Bir Said’den bin Said’e veya bir saatten bin saate…

Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, vefatının 53. yıldönümünde milyonlar tarafından rahmetle anılıyor.

Her şehir bir bayram heyecanı içerisinde ve şevk ve aşk halinde Said Nursî’nin eserleri üzerinde yapılan çalışmaları dinliyor.

Asır, kabuk değiştiriyor.

Dünya Cennetasa bir iklime geçiyor. Ama tabiî Cennetin de ucuz olmadığı bilinci içerisinde.

İnsanlar, fikir değiştiriyor, geliştiriyor, zenginleştiriyor.

Mutlak şevk içerisinde oradan oraya koşan, yangın içinde tutuşmuş evlâtları olan, imanları olan kahramanlar, o yangını söndürmeye; o imanları, o evlâtları kurtarmaya koşuyorlar.

Bir zamanlar köşe bucak sürülen, yok olup gitsin diyerek sürgüne gönderilen Nurlu düşünceler, şimdi o sürgün yerlerinden bahar esintileri ile geri geliyor. Ve işte o zaman atılan tohumlar bugün sümbül veriyor.

Uluslar arası arenalarda, ilim adamları, fikir adamları, devlet adamları, özellikle de genç milyonlar Nur derslerine çalışıyorlar.

Yakın gelecekte hiç beklemediğiniz, hiç aklınızın ucundan geçmeyen insanlar çalıştıkları o derslerini size takdime gelecekler. O ders makamlarında yabancı uyruklarda, yabancı isimlerde, renklerde, dillerde (İslâm kardeşliği içerisinde) derslerini paylaşacaklar.

Artık gündem, Kur’ân tefsiri olan Risale-i Nurlar üzerinde.
Artık asrın problemlerine çözüm, Risale-i Nurlar üzerinde.
Artık sosyal meselelerde çare, yine Risale-i Nurlar üzerinde.

Öyle değil mi ki, yüz yıl önce Said Nursî’nin Kur’ân kaynaklı ifade ettiği çare cümlelerine yüz yıl sonra devlet müşteri olmaya başladı. Ve acı ki, neredeyse yüz yıldır bu coğrafya, zamanında atılmamış adımların sızısını çekti ve çekiyor.

Aklı başında devlet yöneticilerinin bir an evvel, Risale-i Nur’daki projeleri devlet politikası haline getirmelerinin zamanıdır. Yoksa terör, anarşi, ahlâksızlık, uyuşturucu, açık saçıklık gibi onlarca—en az terör kadar—kahredici ve manen yok edici belâlar çok yakınımızda ve yanı başımızda durmaktadır.

Ebedî hayata göçmüş maddî hayatlar gibi, şimdi de manen göçmüş maddî ve manevi hayatlar acil tedbir gerektiren konular içerisindedir. Bunun da tedbirini yüz yıl sonra almaya kalkmayalım. Akılla hükmeden Batı dünyası ve hatta Rusya gibi ülkeler, alkol konusunda, uyuşturucu konusunda, ahlâksızlık konusunda, açık saçıklık konusunda toplumun manevî sağlığına dönük adımlar atarken, bu ülke idarecilerinin bu konuda daha bekliyor olmaları körlükten başka bir şey değildir. Hatta tesettüre düşman görüntüleri kahredici…

Bugün gelinen noktadaki sosyal ve siyasî gelişmeler, atılan adımlar ve yarına dönük uygulamalar hemen ifade edelim ki, Rabbimizin bir ikramı, büyük zatların birer tasarrufu ve o büyük zatların eserleriyle aydınlanmış olan günümüz aydınlarının, fikir ve düşünce adamlarının, devlet ricalinin birer başarısıdır.

Şükür ki, bugün gelinen noktada Kur’ân tefsiri Risale-i Nur eserlerinden ders almış oldukça ciddî bir birikim söz konusudur. Hemen her alandaki ortaya çıkan bu birikim haliyle varlığını göstermektedir. Bu nurlu birikim, elbette hükümetlere, kurum ve kuruluşlara, sivil toplum organizasyonlarına hatırı sayılır bir katkı yapmaktadır.

Dolayısıyla sosyal ve siyasî olumlu gelişmeleri, bu asrın Kur’ân ışığı olan Risale-i Nur eserleri etrafında düşünmemek ciddî bir eksiklik olur.

Neredeyse yüz yıldır Nur Talebeleri, bu asrın problemleri karşısında Nurlardaki hakikatlere dikkatleri çekiyorlar. Uluslar arası arenada, üniversitelerde, sivil toplum faaliyetlerinde Nurlardan istifade ettikleri birikimler masalara konulmaktadır. Bu çalışmalar, raporlara dönüşmektedir. Kurum ve kuruluşların kayıtlarına geçmektedir.

Yani gelinen süreç birden oluşmuş bir süreç değildir. Bu ciddî bir birikimin ve kararlı ve istikrarlı adımların birer sonucudur.

Onun için devletin Said Nursî’ye ciddî bir özür borcu vardır. Said Nursî’ye iade-i itibar denen şey, Risale-i Nur eserlerinin ders kitapları olması, Diyanet Teşkilâtının sahiplenmesi ve toplumun manevî imdadına yetiştirilmesi anlamındadır.

Devletin, ‘Seni anlayamadık, seni hatta yanlış anladık. İşte yüz yıldır çektiğimiz sıkıntıların temelinde bu idraksizliğimiz var. Senin gibi bir dâhîyi sürgünlere, hapislere, zehirlemelere muhatap ettik. Özür diliyoruz.’ deme zamanıdır. Said Nursî’nin bu özre ihtiyacı yok, ancak devletin buna ihtiyacı vardır. Bu aynı zamanda devletin de büyüklüğünün bir göstergesi olur.

Devletin Said Nursî’ye bir de teşekkür borcu vardır.

Bugün Said Nursî, ülke sınırları içinde yüz binlerce, milyonlarca insanın imanına vesile olmuştur. Bu elbette sulha, selâmete dönüşmüştür. Nurlar vesilesiyle terörden, anarşiden kendini korumuş, bu tür yanlış adımlardan uzak durmuş milyonlar bulunmaktadır. Bu aynı zamanda asayişe ciddî bir katkıdır. Bu aynı zamanda Diyanet teşkilâtının işini kolaylaştıracak bir adımdır. Onun için Emniyet teşkilâtının, Diyanet teşkilâtının, Sağlık teşkilâtının vb. birimleri, ‘Risale-i Nur’dan nasıl daha çok istifade edebiliriz?’ diyerek, gündemine alması aklın gereğidir. Yani bir Hastalar Risalesi ve oradaki ‘deva’lar, hastanelerdeki incinmiş insanların gündemlerine bir şekilde katılsa, bu hayata ciddî bir katkı değil midir? Hastanelerdeki binlerce tanıtım ekranlarına arada bir de, ‘Ey hasta kardeş’ diyerek bir sesleniş katılsa zarar mı olur? Yine hapishanelerde bulunan yüz binlerce insan, arada bir ‘Ey hapis musîbetine düşen kardeş!’ diye bir sesleniş duysa, bu sesleniş onun psikolojisini kötü mü etkileyecektir?

Nitekim Said Nursî’nin, “Ey müdde-i umumî! Eğer bin müdde-i umumî (savcı), bin emniyet müdürü kadar asayişin teminine Risale-i Nur hizmet etmemiş ise, Allah beni kahretsin. Siz de bana ne ceza verirseniz verin” (Emirdağ Lâhikası, 449) cümlesi, Risale-i Nur’un yaptığı maddî ve manevî tamirin boyutlarını göstermektedir.
***
Bu yazımızda, benim asıl gündemimde, ‘Bir Said feda edilen, ama bin Said kazanılan’ gençler olacaktı. Ama görüyorsunuz siz bir şeye niyetleniyorsunuz, fakat kader sizi farklı sevk edebiliyor. Bu da her halde ‘vardır bir hayır’ olarak değerlendirilebilecek bir gelişmedir.

Ama gençlerle ilgili şunu ifade etmeden kapatmayalım. Şehirlerdeki Bediüzzaman’ı anma faaliyetlerinde en dikkat çeken ve en ilgili, en dikkatli ve müdakkik dinleyici topluluğu, gençlerimiz. Bu çok güzel ve müjde dolu bir gelişmedir. Yarınlarımızın teminatı olan gençlerimizin dolu dolu geliyor olduğunun bir göstergesidir.
Zaten bir dâvânın, yarınlara doğru gidişi hakkındaki bilgi, o dâvânın savunucuları ve yaşayanlarının ne kadarının genç olduğudur.

Evet, Bediüzaman’ın ‘Bir Said değil, bin Said feda olsun’ dediği hakikat gerçekleşmiş bulunmaktadır. Cemiyetin imanı namına bir Said feda olmuştur, ama o bir Said binler Said’e dönüşmüştür.

O zaman genç Saidlere de, bir Said’in bin Said’e meyve vermesi mi murad ediliyor?

Bir Said’i feda edenlere helâl olsun, ama bunu yapamayanlar da ‘bütün bütün de terk etmemek’ kaidesiyle, iman ve Kur’ân hizmetine her günün bir saatini feda etse; ebedî âlemde o ‘bir saatler bin saate’ dönüşmez mi?

Ebedî saatler kazanmanız noktasında, dünyevî binler saatler feda etmemiz duâsıyla…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*