatsızım, hava da soğuk, bu akşam gitmesem ne olacak?” gibi telkinlere kulak asmazdık.

Peki bu dersler gerçekten bu kadar önemli midir? Bu kadar önemliyse, bunu nasıl anlarız?

İman derslerinin önemini idrak etmek için önce kendi kalbimizi şöyle bir yoklayalım. Derse gittiğimiz gün kendimizi son derece  mutlu ve huzurlu hissetmiyor muyuz? Okunan derslerde, aklımız, ruhumuz ve diğer duygularımız manevî ve nuranî bir gıda ile beslenmiyor mu? Ruhumuzda bir hafiflik,  bedenimizde bir zindelik ve rahatlık fark etmiyor muyuz? Hatta ihlâs ve sadakatle derslere devam edenler, geçimlerinde bir bolluk ve bereket meydana geldiğini de bariz bir şekilde fark edeceklerdir.

Her şeye rağmen, kalbimizdeki gaflet perdesinin kalınlaşmasından dolayı yukarıdaki hakikatleri fark edemiyoruz diyelim. Öyleyse, Risale-i Nur’da geçen şu ifadelere kulak verelim:

“Semavat zemine gıpta eder ki, zeminde hâlisen lillâh için, sohbet ve zikir ve tefekkür için, bir-iki adam, bir-iki nefes, yani bir-iki dakika beraber otururlar, kendi Sâni-i Zülcelâlinin çok güzel âsâr-ı rahmetini ve çok hikmetli ve süslü âsâr-ı san’atını birbirine göstererek Sânilerini sevip sevdirirler, düşünüp düşündürürler.” (Barla Lâhikası, s. 419)

Demek ki bu ders ve sohbetler, basit bir toplantıdan ibaret değil, melekleri imrendirecek kadar güzel ve değerli bir birliktelikmiş. Zirâ bu derslerde ulûm-i imaniye tahsil ediliyor. Ulûm-i imaniyenin tahsili ise, Cenab-ı Hakk’ın rızasını tahsil etmeyi netice veriyor. İnsan, hayatı ve kâinatı mana-i harfî ile okumasını öğreniyor. Cenab-ı Hakk’ın süslü ve hikmetli sanat eserlerini görüyor, kardeşine gösteriyor, bu sanatların Sanatkârını seviyor ve sevilmesine vesile oluyor. Bir iki kişi, bir iki nefeslik bile olsa, böyle bir sohbette bulunsa, onların bu faaliyetleri de semanın zemine gıpta etmesine sebep oluyor.

Nur derslerinin önemini ders veren ve bir Nur talebesi tarafından görülen bir rüyayı burada paylaşmak istiyorum. “Rüya ile amel edilmez” ama içinde Risale-i Nur geçtiği için, Nur talebelerine bir işaret ve beşaret olabileceğini düşünüyorum.

1999 yılında meydana gelen ve hepimizin yüreğini yakan Adapazarı depreminde bir nur talebesi de manevî şehitler kervanına katılır. Bir süre sonra başka bir kardeş bu Nur talebesini rüyasında görür. Onun depremde ahirete  intikal ettiğini bildiği için, “Orada hâlin nasıl, neler yapıyorsun?” diye sual eder. O deprem şehidi kardeşimiz ise, şöyle cevap verir: “Rahatım çok iyi, ama bir şey için pişmanlık duyuyorum. Keşke Nur derslerine daha sık gitseymişim. Zira, dünyada katıldığım her ders için burada bir madalya veriyorlar. Katılamadığım dersler için kaçırdığım madalyalara üzülüyorum.”

Evet bu bir rüyadır. Ama içinde bizim için çok değerli olan bir hakikat taşımaktadır. Madem ki Üstâdımız, “Birimiz şarkta, birimiz garpta, birimiz cenupta, birimiz şimalde, birimiz âhirette, birimiz dünyada olsak, biz yine birbirimizle beraberiz.” diyor, öyleyse bu Nur talebesi mânen bizim aramızdadır. Onun için bize verdiği bu mesaja da kıymet vermek durumundayız.

Meleklerin gıpta ile seyrettiği Nur derslerine azamî sıklıkla katılmayı ve azamî derecede istifade etmeyi Rabbim cümlemize nasip etsin diyor, ahirette Nur madalyalarınızın sayısının fazla olmasını diliyorum.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*