Bir nebze İstanbul

İstanbul’da gerçekleştirilen 6. Risâle-i Nur Kongresi’nin: “Said Nursî’ye Göre İslâm Toplumlarının Geleceği ve Dünya Barışı” konulu panele katılmak üzere bir grup münevver insanla yolculuğumuz başladı.

 Her seyahat sonrasında genelde “Yiyip içtiğin senin olsun, görüp geçirdiklerini bize anlat” diye söylenir. Bizleri misafir ederek, bolca ikramlarda bulunan Ramazan Göktaş ve Davut Barış kardeşlerimize teşekkür etmekle yetiniyoruz.

Bu güzel yolculuktaki sohbet, muhabbet, ikramları, neşeli dakikaları ve yapılan esprileri anlatmaya bilmem gerek var mı? İnsanlara İslâmın, imanın tesis ettiği samimiyetle kardeşliğin gereği olan yardımlaşma ve dayanışmanın verdiği huzuru, mutluluğu ve saadeti herkes bilir. Her hizmetinde, hareketinde, yaptığı işlerde ve attığı adımlarda Cenâb-ı Allah’ın rızasını niyet eden ve Peygamberimizin (asm) sünnetini rehber edinen, faziletlerinin anlatılmasından da ihlâsa zarar vereceğini düşünerek rahatsız olan insanlarla beraber İstanbul’u dolaşıyoruz.
Birlikte Fatih Camii’ndeki ihtişamı seyrediyoruz. Yaptığı fetihten ismini alan, çağ açıp, çağ kapayan kudretli padişahı düşünüyoruz. Camiinin avlusunda herkes hayretle, hayranlıkla, gururla onu hatırlıyor, duâlar okuyor, Fatihalar gönderiyor, ecdad olarak onun temsil ettiği değerlere bağlılığını ifade edebilmek için bir şeyler yapmaya çalışıyor:
Huşû ile namaz kılanlar, nezaketle selâm verenler, duâ edenler, Yasin okuyanlar, sükûnet içerisinde kabrini ziyaret edenler… Bir hayırsever, bahçede bulunan kedilere yiyecek veriyor, başka bir kişi, bastonun ucuyla yere atılmış peçeteleri temizliyor. Bizler öğle namazımızı eda ettikten sonra, caminin avlusunda, Bediüzzaman’ın duâ ederken resmi bulunan mekânda namaz sonrası tesbihatı ve duâlarımızı yapıyoruz.
Daha sonra Yavuz Sultan Selim Camiine geçiyoruz. “Bu dünya iki padişaha az, bir padişaha çok” diyen padişahın kabri de orada. İnsanların yaptıklarıyla ve eserleriyle gönüllerde yaşadığının alâmetini görüyoruz. Şahsi makamların, mevkilerin, güç ve kudretin fanî olduğunu, kabir kapısına kadar insana refakat ettiğinin dersini alıyoruz.
Sankiyedim Camiinin önünde fotoğraf çektirip hatırasını yâd ederek geçtik. Hava Şehitleri Anıtının bulunduğu parkta yorgunluk atmak için banklara oturduk. Akşamın vaktinin hüzünlü mahmurluğu başlamış, güneş guruba doğru yaklaşmış, batmaya yönelmiş vaziyette. Yaşlı ve sakallı bir insan elindeki poşetten parkta yerlere attığı buğday taneleri ile güvercinleri doyuruyor. Birkaç karga ile bir tane martı da oradan nasiplenmek için ürkek tavırlarla etrafına bakınıyor, yaşlı insanın oradan ayrılmasını bekliyorlar.
Bir günün yorgunluğu sonrasında, akşamüstü insan manzaraları seyrediyoruz. Günlük didinip uğraşmaların, koşuşturmaların, telaş ve meşguliyetlerin içersinde ahiretini kaybedenler; ya da bütün bunların üzerinde Allah’ın lütfettiği nimetleri bilip, anlayıp tefekkür ummanlarına dalarak, bilerek, anlayarak, inanarak kazananlar. İnsanların var oluşlarındaki maksatları, Allah’ın mu’cizelerini, binlerce kerem ve ihsanlarını anlayarak ibadet ederek, inanarak tevekkül edebilenler… Akşam vakti aç güvercinlerin rızkını, yaşlı bir insanın eliyle gönderip ikram eden Rabbimiz elbette bizlerden rahmetini, bereketini, ikramını esirgemez, diye düşünüp imanını tazeleyenler..
Haliç Kongre Merkezinde toplantı saatini bekleyen mümtaz insanların güler yüzle selâmlaşmalarını, tatlı dille konuşmaların ve samimi muhabbetlerini seyrediyoruz. Salonun Haliç tarafına çıktığımızda gözlerimiz alabildiğine Eyüp Mezarlığının sırtlarına doğru uzanıyor. Hasretle zirvelerine bakıyoruz, duâlar ederek. Nur talebelerinin büyükleri orada medfun. (Zübeyir, Tahir, Birinci Ağabeyler…) Onları hasretle, özlemle, minnetle, duâlarla anıyoruz. Ruhaniyetlerini yanımızda, aramızda; sevgilerini içimizde, kalbimizde hissediyoruz.
Toplantı salonunda münevver dinleyicilerin meydana getirdiği muhteşem kalabalığın vakarlı duruşunu görüp seyre dalıyoruz. Salondaki heyecanlı, coşkulu ve dinamik kalabalık, konuşmacıları dikkatle ve nezaketle dinliyorlar. Konuşanlar, karşısındaki dinleyicilerin konuşulan her konudaki ilgisini, bilgisini, dikkatini ve konuya vâkıf oluşunu biliyorlar. Bu yüzden olacak ki, Prof. Dr. Doğu Ergil konuşmasına başlarken “Ben istesem sizleri coşturup heyecanlandırarak, bol alkışlarınız arasında konuşmalarımı sürdürebilirim. Ancak konuşmalarımı hisler, heyecanlar ve duygular üzerinden değil, akıl, mantık ve gerçekler üzerinden sürdüreceğim” şeklinde giriş yaptı. Dinleyicisinin seviyesini, kültürünü, bilgisini, psikolojisini ve hassasiyetlerini bilen konuşmacıların, dinleyicilerle diyalog kurularak yapılan panelde hızlı geçen zamanın sonuna gelmiştik. Yani ayrılık vakti gelip çatmıştı. Velhasıl gittik, gördük, görüştük, vedalaştık, ayrıldık…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*