Bir insaniyet fedaisi veya Anna Lindh

Şehitliğin mânâsını bilmeyenler, “insanlık şehidi” de diyebilirlerdi, Anna Lindh’e… Soğuk kuzeylilerin, sıcak politikacısı… İnsanlığı desiseleriyle idareye kalkışan siyasetçilerin “POLİTİKA” kelimesine yüklettirdikleri negatif mânâyla Anna Lindh hayatı boyunca katılaşmadı. Siyaseti; doğru bildiğini uygulamak, fikir hürriyetini de düşüncelerini olduğu gibi ifade etmek olduğunu hayatıyla yaşadı. “Düşündüklerimi ifade etmezsem, kendimle çelişirim” demişti, gazetecilere yaptığı son toplantısında…

İsveç’in sarışın dışişleri bakanı da fail-i meçhule kurban gitti. Tıpkı başbakanları Palme gibi… Palme’yi vuranların izleri ve yüzhatları bulunamadı, fakat İsveçliler silüetini vurulduğu gün görmüşlerdi. Alış-veriş yaptığı mağazada bıçaklanan Anna’yı vuran da sırra kadem bastı. Varsın bazı gazeteciler, bakanın korumasızlığını sorgulasınlar, katilin geride bıraktığı bıçağı incelesinler veya maktülün nasıl öldüğünü tasvir etsinler. Bizim dikkatimizi katilin mensup olduğu oba daha ziyade çekiyor. İsveç, Norveç ve Finli idareciler, idare ettikleri halkla aralarına başkalarının girmesini istemiyorlar. Seçmenle buluşmak ve hatta onun tarafından sorgulanmak onlara zevk veriyor. Bu gelenek bize Asr-ı Saadet geleneğini de tedai ettirir. Korumasız ve bekçisiz hurma ağaçlarının altında istirahat eden Ömer, Ebubekir, Osman ve Ali’nin (r.a.) dönemlerini… Bekçisiz kalmış kervanlara gece boyunca bekçilik yapan halifeleri…

Halkla bu denli özdeşleşmiş, onların hayat şartlarını benimsemiş ve bu doğruları Kur’ân’da gördüğü günden itibaren O’nu lâyık olduğu mevkie koymuş idarecilerin devleti, belki de şekilce Asr-ı Saadete en yakın devletiydi… Ve bundandır ki, isim ve resimden ibaret bir cumhuriyeti kollayanlara Bediüzzaman Hazretleri kuzeylilerin devletlerini örnek gösteriyordu. Partinin genel sekreterine ve devletin bakanına: “Kur’ân’a uymada İsveç, Norveç ve Finlandiya’dan geri kalmayınız!” diyordu. Anna Lindh yalnızca kendisini değil, ifadeye çalıştığımız çizgiye sahip tüm kuzeyliler adına bıçaklandı. Zira, tahripten zevk alan insaniyet düşmanlarının işine böyle beyaz örnekler gelmiyordu.

Eşine ve çocuklarına fevkalâde bağlı… Hatta başbakanlık tekliflerini, ailesine ayırdığı zamandan fedakârlığa sebep olacağı endişesiyle reddediyordu… Aile onun için birinci sıradaydı. O çocuklarıyla birlikte halkın arasındaydı. İki oğlan çocuğun annesi, Stockholm’un bir köyünde doğmuş… Yani çoklarımız gibi köylü… Mükemmel bir hukuk öğrencisi ve 25 yaşında parlamento da milletini temsil etmiş. Önce çevre bakanı ve 1998’den bu yana da dışişleri bakanı…

Washington’un Bağdat ve Filistin politikalarına en sert ve mantıklı çıkan AB bakanı… Arafat’la ilgili Amerikalıların tutumunu; aptalca, tehlikeli ve mânâsız buluyordu. Irak savaşına en başta o karşı çıkmıştı.

Ülkesinin euroya geçmesini istiyordu… Vurulduğu haftanın sonunda da halkın görüşü alınacaktı. İsveç’in AB’ye kuvvet vermesini kimler istemiyordu, kimler euroya karşı çıkıyordu. Hedefte hangi siyasî ve ekonomik menfaatler vardı. İnsanlığa hürriyet ve demokrasi götüren Amerika’nın Guantanamo’daki batışına çok üzülmüştü. Bu yargısız infazlara şiddetle karşı çıkmıştı. ABD’nin artık insan haklarını savunamayacağını düşünmüştü.

Hayatı gibi konuşmaları da çok ölçülüydü. Rakipleri bile tenkitlerine saygı duyuyorlardı. Müşahhas, mukni ve akıcı bir üslûp… Çok tartışmaktan çekindiği hiç çetrefilli meselesi yoktu. En karışık ve muğlak suallere, düzgün ve şeffaf cevaplar verirdi… Şeffaflık zaten politikanın bir temel prensibiydi.

İsveç, insanlığın en fazla inkişaf ettiği geniş bir ülke… Soğuk ve boş coğrafyada yalnızca dört milyon insan yaşıyor. Her insan en az sekiz tane sivil toplumun üyesi… Anlayacağınız otuz milyonluk bir ülkeden daha ileri sosyal hayatları. Fıtratları icabı, geç benimseyen bu ülkenin insanları, benimsedikleri değerler uğrunda öle gelmişler. Güneylileri defalarca perişan eden bu milletin geleneği devam ediyor. İnkişaf eden insaniyet uğruna ölen Palme’den menfi olarak bu ülke insanları etkilenmediler. Lindh de korumasız dolaştı ve diğerleri de dolaşmaya devam edecekler. Onlar, hürriyet, şeffafiyet ve adaletin olduğu yere terörün giremeyeceğini iddia ediyorlar. Doğrudur, Lindh’i öldürenin kuzeyli olmadığına İsveçliler de inanmıyor.

Palme unutulduğu gibi, Lindh de unutulacak bir gün… Soğuk ülkenin başbakanı ilk PKK’nın bir Kürt meselesi olmadığını keşfetmişti. Washington Kürt Enstitüsü başkanlarının Mike Amity gibi Yahudilerden geldiğini mutlaka biliyordu. Zındıkaca Türkiye’nin bu hançerin kimlerce sokulduğunu bildiğinden olacak ki, Palme’yi öldürdüler… Anna Lindh de PKK’nın uluslararası bir terör örgütü olduğuna inanıyordu. Hatta, AB´nin terör listesine girişini o sağladı diyebiliriz.

İşin acısı; Avrupa’daki insaniyetperver veya Hıristiyan kuruluşlar Türkiye’nin doğrularını ya bilmiyorlar veya geç öğreniyorlar. Zındıka uluslararası cemaatlerce desteklendiğinden, bizimle ilgili doğrular yanlışla yer değiştire geliyorlar. Lindh Türkiye’nin AB’ye mutlaka alınmasını eski Fransa Cumhurbaşkanı Valery Giscard D’Enstaing’e karşı iddia ederken, Türkiye´nin kazanacağı demokrasiden tüm İslâm âleminin istifade edeceğini savunmuştu. Türkiye’nin Müslüman azınlıkların problemlerini halletmek için de alınmasını istiyordu, Anna… Fakat mevcut ilke ve inkılâplarıyla değil. AB’nin kendi değerleriyle İslâmın çatışmadığına inanıyordu…

Anna Lindh’in bir kusuru da Berlusconi gibi arkaplânı belirsiz siyasetçilerin AB’yi temsil edemeyeceğini savunmuş olmasıydı. Berlusconi’yle taban tabana zıt politikasını birçok Avrupa ülkesi desteklemişti. Berlusconi’nin kapalı olduğu kadar şeffaf bir siyasetçi… İnsaniyetperver cephe, bir kahramanını daha kaybetti… Belki de kıtanın; dinsiz, tahribatçı ve sefih Avrupa’ya başkaldırışını temsil edecek Lindh… Hakperest gazeteciler hadiseyi güzelce özetlemişlerdi. “İnsanların umut bağladığı bir ışık söndü.”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*