Bir son şahidin anlattıkları

Image
Geçen hafta sonu Afyonlu dostlarımızın “seminer” dâveti üzerine gittiğimiz Afyonkarahisar ilinde bir son şahitle mülâki olduk. Seksen bir yaşındaki İsmail Hakkı İzmirli’yle kısa bir röportaj yaptık. Üstad ve Risâle-i Nur’a olan ilgi, bağlılık, hayranlık ve takdirlerini sizlerle paylaşmak istedim.

İsmail Hakkı İzmirli, Afyon 1927 doğumlu. Mesleği şoförlük. Yıllarca otobüs şoförlüğü yapmış ve gazete dağıtımında çalışmış. Tam bir Anadolu delikanlısı ve fedakârı. Hayatın çeşitli kademelerinden ve çarklarından geçmiş. Hâlen Afyon’da ikamet ediyor. Ben de, Üstadın hapis yattığı aynı Afyon hapsinde kalmıştım. Üstadın ismini, orada gardiyanlardan ve hapishane müdüründen duydum. Kendisini orada görmedim. Ve hapiste müdür odasında kâtiplik yapmış. Bundan dolayı Üstad’la ilgili birçok olayı resmî kaynaklardan bizzat dinleme fırsatı bulmuş. Seksen küsûr yaşına rağmen maşaallah gençliğini ve dinçliğini muhafaza ediyor. Üstadın yaşantısından ve halk üzerinde meydana getirdiği müspet havadan çok etkilenmiş. Hâlâ bunun heyecanını hissedip yaşıyor. Üstada olan hayranlık, saygı, hürmet ve muhabbetini gizlemiyor.

– Üstadın adını, ilk olarak kimden, nerede ve nasıl duydunuz?

1951 yıllarında küçük bir dâvâdan, arkadaşlarımdan birinin akrabasının yönlendirmesi ve ihbarıyla haksız yere Afyon Hapishanesine düşmüştüm. Birkaç ay orada tutuklu kaldım. Orada herkes sitayişle “Bediüzzaman” diye farklı bir insandan ve hocadan bahsediyordu. Tutuklu ve hükümlülerin yanında gardiyanlar da hep ondan bahsediyordu. Gardiyanlardan birisi, Bediüzzaman’ın bir gün odasında olmadığını fark ettiklerini, bu durumu savcıya ve hapishane müdürüne söylediklerini bana nakletti. Savcı ve müdür telâşlanarak Bediüzzaman’ın odasını araştırmaya gelince, bakmışlar ki Üstad odasında. Buna hayret etmişler. Ve bu hadisenin defalarca tekrarlanmış olduğunu da, bana oradakiler nakletmişti. Hatta mahkûmlar arasında: “Bu zat her gün sabah namazını Mekke’de kılıyor” diye çok söyleniyordu. Tutukluluk hâlini Afyon Hapishanesinin revirinde geçirdiğini de gardiyanlardan duydum. Ben Üstadın ismini ilk olarak burada böyle duydum. Kendisini hapishanedeyken görememiştim.

– Üstadı ilk olarak nerede ve ne zaman ziyaret ettiniz?

1952-53 yıllarıydı. Üstadı Emirdağ’ına yolladıklarını işittim. Hapisten çıkınca bu söylenenler ilgimi çekti ve Emirdağ’ına Üstadı ziyaret etmek için gittim. Perşembe günüydü, Cuma’da onu camide görebilirim diye bir gün önceden gittim. Fakat gençlik işte, o gün oradaki şoför arkadaşım beni baştan çıkardı, bizi yedirip içirdiler ve maalesef kendimizi uygun olmayan duruma dûçâr ettik.

Cuma merkez camiine gittik. Müezzin mahallinin yanında namaza durdum. Biraz sonra bir baktım ki, yanımda, başında sarığı, üzerinde cübbesiyle farklı bir adam vardı. Hâlinden Bediüzzaman Hazretleri olduğunu fark ettim. Hemen namazı kılıp dışarı çıktım. Caminin önünde görüp de elini öpmek için bekledim. Fakat baktım Üstad yok.

Hemen evin yanındaki bakkal Mehmet’e koştum: “Beni Üstad’la görüştür” dedim. O da: “Kardeşim, bir sürü insan uzak yerlerden geliyor ama hiç kimseyle görüşmüyor. Aydın, İzmir taraflarından geliyorlar, kimseyi kabul etmiyor” dedi. Ben, “Sen benim ismimi ver, o kabul eder” dedim. Bakkal Mehmet haber gönderdi. Dış kapıdan içeri girince 10-15 metre yürüyorsun. Haber vermişler, görüştük. Hiç tanışmadığımız halde, “Kardeşim İsmail hoşgeldin, sen şoförsün, yolcular otobüsün içersinde çığrışıyorlar. Sen onları bekletme. Ben Afyon’a gelip seni göreceğim” dedi. “İsmail sana yine bir siparişim var. Onlara selâmımı söyle” diyerek birisi kadın, ikisi erkek üç kişiye selâm gönderdi. İsmimle hitap etmesi karşısında şaşırdım. Bir başka konu da, ben o zaman otuz yaşında olmama rağmen elimi öyle bir sıktı ki parmaklarım sanki birbirine yapıştı, elim kopacak sandım. O halde elimin parmakları epey zaman ağrıdı. O ne dinçlik! Ne dinamizm! Aman Allahım! Bu hareket ve tavır da doğrusu hiç unutamayacağım önemli bir konu.

– Üstadı daha sonra ziyaret edebildiniz mi?

Sonra 1955 yılında, yaya olarak Şuhut üzerinden bir ticaret gayesiyle Eğirdir’e giderken, Üstadın Barla’da olduğunu işittim. Onu bir defa daha görmek istedim. Ama kırlara gezmeye gittiğinden göremedim.

1960 yılıydı. Ben o sıra inşaat işi yapıyordum. İstihkakımı almak için evrakları valiliğe imzaya götürüyordum. Bir baktım valiliğin önünde büyük bir kalabalık var. Nedir bu diye ben de yanaştım. Baktım arabasında arka koltukta tek başına oturuyordu. Önde şoför vardı. Ben yaklaştım. Bana Bediüzzaman: “İsmail sana yine bir siparişim var. Onlara selâmımı söyle” diyerek birisi kadın, ikisi erkek üç kişiye selâm gönderdi. Hanımın ismi, Asar’dı. Erkeklerden birisi, Bekir Hoca diye bir adamdı. Öbürünü şimdi hatırlayamıyorum. Onlara selâmları ilettim. Üstadın elini öptüm, bana: “İsmail ben memleketime doğru gidiyorum. Gidiş olur, belki dönüş olmaz” dedi, helâlleşti. Zaten üç gün sonra da vefat ettiği haberi geldi.

– Bediüzzaman ve Risâle-i Nurlar konusunda şimdiye kadar neler duyduğunuz? Nur cemaati hakkında düşünceleriniz nedir, neler söyleyebilirsiniz?

O zaman herkes Bediüzzaman’ı çok seviyordu. Şimdi daha çok seviyor. Fakat o zamanlar maalesef konuşulmuyordu. Zordu, kolay değildi. Bediüzzaman, Osmanlı zamanında müthiş konuşmalar yapmış. Ankara’ya gelmiş, ilk Mecliste bulunmuş. O zaman Mustafa Kemal, Bediüzzaman’a durumun nasıl gittiğini sormuş. Bediüzzaman da milletvekillerinin namaz kılmadıklarına dikkat çekerek, bu durumun iyi olmadığını beyan etmiş. Bu söz üzerine oradan ayrılmak zorunda kalmış. Bediüzzaman’a yapılan bütün eziyetlerin M. Kemal’e dost olmamasından kaynaklandığı ortada. Çünkü biz Afyon halkı olarak biliyoruz ki, M. Kemal’in üç Alisi var. Birisi de bizim ilk milletvekilimiz Ali Çetinkaya. Bu şahsı, buranın halkının çoğu sevmez. Çünkü devrinin tetikçisi olarak bilinir. Meclisteki Ali Çetinkaya, Kel Ali ve hatırlayamadığım diğer Ali hep karanlık işlerin peşinde ve icraatçılarıydılar. Biz bunları hep büyüklerimizden böyle öğrendik.

Ali Çetinkaya, M. Kemal’in kurşun askeri ile çocukluk ve mektep arkadaşı. Şükrü Çelikkalay ile birlikte buradan iki milletvekili Meclise gidiyor. Fakat Şükrü Beyi kaybetmek emri verilmiş. Ali Çetinkaya çocukluk ve mektep arkadaşı olduğu için öldüremiyor. Ama adamı on beş sene evinde göz hapsinde tuttular. Adamcağız bu kadar meşhur olmasına ve vatanına hizmet etmesine rağmen, her gün imza atmaya mecbur edilip göz hapsinde tutuluyor ve maalesef ölünceye kadar da topluma karışmadan köyünde öyle yaşamak zorunda bırakılıyor. Bu halkın dilinde bilinen, sırlı meseleler… Maalesef tarihimizin bu karanlık noktaları içimizde bir ukde olarak kalıyor.

***

Daha anlatacakları çok şey var belki ama şimdilik bu kadarla yetiniyor İsmail Hakkı İzmirli amcamız. Kendisine teşekkür ettik. Perşembe günü bu röportajı yapmıştık. Cumartesi vakfımızdaki seminere davet ettik. Sağ olsun zahmet edip oraya da geldi. Ve dikkatlice sonuna kadar dinledi. İnşallah bundan sonra da dostlarımızla olan münasebetleri devam eder ve âhir ömründe bu dâvâdan hakkıyla nasiplenir.

Sonuç olarak şunu diyebiliriz ki; Bediüzzaman’ın bu memlekete ve bu millete daha ne kadar büyük hizmet ettiğini zaman geçtikçe daha iyi anlayıp kavrayacağız inşallah.

Nezaket, sabır, sebat, haset, kin, garaz, gıybet ve dedikodudan uzak bir yaşayış… Büyük bir dâvâya harcanan asırlık bir ömür… Müthiş bir tevhid inancı ve kadere teslimiyet… Her türlü insana karşı aşırı bir sevgi, hassasiyet, saygı ve muhabbet…

Daimâ dinç, bitmeyen bir enerji, aksiyoner bir beyin ve ruh… Prensiplerden şaşmayan bir akıl, semâvîliği hep öne çıkaran bir kalp ve ruh!

İşte Bediüzzaman gerçeği ve imrenilecek saadet ve huzur kaynağı, manzumeler yumağı bir gerçek hayat….

Ruhu şâd, mekânı Cennet olsun. Onun yolundan gidenler de onun gibi sahabe mesleği bir hayat yaşasınlar inşaallah.

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*