Bir inanç terapisti gibi…

İmanlı bir gözle bakıldığında her şey güzelleşiyor.

İmanın içinde olup biten hadiseler sahipsizlikten kurtuluyor. ‘Her şeyi bir evirip çeviren var.’ İnancı, insanda pekişiyor.

O zaman öylesine bir tasarruf yoksa, her şeyde bir hikmet ve maksat aranacaksa, zaten mesele yok demektir.

Kıymetli mü’min kardeşim Süleyman Bey, zaman zaman odamıza şöyle bir uğrar. Yani hiçbir gerekçe olmasa da, ‘O kapının ardında birileri varsa, sadece bu gerekçe bile o kapının çalınması, uğranması için yeter artar bile’ diyor.

İşte böyle bir uğrama esnasında ayaküstü öyle bir konuşma gerçekleşti ki, şaşırtıcı düzeyde.

Süleyman Bey kardeşim, ciddî bir hastalık geçirdi. Ameliyat oldu ve 8 saatlik bir ameliyat sonrasında, kendi tabiriyle, kendisine ‘yeni bir hayat’ verilerek, ayakta olduğunu ifade ediyor.

Yaşayan bilir.
Kendisine oturması için buyur etmemize rağmen, oturmadı.
Ayaküstü konuşuyoruz.
Öyle bir gelişiyor ki sohbet, ne o bırakıp gidebiliyor ne de ben onu bırakabiliyorum.
Derken, yirmi dakikayı bulan bir sohbet faslı.
Konumuz, şükür.

Yaşadığı hastalığını seven ve kendisine bir eğitim vasıtası olarak gören Süleyman kardeşim, ameliyat öncesinden, ameliyat esnasına ve sonrasına kadar bütün hastalık serüvenini bir film şeridi gibi ortaya koydu.

Özellikle ameliyat yapacak doktor, ameliyat öncesinde kendisiyle biraz konuşmak arzu ediyor. Ve hastasıyla sohbet ediyor. Doktor, hastasını oluşabilecek süreçle ilgili bilgilendiriyor. Ameliyatın sekiz-dokuz saat sürebileceğinden, her türlü durumun takdir olabileceğinden bahsediyor.

Derken hasta, doktorun sözünü kesiyor ve o, doktoru rahatlatacak cümleler kurmaya başlıyor.

Şöyle demiş hasta; “Doktor bey, biz imanlı insanlarız. İmanlı insan için her şey Cenâb-ı Hakk’ın takdiridir. Başımıza bu ameliyat dolayısıyla bir şey gelecekse, yani bir şey takdir edilmişse, buna ne siz engel olabilirsiniz, ne ben, ne de bir başkası. Ama bir şey gelmeyecekse de, şifa bulacaksak da elbette inancımız o ki, buna da kimse engel olamayacaktır. Biz buna iman etmişiz.”

“Bir yudum nefes rızık olarak bize yazılmışsa, o mutlaka bize gelir. Haa rızkımız kesilmişse de buna zaten kimsecikler sebep olamazlar. O zaman siz de işinizi yapın, biz de şükrümüzü, sabrımızı sergilemeye çalışalım.”

Doktor, hastasından bu cümleleri duyunca, hemen ameliyat gününü ve saatini huzur-u kalp içerisinde belirliyor ve işlemlere başlıyorlar.

Süleyman Bey kardeşim, ameliyata giriyor ve hakikaten imanının ona verdiği rahatlığı sergiliyor ve bir güzel o sıkıntısından kurtuluyor.

Onun asıl konuştuğu mevzu ise, ameliyat sonrasındaki hayatında oluşan gelişmeler. Kendi ifadesiyle, ‘Böyle bir hastalık ve ameliyat, insanın yaşadığı hayatın bütününü içine alacak bir takım değişiklikleri beraberinde getiriyor.’ diyor.

“Doğrusu ben, hastalanmadan önceki hayatım ile hastalığı hissettikten sonraki hayatımı ikiye ayırıyorum. Hakikaten çok farklı bir duygu. Hasta olmadan önce ben yaşadıklarımın, düşündüklerimin, hayat diye ortaya koyduklarımın bir anlamı olmadığına inanıyorum. Öylesine bir hayat tarzı. Şimdi diyorum ki, böyle bir hayat nasıl yaşanır, böyle bir duygu nasıl taşınır. Ama hasta olduktan sonra ve ameliyat sürecinde gerçekten yeni baştan bir hayat bana verildi. Bunun için de Rabbime şükürler ediyorum. Evet, hastalık istenmez, ancak o bizim hakkımızda ne takdir ediyorsa, inanmalıyız ki mutlaka o takdir ettiği şeyin içinde hayırlar, hasenatlar, güzellikler vardır.”

“Benim hastalık sürecinde ve ameliyat sonrasında, gerçekten olayları algılamam, kavga sebebi olan konulara bakışım, insanların bir hiç uğruna kırılan kalpleri ve gerekçelerine bakışım tamamen değişti diyebilirim.”

“Artık eskisi gibi her şeye kızmıyorum. Eskisi gibi her şeye öyle çok kafa yormuyorum. Çocuklarımla, eşimle, akrabalarımda çok daha kaliteli iletişim içerisindeyim. İnsan zayıf tarafını böyle bir süreçte daha bir anlıyor. Bu dünyada kalıcı olmadığını daha bir hissediyor. Elbette hayat tarzı da ona göre oluşuyor.”
***

Doğrusu Süleyman Bey kardeşim konuştukça ben dinliyorum, dinleniyorum. Bir de baktık ki, tam yirmi, yirmi beş dakika ayakta sohbet etmişiz. Hemen yanı başımızdaki koltuklar bize bakarken, biz sohbetin seyrinden oraya oturmayı bile düşünememişiz.

Tabiî bir konuyu yaşayan anlatıyorsa durum değişiyor. Etki derecesi adeta katlanıyor.

Kendimi tam bir dinî terapiden geçmiş gibi hissettim. Yani şu anlatılanların içinde iman olmasa gerçekten çekilir gibi değil. Onun için olayları imansız bir gözle ele almak ve değerlendirmek ne çok acı veren bir şey olsa gerek. İnsan kendine bu kötülüğü yapmamalı.

Hastalığını, ‘moralsiz mümkün değil’ diye tanımlayan imanlı kardeşim, “Moral de imanla ancak mümkündür.” diyor.

Yani konuştukça, manevî hastalığı da tedavisini de duyuyorsunuz.
***

Hasta ziyaretlerinin ne derin bir boşluğu doldurduğunu, hem hasta olan açısından hem de ziyaret eden açısından ne muhteşem etkiler oluşturduğunu şimdi daha iyi anlıyorum.

Kanaatim o ki, bundan böyle bir hasta kardeşimi duyduğumda, ilk gidenlerden, ziyaret edenlerden birisi olmaya çalışacağım. Bu önce benim için ciddî bir ihtiyaç.
Evet, kimsecikler hasta olmasın, istenmez; ancak hastalık gelirse de nasıl karşılanacağı burada daha iyi anlaşılıyor.

Süleyman kardeşim, hastalığını öğrendikten sonra, Hastalar Risalesini ekmek gibi su gibi ihtiyaç hissederek okumuş. “Bu hastalık beni, Hastalar Risalesi’ ile ciddî tanıştırdı. Gafil kafama bir tokmak gibi geldi.” diyor.

Siz siz olun, bir hasta varsa akrabalar içerisinde veya komşularınız arasında hiç fırsatı kaçırmayın ve hemen ziyaretine gidin. Bu kendiniz için lâzım bir şeydir. Şikâyetçi olan bir hasta ise de, sabır içinde şükreden bir hasta ise de ikisi de bir derstir.

Gidin ve yapın dersinizi.
Bir inançlı terapist ancak bu kadar ağır bir hastalığı güzel anlatabilir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*