Bir annenin kitap fuarındaki çare arayışı!

Genç vakıf Ediz kardeşimiz ile Adana’da kitap fuarı gezintisi yapıyoruz. İmza saatlerimizin dışında ihtiyacımız olan kitaplara ulaşabilmek için adeta koşturuyoruz.

Bu panayırdan biz de istifade etmek istiyoruz. Tabiî kitap seçimi de hemen öylesine, ayaküstü olmuyor. Kitabın dış kapağından, bölümlerinden görüntüler toplamaya çalışıyoruz. Sonrasında da içeriye birkaç sondaj göndererek neler çıkacağını merakla bekliyoruz. Ona göre de alıcı olmak noktasından pamuk eller cebe.

Bizim gibi, fuara katılmış bütün insanlar da bir arayışta. Herkesin bir şeylerin derdini taşıdığı apaçık. Yıkım için çalışanlar da, yapım için çalışanlar da müşteri bulma telâşında. Ya da yapım için arayışta olanlar da, yıkım için arayışta olanlar da, işte bu meydanda. Açık olan bir şey var ki, yapımda kullanılacak malzeme de var, yıkımda kullanılacak malzeme de var. Seçim tamamen müşteriye kalmış.

Her kitap bir eksiğini tamamlar insanın. Her kitap bir tedavi uygular. Ve her kitapta hayatın yaşanmış karelerinden pek çok görüntü vardır. İnsanların genelde yaşadıkları birbirine benzediği için, birinin yaşayıp, ders çıkardığı vakıalar diğeri için, henüz daha yaşanmadan ibretlik hikâye anlamı taşır. İşte zaten kitapları anlamlı kılan şey de budur. Her şey yaşanarak öğrenilmez, pek çok şey de, başkalarının başından geçen hadiselerin, tahlili yapılıp, ondan ders çıkarıldıktan sonra, kendi başına gelmeden ders almak ve hayatında tedbirler uygulamak aklın gereğidir.

Onun için insanın yaşadıklarına çözüm bulma konusundaki koşuşturması anlamsız değildir.

Bazen birisinin başından geçmiş olan bir olay; o olayı yeni yaşayan birisi için ne çok önemli bir tecrübedir. Hayatta başından çok şeyler geçmiş olan bilgelerin, her söylediklerindeki derinlik, içtenlik ve tesir bundandır.

İşte böyle bir halet-i ruhiye içerisinde reyonları gezerken, aynı zamanda kitaplar üzerinde de genç kardeşimiz Ediz’le sohbetler ediyoruz. Yani baktığımız kitaplar üzerinde konuşuyoruz. O esnada konuştuğumuz kitap türü, psikoloji serisi idi. Ben de genç kardeşime, ‘Her genç, her insan kendi yaşadığı dönemi, dönemin duygularını, psikolojisini bilebilmesi için döneminin özelliklerini tanıması gerekir. Tâ ki, karşılaşacağı dönemle ilgili sağlıklı adımlar atabilsin ve hayat kendisine yorucu gelmesin.’ kabilinden konuşurken, yanı başımızdan bir seslenişle, ‘Beyefendi siz psikolog musunuz?’ diyen bir hanımefendi ile karşılaştık.

‘Hayır’ cevabını kendisine ilettiğimizde hanımefendi, “Çok özür dilerim, ama konuşmalarınıza istemeden de olsa kulak misafiri oldum. Düşüncelerinizden yaşadıklarımla ilgili istifade edebileceğimi düşünmüştüm.” dedi.

Tabiî çok kalabalık fuar alanında, koşuşturmacanın orta yerinde, bir de böyle bir gündem.
Elbette, size bir durumunu paylaşan kişiye karşı duyarsız bir yaklaşım içerisinde olmak olmaz. Ama elbette böyle bir ortamda yapılabilecek en güzel şey de, yine elden geldiği oranda, kişiyi en iyi seçilmiş, konuya, gündeme en uygun düşecek kitapları adres göstermektir.

Orta yaşlarda bulunan hanımefendinin anlattıkları öylesine geçilecek cinsten değil. Özetlersek; aile dağılmış. Yirmili yaşlarda bir genç kızları var. Genç kız, üç kez intihara teşebbüs etmiş. Anne onu psikiyatra götürmeye ikna edememiş. ‘Ben ne yaptığımı biliyorum. Ben, hasta değilim.’ diyormuş. Hanımefendi, kızının karşılaştığı asıl sorunun, eşler arasındaki iletişim bozukluğu olduğunu söylüyor. Yani eşler arasındaki anlaşamama ve ortaya çıkan problemler, asıl tesirini çocuklarda, gençlerde gösteriyor. Aynı zamanda hanımefendi, kızının bir erkek arkadaşının olduğunu, onu çok sevdiğini, ama arkadaşının kızının sevgisinden haberinin olmadığını söylüyor (platonik). Bu durumun da, kızının günlük hayatını olumsuz etkilediğini, intihar teşebbüsünün altında da bir etkenin bu durum olduğunu söylüyor.

Evet, iş içinde işler var. Çalışılması gereken dersler az değil.
Bir yerde meydana gelen bir yıkım sadece orası ile ilgili kalmıyor. Yıkım, başka yıkımları da beraberinde getiriyor. Eşler arasındaki çatışmalar, asıl çocukların dünyalarında büyük tahribat oluşturuyor.

Ediz kardeşimiz, anlatılanlardan hareketle adeta hanımefendiye Risâle-i Nur eserlerini özetledi. Bu çok önemli idi. Çünkü beş on dakikanın içinde size anlatılan bir konu hakkında Risâle-i Nur ne diyor, çok iyi çalışmış olmak gerekiyor ki, bir çırpıda yaşananlara bir merhem sürülebilsin veya çok iyi bir adres gösterme yapılabilsin. Ya da kişinin ne yapabileceğine dair makul ve mantıklı açıklamalar, yol göstermeler gerçekleşebilsin. İşte bu tür vakıalara uygun da özel çalışmalar yapmak gerekiyor. O zaman cemiyet insanlarının neler yaşadıklarını, o yaşananlara karşı neler yapmak gerektiğini, hangi tavsiyeleri iletmek gerektiğini veya Risâle odaklı baktığımızda, hangi konuları çalışıp, neler söylenebileceğini iyi hesap etmek gerekiyor. Tabir yerindeyse isabetli atışlar gerekli.

Hanımefendi, bir anne. Yirmili yaşlarda bir kızı var. Ama durumdan anlaşılıyor ki, henüz yirmili yaşlara çalışılmamış. Belki şöyle düşünmek de mümkün, anne ve baba kendi kavgalarını gerçekleştirmekle meşgulken, yanıbaşlarında büyüyen, genç olan evlâtlarını göz ardı etmişler. Ama bu arada çocuk da büyümüş, genç olmuş. O da hayattan çekilme sahneleriyle meşgul. Yani bir yerdeki ihmal sadece o yeri tahrip etmiyor. Elbette yıkım, çok yönlü gerçekleşiyor.

Anne, kızının yaşadıkları karşısında sadece üzülüyor. Nasıl bir adım atabileceğine dair, tâbir yerindeyse her şeye kulak misafiri oluyor. Bu aslında tam bir anne psikolojisi, anne şefkati. Bir intihar aşamasına gelmiş evlâdı, bir anneden daha çok kim düşünebilir!

Ediz kardeşimin bir şeyler paylaşabilme ve bu asrın meselelerine tiryak olan Nurları sunabilme endişesini tebriklerle karşıladım. Hanımefendiye, bayanların sohbet mekânı adresleri falan verildikten sonra, bir şeyi öğreniyoruz ki, hanımefendi Risâle-i Nur’u biliyormuş ve hatta evlerinde de birkaç tane varmış. Ama itirafı şu ki, bu güne kadar bu kitaplar ne anlatıyor hiç merak etmemiş. Yani kellik var, ilâç da var, ancak ilâçlar kullanılmamış. Elbette ilâç kullanmadan tedavi imkânsız.

Hanımefendi ile, duâlaşıp ayrılırken, ifade ettiği cümleler dikkat çekici idi: “Anlattıklarınız gözüyle Risâleleri okuyacağım ve kızım için de önce, bol bol duâlar edip, Allah’tan yardım isteyeceğim. Çok teşekkür ediyorum.”

Evet, biz kendi derdimize uygun kitaplar ararken, bir başkası ile ilgili gündem oluşmuştu. Anlaşılıyor ki, bir kitap fuarındaki, bir anne diliyle bize duyurulan birkaç cümle bile, yeni bir sayfa açmaya, yeni bir konu çalışmaya vesile idi. Duyduklarımız, gördüklerimiz bizim adımıza bir imtihanın başlaması anlamına geliyor. Onun için duyup, görüp geçmemek gerekiyor.

Değil mi, Ediz kardeşim? Cemiyet insanının ihtiyaç duyduğu konuları Risâle odaklı çalışıp, hap bilgi hâline getirmek gerekiyor ki, ihtiyaç duyan kolay alıp, kolayca kullanabilsin.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*